Çar’ın hayaleti Suriye’de

“Şimdi Putin, yine bir dünya savaşından önce, SSCB’nin dağılmasından sonra gerçekten dağılmış olan silah sanayisini, Rus ordusunu ve yeni Rus milliyetçiliğini (…) Kızıl Ordu’nun zaferiyle soslandırarak, Rus halkını tekrar bir araya getirmeyi başarmış gibi gözüküyor. Bu toparlanma açıkçası dünya gezegeninde yaşayan herkes için bir umut…” (İstikrarın Füzeleri, Murat Karadeniz, 17 Eylül 2015, sendika.org)
Yukarıdaki alıntının sahibi yazar “dünya gezegeni” derken hangi gök cismini kastediyor bilmiyoruz ancak üzerinde yaşadığımız gezegen olmasa gerek. Rus işçi sınıfının yüz yıla yakın bir süre önce devirmiş olduğu Çarlık bayrağını, devlet dairelerinde tekrar zorunlu hâle getirecek kadar devrimden nefret eden bir rejimin, “yaşayan herkes” için nasıl umut olabileceğini hayal etmeye çalışmak, gerçekten de din alimlerinin yüzyıllardır aradığı mucize olabilir.

Evet, Rusya Suriye’de yaşanan iç savaşa – kara birlikleri gönderme düzeyinde olmasa da hava operasyonları organize etme düzeyinde – doğrudan dâhil olmuş durumda. Rusya’nın karşı-devrimci bölgesel yayılmacı politikalarının, sol yelpazeden sempati sesleri ile karşılanması ise kaygı verici. Halbuki üzerinde Çarlık bayrakları dalgalandığı sürece Kızıl Meydan’ın isminin bir önemi yok… Kapitalist paylaşım ilişkilerinin Ortadoğu’da girmiş olduğu krizle yakından ilgili olarak, “büyük Rus şovenizminin” bölgedeki enerji kaynakları üzerinde pazarlık masasında koz sahibi olabilmek için Suriye’de Esad’ın desteğiyle başlattığı yayılmacı kampanyanın, işçi-emekçilerin çıkarları nezdinde savunulabilecek hiçbir tarafı yok. Rusya, Ortadoğu işçi sınıfının çıkarları ve kurtuluşu söz konusu olduğunda, bölgede çözümün değil sorunun bir parçası.

Müdahalenin karakteri üzerine tartışan taraflar ikiye ayrılmış gibi duruyor: müdahale emperyalisttir diyenler ve anti-emperyalisttir diyenler. Ancak gerçeklik, bu ikili şemaya sığma noktasında direniyor. Açıkçası herhangi bir ülkeye yapılabilecek ve ABD, AB, Japonya üçlüsüne dâhil olmayan bir devletten gelebilecek bütün dış müdahaleleri, “emperyalist” karaktere sahip oldukları yönünde okumak, emperyalist olmayı istemekle emperyalist olmak arasındaki kalın çizgiyi silmek anlamına geliyor. Ancak ABD, AB, Japonya üçlüsüne ait olmayan bir devletin dış politika alanında gerçekleştirdiği tüm müdahaleleri “anti-emperyalist” olarak okumak da, anti-emperyalizmi sınıflar arası bir mücadele olmaktan çıkararak, kapitalist devletler arasındaki rekabette geriden gelenin tarafını tutmaya indirgiyor.

Aslında Rus hükümetinin Suriye’ye müdahalesi, Rus sermayesinin egemenlik kaygılarının askeri bir dışavurumu. Evet, Putin gerçekten de devrimci duygularla değil, çıkar odaklı endişelerle hareket ediyor. Dile getirilen genel kanı şu: “Rusya müdahale ettiğine göre Esad kazanmıştır.” Bu yorumun yüzeyselliğini, tek boyutluluğunu, ortaya konan sorunu iskandil etmekten kaçışını bir kenara bırakalım ve içindeki mantık hatasına yoğunlaşalım: Esad kazanıyorsa Rusya niye, yaptırımla sonlanma ihtimaline karşın askeri aparatını kullanmak zorunda hissederek yüklü bir ekonomik maliyetin altına giriyor? Hem de Ruble bunalımlı günler geçirirken! Gerçek elbette farklı. Suriye Ordusu ve Esad yenilgi üzerine yenilgi alıyor. Devrimin değil – Arapçadaki anlamıyla – “Allah’ın Partisi” olan Hizbullah’ın askeri örgütü parçalanmış bir vaziyette ve Lübnan işçilerinin isyanı, onları daha da zayıflatıyor. Kimsenin ilgisini çekmemiş olabilir ancak Rusya’nın müdahale kararı aldığı günlerde Hizbullah Suriye’den çekildiğini açıkladı. Kısacası Rusya Esad kazandığı için değil, rejim sıkıştığı sahil şeridini de kaybetmesin diye müdahale ediyor.

Rus burjuvazisi biliyor ki, Esad denize döküldüğü anda Ortadoğu’nun insan ve enerji kaynakları üzerinde hiçbir pazarlık kozu kalmayacak. Dünya solu Rus sermayesinin pazarlık kozlarını değil, işçi ve emekçilerin çıkarlarını ölçüt aldığı ölçüde Ortadoğu devrimi güçlenecek, aksi halde karşı-devrimin değirmenine su taşıyacak.

Yorumlar kapalıdır.