Rejimin savaş politikalarına karşı Kadın Dayanışması: Hemen, şimdi!
Recep Tayyip Erdoğan “çözüm süreci derin dondurucuda” sözleriyle iktidarın alenen inkar ve imha siyasetine döndüğünü beyan etti. Seçimler gitgide yaklaşırken, sokakta AKP Gençlik kolları ve benzerlerince Kürt düşmanı yürüyüşler, eylemlilikler örülmeye başlandı. Cizre’de ve Bismil’de uygulanan savas politikaları yüzünden onlarca çocuk hayatını kaybetti. Sanki bir önceki seçimlerde “Artık anaların gözyaşı dindi. Bu ülkede artık inkar politikaları yoktur.” cümlelerini aynı iktidar söylememiş gibi.
Gerçekte “Bu ülkede artık inkar, asimilasyon politikaları yoktur. Biz tüm vatandaşlarımızı Yaratan’dan ötürü sevdik, seviyoruz, bunun gerisi hep yalandır.” sözleriyle başlatılan çözüm sürecinde önce Sakine Cansız ve yoldaşlarının öldürülmesine tanık olduk. Hükümet “çatışmasızlık ortamı”nda bile Kürdistan’da yeni kalekollar ve askeri amaçlı baraj inşaatları yaptı, koruculaştırma politikalarını sürdü. Bu sürece karşı Lice’de, Gever’de direnen kadın belediye başkanları, kadın milletvekilleri polis ve jandarma tarafından darp edildi. Aynı süreçte Gezi direnişine katılanların ve hemen sonrasında Berkin Elvan’ın annesi yuhalanıyor, sorumsuzlukla suçlanıyor, tıpkı Kürt illerinde olduğu gibi çocuklarının terörist olduğu vurgusu yapılıyordu. Gezi’de polislerce katledilen gençlerin anneleri de adliye koridorlarında şiddet görerek aynı polis şiddetinin mağduru oldu. 80’ler ve 90’lar boyunca cezaevlerinde ve karakollarda yapılan toplu tecavüzlerin, ölen gerilların cenazelerine uygulanan cinsel şiddetin zaten farkındaydık, ve en son Muş’un Varto ilçesinde işkence edilerek öldürülen Ekin Wan’ın cesedinin çırıl çıplak kaldırım kenarına atıldığına tanık olduk.
Yaşanan süreç gösteriyor ki, kalıcı ve gerçek bir barış inşa edilmediği her sürecin sonunda yeniden inkar ve imha politikalarına dönülüyor ve her dönüşün bedeli çok daha ağır oluyor. Yaşanan “sürecin” nasıl bir süreç, “barış”ın nasıl bir barış olduğunu konuşmadığımız her gün, “çözüm”ün AKP’nin oy sayısına göre tarif edilmesini kabul ediyor ve barışı hükümetin insafına bırakıyoruz.
Nasıl bir barış istiyoruz?
Biz kadınlar yaratılan her savaşın bilançosunu toplu tecavüzler, açlık, yoksullukla iki kat fazla ödüyoruz. Bedenimiz iktidarın savaş alanı gibi, tüm toplumu aşağılamak ve cezalandırmak için kullanılıyor. Bizler barışçıl fıtratlı pasifist kimseler olduğumuz için barış istemiyoruz. Barış istiyoruz çünkü bu ülkede siyasal demokrasi olmadığında kadınlara sokaga çıkmanın iki kez yasak olduğunu biliyoruz. Kadınlara sokaklar yasaklandıgında, kamusal alanlardan çekilmek zorunda kaldığımızda emegimiz, bedenimiz ve kimliğimiz erkek egemen devletin oyun tahtası haline getiriliyor. Kadın bedeni aşağılanıyor, evlerde, sokaklarda erkek şiddeti palazlanıyor.
Yaratılan kirli savaşı lanetlememiz silahlardan ve iktidarın kendisinden korktugumuzdan değil. Ancak “Barış gelsin, de nasıl gelirse gelsin” dediğimizde ise; katliamlarla sekteye uğrayan AKP tipi barış sürecine layık görülüyoruz. Gerçek barış yalnızca silahların susması ve çatışmasızlık ortamı ile değil, halkların eşitliği ve özgürlüğü temelinde sağlanabilir. Bu yüzden barışı rejimin kanlı ellerine teslim etmiyoruz!
Biliyoruz ki yaşanan ölümlerin, yaratılan baskı ve şiddet ortamının siyasi sorumlusu Erdoğan ve AKP Hükümeti’dir. Yeniden seçimin bir kez daha önümüze koyulması AKP’nin asla vazgeçmeyeceğini, Erdoğan’ın bir biçimdeki mutlak iktidar ihtiyacını karşılama isteğinde oldugunu gözler önüne sermektedir. Bu iktidar ilişkileri içinde müzakere edilen bir “çözüm” den fayda gelmeyeceğini biliyoruz. AKP iktidarıyla barış masası kurulamaz. Bizler en ufak bir hak mücadelesine dahi tahammülü olmayan, sürekli baskı rejimini meşrulaştırmaya çalışan Hükümetin ölümlerin hesabını derhal vermesini talep ediyoruz.
Yalnızca çatışma ve savaşı yeniden üreten rejime karşı gerçek bir barış mücadelesi vermemiz gerekiyor. Bu yüzden rejim içi bir barışın olanaksızlığını görerek tüm emekçi kadınlar devlet terörüne ve savaş planlarına karsı birleşik bir dayanışma kurmalıyız. Yalnızca kendi sınırlarımızdaki değil, Suriyeli, Türk, Kürt kadınlar tüm emekçi halklar olarak yürütülen savaşın sorumlularının adını koymak, “her şeye rağmen barış, ama nasıl bir barış?” sorusunun cevaplarını birlikte aramak zorundayız. Zira, gerçek barışın ve özgürlüğün tek garantisi, emekçi halkların ortak mücadelesi.
Yorumlar kapalıdır.