Son senelerde kemer sıkma politikalarına dönük olarak gerçekleşen kitlesel seferberlikler işçi sınıfı nezdinde sistem dışı tercihleri giderek daha fazla gündeme getirmeye başladı. Avrupa, Ortadoğu ve Latin Amerika’da toplumsal haklarda yaşanan ağır geri çekiliş, seferberliklere katılan yığınlarda kapitalizmin işleyişine dair sorgulamalara yol açıyor, bu da mücadeleleri sistem içi mevzilere çekmek amacıyla örgütlenmiş birçok karşı-devrimci aparatı derin bir krize sürüklüyor.
Dünyanın en büyük suç örgütü olarak adlandırılan ve uluslararası neo-liberal saldırı cephesinin önemli bir bileşeni olan Vatikan da, emperyalizmin içerisine sürüklendiği buhranla ilişkili olarak, emekçi sınıfların ve kent yoksullarının kendisinden uzaklaştığına tanıklık ediyor. Pedofili ve finansal skandallar döneminin içerisinde, Papa Benedikt’in 600 senedir örneğine hiç rastlanmamış olan istifası, Kilise kurumunun içerisinde olduğu çıkmazı gözler önüne sermişti. Jorge Mario Bergoglio (Papa Francis)’in yeni Papa olarak atanması ve tarihte ilk defa Latin Amerika ve Cizvitler’in bir temsilcisinin Kilise’nin başına tayin edilmesi, Vatikan’ın ayaklanan kitlelerin basıncıyla kendisine yeni bir politik hat çizdiğini gösteriyordu.
Bu politik hattın temel hedefi, yığınların gözünde baştan aşağı işçi sınıfı düşmanı bir imaja sahip olan Vatikan’ın zengin ve yozlaşmış bir kurum olarak gözükmesinin önüne geçmekti. Ancak Katolik Kilisesi’nin özünü yansıtan bu çarpık imaj, patronlara limuzin yerine otobüs kullanmayı vaat eden ve Kilise kurumunun sınıflar mücadelesine dönük olarak geliştirdiği en gerici öğretileri bütün kalbiyle benimseyen Papa Francis’in yalanlarla dolu yeni reklam kampanyasıyla aşılamadı. Papa Francis, Arjantin Kilisesi’nde görevini sürdürürken cunta yönetiminin başındaki diktatör Videla ile her türlü işbirliği içerisine girmiş ve Brezilya’da İşçi Partisi’nin inşası çalışmalarına katkı veren Kurtuluş Teolojisi kanadını istikrarla karalamıştı.
Ancak Brezilya’da durmadan militanlaşan mücadelelerin sürekliliği, Arjantin’de gerçekleşen grevler ve işçi sınıfı içerisinde giderek daha geniş mevzilere ulaşan İşçilerin ve Solun Cephesi, ABD’de uyanan siyah öfke ve fast food işçilerinin durmak bilmeyen grevleri ile Güney Avrupa’da geleneksel burjuva partilere olan inancın kaybolmasıyla Syriza ve Podemos gibi sistemin daha henüz kabul etme noktasına gelmediği partilerin mevcut ağırlığı, Vatikan’ın direksiyonunu hızlı bir şekilde sola kırmasına neden oldu.
Vatikan, bu bağlamda kriz döneminde ayaklanan kitleler için yeni bir cevap arıyor, o da Kurtuluş Teolojisi’nin kendisi. Mantığı gereği hem bir tröst hem de uluslararası bir politik müdahale aygıtı olarak kullanılmaya müsait olan “kutsal” Vatikan, kent yoksullarını sistem içi sınırlara çekebilmenin kaygısında. En son Polonya’daki “Solidarnosc” hareketi Vatikan nezdinde kristalize olan banka-kiliseleri bu denli korkutmuştu.
Papa Francis’in, ajandasında yer almamasına rağmen Kurtuluş Teolojisi’nin başlıca kurucularından, yoksul halk hareketlerinin tanınan simalarından ve Vatikan’ın eski düşmanlarından Peru’lu “Marksist” papaz Gustavo Gutiérrez ile buluşması, dünya basınında Roma Katolik Kilisesi’nin programından radikal bir kayma olarak okundu. Gutiérrez bugünlerde Vatikan’ın en saygın misafirlerinden birisi ve sosyal kurtuluşa dair yazdıklarından Vatikan’ın resmi yayın organlarında övgüyle söz ediliyor.
Papa Francis, Kurtuluş Teolojisi’ne bağlı başka papazları Vatikan’a çağırıyor ve onları yoksullara dönük olarak Vatikan’la ortak cevaplar üretmeye davet ediyor. Bu bağlamda Papa “yoksullar için yoksul Kilise” sloganını kullanarak Katolik dini ile kitleleri yakınlaştırmaya çalıştığını açıkça söyledi.
Kapitalizmin genel işleyiş yasalarına karşı oldukça acımasız eleştiriler yönelten ancak çözüm olarak Kilise’nin yoksullara dönük sosyal yardım programları örgütlemesini öneren Kurtuluş Teolojisi’nin Vatikan’la kurduğu yakın ilişki sonucu eleştirel pozisyonundan sağa kayıp kaymayacağı henüz kestirilemez. Fordham Üniversitesi’nde teoloji hocası olan Michael E. Lee, programını değiştirenin Kurtuluş Teolojisi değil Vatikan olduğunu iddia etse de, Vatikan’ın dünya işçi sınıfının ürettiği artı değere el koyan liberal işleyiş mekanizmalarında hiçbir değişiklik yok ve olacağını düşünmek de yanlış olur. Vatikan, yoksulları düzen içi bir konuma çekmeye çalışırken söylemini solun argümanlarıyla boyuyor ancak sahip olduğu devasa özel mülkiyetten ve gerçekleştirdiği yolsuzluklar ile hırsızlıklardan bir adım geri atmıyor.
Vatikan’ın bu yeni yönelişinin Katolik Kilisesi’nin içerisine düştüğü çelişkileri çözümleyebilmesi olanaklı değil. Dönemsel olarak krizin hafiflemesini sağlayabilecek bu taktiksel girişim, ayaklanan işçilerin karşısına İncil’den ayetlerle çıkıldığı gibi bütün prestijini kaybedecektir. Zira Vatikan her ne kadar aynı yerde gözükmek istemese de, dünya proletaryasının boğazına çökmüş olan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar ile pratikte aynı pozisyonda olmayı sürdürüyor.
Yorumlar kapalıdır.