Barajsız seçim, kurucu meclis, demokratik anayasa, işçi-emekçi hükümeti: Siyasal demokrasi için sınıf mücadelesi!

Geçtiğimiz ay gazetemizin aynı başlıklı gündem yazısını şöyle tamamlamıştık: “7 Haziran’da istediği sonu­cu alamayan Erdoğan’ın Türkiye’yi yeni bir seçime sürüklediği de ortada. Öyleyse çok daha güçlü ve birleşik şekilde sesimizi yüksel­telim: Nasıl bir seçim? Barajsız, engelsiz, eşit ve adil bir seçim! Nasıl bir hükümet? Ekonomik ve sosyal güvence ve eşitliği sağlayacak, siyasal de­mokrasi temin edecek, kalıcı ve onurlu barış diyecek bir işçi-emekçi hükü­meti! Nasıl bir meclis? Temel amacı emekten yana demokratik, laik, özgürlükçü, eşitlikçi bir anayasa hazırlamak olan bir kurucu meclis!”
Osmanlı’nın son döneminden beri ülkenin kötü gidişatını durdurmak lafı Türkiye politik literatü­rüne iyice yerleşmişti. Öyle ki pek çok zaman bu durum “memleketi kurtarmak” lafı ile bir üst merha­leye dahi sıçradı. Bugün de AKP’lisinden, Erdoğan karşıtı liberallere herkes ülkeyi bir yangın yeri olarak tarif ederken ülkenin nasıl kurtarılabileceğine dair kimi laflar söylemeye başladı. Burjuva politik figürle­rinin pek çok zaman olduğu gibi bugün de anlaştığı tek konu işlerin iyi gitmediği. Soruna çok farklı bir cepheden, emekçilerin ve yoksul Kürtlerin cephesin­den bakan İDP olarak biz de hasımlarımızla bu kez -ama yalnızca bir konuda- aynı şeyi düşünüyoruz: İşler iyi gitmiyor! Beyefendilerin ve holdinglerin kasaları, yahut rejim içerisindeki konumlarının ne durumda olduğunu hiç mi hiç umursamıyoruz. An­cak evet, işler işçi ve emekçiler için de iyiye gitmiyor. Yoksulluk sorunu ve Kürt halkı üzerindeki baskılar gelip siyasal demokrasi sorununda düğümleniyor.

Erdoğan ve AKP’nin çözüm önerisi

AKP bugün akıllara şaşkınlık verecek söylemler kullanıyor. Ortada birden çok sorunun olduğunu ifade ediyorlar, ancak bundan yana hiç sorumlu­lukları yokmuş gibi davranıyorlar. Bir yıl önceki cumhurbaşkanı seçimleri sırasında gazetemiz İşçi Cephesi’nde şöyle diyorduk: “Sanki 12 yıldır Er­doğan hükümeti tek başına iktidarda değil. Sanki 7 yıldır AKP’nin eski başbakanı ve dışişleri bakanı Abdullah Gül cumhurbaşkanı değil. Sanki ülke belediyelerinin yüzde 60’ı AKP’nin yönetiminde değil. Sanki meclisin ezici çoğunluğu 12 yıldır AKP hâkimiyetinde değil. Hükümet hâlâ halkın irade­sinin tecelli etmediği propagandası yapıyor. Bütün devlet aygıtı elinin altında olmasına rağmen 12 yıldır halkın iradesi hala tecelli etmediyse bunun sorumlusu Erdoğan hükümetinden başka kim ola­bilir?”

AKP 13 yıla varan iktidarları sırasında “çözeceğiz” dedikleri sorunların bizzat kaynağı haline gelmiştir. Tekrar anımsamakta fayda var. AKP iktidara gelir­ken varlığını “3 Y” ile, yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara karşı mücadele ile tanımlamıştı. Uzun uzadıya anlatmanın anlamı yok. İşçi cinayetlerindeki rekor artışlar, düşen ücretler ve artan yoksulluk… 13 yıllık AKP iktidarının bilançosu budur! Ayrıca yolsuzluk ve yasaklar ile ilişkili fazladan laf etmek abes kaçacaktır. Rekor yolsuzluklar, basın-yayın ve sıradan halk üzerindeki görülmemiş yasaklar da 13 yıllık AKP hükümetinin biricik başarısı olarak tüm işçi ve emekçilerin zihin­lerinde kayıtlara geçmiş olmalıdır.

Oysa ki AKP tüm bu yarattığı sorunun kayna­ğı kendisi değilmiş gibi davranarak şimdi de çözüm için “istikrar” buyuruyor ve tek başına hükümet hedefini koyuyor. Şimdilik başkanlık lafını ceplerinde saklamış olsalar da AKP’nin tüm savaşının Erdoğan’ın varlığının savaşı haline geldiğini yeniden yazmak işçilerin hafızalarıyla alay et­mek anlamına gelir. Bugün AKP’nin çözüm önerisi olan “istikrar” ise yalnızca sorunların daha da derinleşmesi ve kendilerinden olmayanların, hatta görünüş açısından kendilerine benzemeyenlerin de daha büyük baskılara maruz kalması anlamına gelecektir. Bu durumun işçi ve emekçilere de doğrudan yansıması olacaktır: Daha çok işçi cinayetleri, artan yoksulluk ve örgütlenme çabalarına karşı yaşam güvenliğinin dahi kalmayışı ile!

CHP’nin çözüm önerisi

Bu hususta CHP’nin bir önerisini eleştirsek haksızlık yapmış oluruz. Çünkü CHP’nin herhangi bir çözüm önerisi yok! CHP’ye göre Türkiye’nin bir numaralı sorunu Erdoğan. Haklılık payları olsa da bu sorunu nasıl çözecekler? Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla özetlenebilecek bir iktidar döneminin açtığı yaraları ne ile kapabilecekler? Kılıçdaroğlu’nun henüz açıklanan seçim vaatleri kimi ücret zamları, vergi indirimleri ve de basın üzerindeki baskının azaltılmasından ibaret. Lâkin CHP Türkiye’nin esas sorunu olan siyasal demokrasi sorununa dair işçi ve emekçiler açısından herhangi bir laf söylemi­yor, patronlar ile olan birlikleri onlarda bu konuda laf söylemeye dair herhangi bir istek bırakmıyor! CHP’nin tek sözü “onlar gitsin biz gelelim, biz daha iyi insanlarız” demekten ibaret kalıyor. Oysa ki, “oy verilse” dahi gitmediklerini gürdük. Öncelikle Erdoğan baskısından kurtulmak şüphesiz ki işçi ve emekçilerin yaşam düzeyleri açısından faydalı ola­caktır. Ancak ya sendikal örgütlenmeler üzerindeki baskılar? Yasal engeller? Türkiye’deki rekor zengin­leşme karşısında meydana gelen derin yoksullaşma? Özelleştirilen şirketler? İşçilerin kendilerini yönetme hakkı?

CHP bunlarla ilgili tek söz söylemiyor. Sorunun kendisine parmağını uzattıklarında da gerçekle yüz­leşiyor, işçi sınıfından yana bir mücadele hattına hiç­bir şekilde giremeyecekleri için problemin etrafından dolaşıyorlar. CHP kendi politikasızlığında Türkiye burjuvazisinin büyük acizliği ve miskinliğini açık ediyor. Öyle ki kabahatini derinleştirerek meclise iç güvenilik yasası, asgari ücret vb hakkında önergeler sunmadıkları gibi AKP’nin tezkeresine de destek vermiş olmaları işçi ve emekçiler açısından bir ilerle­me sunamayacakların bu kritik süreçte bir kez daha gözler önüne sermiş oluyor.

MHP’nin çözüm önerisi

Bu başlığın altını işin okulunu okumuş siyaset uzmanlarının bile doldurabilece­ğini sanmıyoruz. Ne istediğini bırakalım, ne dedikleri bile anla­şılmaz bir halde olan bu parti 7 Haziran sonrası en büyük çıkı­şını AKP’nin bakanlık teklifini kabul eden Türkeş’in ismini parti asansöründen silerek yapmıştı. Gülünç olan şey şu ki AKP’ye desteğin daha büyüğünü mec­lis başkanlığı seçimlerinde açıkça bir şekilde partice sunmuşlardı. Aslında MHP’nin yaptığı tek şey, bugüne değin rejimin anti-demokratik tüm uygula­malarının yaşayabilmesi adına gerekirse Erdoğan’a dahi destek vermek, gerekmezse de karşı çıkmaktı. İşçi sınıfı için içerisinden geçtiğimiz günler oldukça öğreticidir. İşçi sınıfı MHP’nin anti-demokratik reji­min tarihsel bekçisi konumunda olduğunu yeniden görmüş oldu. Bu durum, MHP’nin işçilere açıkça ve değişmez bir düşmanlık beslediğini de hafızalarımız­da tazeledi.

HDP’nin çözüm önerisi

7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 1 Kasım seçimlerinde de HDP’ye destek çağrısında bulu­nuyoruz. Ancak HDP’nin programına güvendi­ğimizden yahut HDP liderliğine gerçek çözümler sunabileceklerine inanmamızdan ötürü değil. En ufak bir işçi alternatifinden yoksun olduğumuz ko­şullarda AKP’nün gücünün kısıtlanması, Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin bir kez daha engellenmesi ve kaderini tayin hakkı dahil tüm demokratik hakların desteklenmesi için HDP’ye destek çağrısında bu­lunuyoruz. Yani HDP’ye değil mücadele halindeki kitlelere güveniyoruz.

HDP’ye göre Türkiye’nin en büyük sorunu açık; Kürt sorunu. Bu sorunun çözümüne dair ise “demokratik özerklik” önerisi bir süredir gündem­deydi, ancak şimdilerde bunun gerçekçi bir çözüm olmadığını kendileri de görmüş olacaklar ki, hep bir ağızdan bunu ifade etmiyorlar. Özyönetim’in genel olarak Türkiye için uygulanabilirliğini açıklayıp, yeni bir anayasadan yana olduklarını ifade ediyorlar.

Ancak artık barajı aşmış bir biçimde parlamentoda bulunan HDP, siyasal demokrasi adına, işçilerin ve Kürt halkının en acil sorunlarının nasıl çözülebile­ceğini de ifade etmemiş bulunuyorlar. Tekil açıkla­malardan anlaşılan şudur: HDP için en büyük sorun Kürt sorunudur bunun çözümü için de masasının yeniden kurulmasını istemektedir. Ancak görünen şu ki geçmişte çözüm masasında var olan, “samimi” denen, “kıymetli” denen kimseler bugün çözüm masasını yıkanlardır. HDP işçi sınıfının ve Kürt halkının sıkıntılarını bütünlüklü olarak ele almıyor için Kürt halkının tek güvenilir müttefiki olan işçi sınıfı ile aralarında bir bağ kurmaktan yana çaba sarf etmiyor. Sonuç olarak HDP önderliği çözümü, buna niyeti ve kabiliyeti olmayan rejim içi unsurlar arasında aramayı sürdürüyor.

İDP diyor ki…

Ne dediğimizi yazımızın başlığında ve girişinde ifade etmiştik. Erdoğan arkasında yüzde 40 küsu­runun durduğunu söyleye dursun. Biz içerisinde olduğumuz gerçek bir çoğunluğun dertlerini çözmek istiyoruz. Türkiye’de ezici bir çoğunluğu ifade eden işçi ve emekçilerin, yoksul Kürt halkının temel soru­nu siyasal demokrasi sorununda kilitlenmiştir.

Siyasal demokrasinin barajsız seçim, kurucu meclis, demokratik anayasa, İşçi-emekçi hükümeti ile gelebileceğini söylüyorduk. Şimdi bunlarla neyi ifade ettiğimizi biraz daha ayrıntılı inceleyelim.

Kurucu meclis, neden?

Açıkça görünen şey odur ki, Türkiye’de iş cina­yetlerini durduracak, emekten yana özgürlükleri sağlayacak ve Kürt halkına da kaderini tayin hakkı dahil olmak üzere tüm demokratik haklarını tanıya­cak bir düzen en acil dertlerimize yanıt verebilecek olan bir düzendir. Böylesi bir düzeni ise tarihsel olarak rejimin kendisi tesis edemez. Diğer partilere baktığımızda da böylesi bir değişikliğin yapılması doğrultusunda herhangi bir adım atmaktan yana olmadıklarını görüyoruz.

Madem ki herkesin hem fikir olduğu husus Türkiye’de birden çok sorun olduğudur ve madem ki herkes kendisini sandık ile meşrulaştırma derdinde o halde yüzde on seçim barajı niçin hala mevcut? Niçin barajsız bir seçime gidemiyoruz? Niçin alınan oyun bire bir karşılığı olan adaylar meclise giremi­yor?

En acil ihtiyaçlarımız olan yoksulluk, işçi cinayetleri ve Kürt sorununun kalıcı ve gerçekçi çözümünü sağlamak ancak rejimin tarihsel baskıcı, anti-demokratik aygıtlarından bir kopuş ile sağlanabilir. De­mokrasinin bir oya indirgen­mesini dahi aşmalıyız. Ancak şimdi sorunun etrafında dolanmadan işçi ve emekçile­rin temsilcilerinin de özgürce ve baraj engeli olmaksızın katılığı bir seçimlerle yoksul­luk ve Kürt sorununu çözmesi için, yani siyasal demokrasi olanaklarını işçi sınıfı ve Kürt halkına sağlayarak iş yerlerinde ve sokakta can güvenliğimizin sağlanabilmesi için, aynı düzenin seçimlerinin değil bir kurucu meclisin seçimlerinin yapılması gerektiğini düşünüyor ve bunun için çağ­rıda bulunuyoruz.

Demokratik anayasa, neden?

Anti-demokratik uygulamaların temelini halen mevcut anayasa korumaktadır. Öyle ki AKP’nin kendisi dahi bu anayasayı -başkanlık hedefini hayata geçirmek için de olsa- değiştirme hedefini ortaya koymaktadır. Gerekçesi de açıktır: Mevcut anayasa işlevsizdir. Evet bizce de mevcut anayasa işlevsizdir, ancak onların işlerini kolaylaştırmıyor diye değil. Biz işçi ve emekçilerin temel haklarını savunacak bir zemini olmadığı için işlevsizdir. Bunun için kurucu meclisin barajsızca toplanıp, yoksulluk ve demok­ratik hakları garanti altına almak maksadı ile bir anayasa hazırlaması gerekmektedir. Demokratik bir anayasa siyasal demokrasinin temel dayanağı olabilir. Böylesi bir anayasayı da şu koşullarda ancak bir kurucu meclis hazırlayabilir.

İşçi emekçi hükümeti, neden?

Mevcut sorunların hiçbirisi düzen partileri tarafın­dan çözülememektedir. Hatta kendisi de bir düzen partisi olan hükümet partisi, Erdoğan’ın şahsiyetinde çözümden çok sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Türkiye’nin miskinleşmiş burjuvaları ve onların siyasi partileri, kendilerine dahi zarar veren mevcut durum karşısında ancak Aydın Doğan’ın elinden mektuplar yazabilmektedirler. Rejimden demokrasi adına gerçek bir kopuşu ancak işi sınıfı sağlayabilir. Barajsız bir seçimle acil sorunlarımızı çözüp siya­sal demokrasiyi garanti altına alacak bir anayasayı hazırlayacak kurucu meclisin toplanması gereklidir. Buna da ancak işçi ve emekçiler liderlik edebilir. Acil sorunlarımızın da, bunun dışındaki sorunlarımızın da gerçekçi ve güvenilir tek çözümünü bir işçi emek­çi hükümetidir. Tekrar etmekten sakınmıyoruz. İDP diyor ki; barajsız seçim, kurucu meclis, demokratik anayasa, İşçi-emekçi hükümeti. Siyasal demokrasi için sınıf mücadelesi!

Yorumlar kapalıdır.