Barbarlık döngüsü ya da “Kara Üçleme”

Gazetemizde daha önceden de Fransız yazar Leo Mallet’nin “Kara Üçleme: Hayat Berbat, Güneş Bize Haram, Ecel Terleri” adlı romanına gönderme yapmıştık, takip edenler hatırlar. Kitaba gönderme yapılan ilk yazı, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasında Türkiye’deki politik durum ile ilgiliydi.[1] Bu sefer ise konu IŞİD, Suriye, emperyalizm… Bu kadar kısa bir zaman aralığında Leo Mallet’yi yeniden anmak tabii ki tesadüf değil. Keza zamane dünyasının barındırdığı türlü “berbatlıklar” günden güne katmerleniyor.
“Hayat Berbat”

Son günlerin “berbatlığının” kaynağı ise katliamlar. Suriye’de, Afrika’da ve Avrupa’da… Suriye meselesi her devletin ucundan köşesinden müdahil olduğu bir konu haline geldi. Geçtiğimiz hafta Paris’te IŞİD’in eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği vahşice eylemlerin ardından[2] bu hafta da sırasıyla Nijerya, Kenya ve Mali’de katliamlar oldu. Bir de daha önceden, yine IŞİD tarafından gerçekleştirilen Lübnan (Beyrut), Türkiye (Suruç ve Ankara) , Tunus ( Susa ve Bardo Müzesi) katliamları var. Öte taraftan, Suriye’de Türkiye ve Körfez Ülkeleri tarafından desteklenen radikal İslamcı güçler eylemlerine devam ediyor. Yine Suriye’de, emperyalizm, Rusya (Putin’den anti-emperyalist yaratmaya çalışanlar kusura bakmasın ama gerçekler biraz “berbat”), İran ve daha birçok ülkeden oluşan koalisyon güçleri (son saldırılarından sonra IŞİD’i de vurmaya başlasalar da) “terörizme karşı savaş” adı altında rejim ve radikal İslamcı gruplara karşı mücadele edenleri katletmeye devam ediyor.[3] Ve tabii bir de son beş yılda yukarıda saydıklarımızın toplamından bilmem kaç kat fazlasını katletmiş olan Esad rejimi söz konusu.

Önce IŞİD…

Şeriatçı faşist bir hareket olan IŞİD, kendisinden önceki muadillerine nazaran, örneğin El Kaide, önemli farklar barındırıyor. Öteki cihadçı gruplar sürekli bir gerilla örgütü karakteri taşırken IŞİD kısa sayılabilecek bir zamanda neredeyse bir “halk ordusuna” dönüşüp, uluslararası bir ağa sahip bir devletçik formuna büründü. Bunun arkasında yatan en temel neden ise 2011 yılında demokratik ve acil taleplerle başlayan (iş, ekmek, özgürlük) Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimci sürecindeki geri çekilme. Bir yanda devrilen diktatörler ama ayakta kalan rejimler ya da iktidarını korumak için her türlü yolu deneyen diktatörler, öte tarafta yaşam koşulları günden güne kötüleşen, 2011 yılında kendilerini seferber eden taleplerin hiçbirinin gerçekleşmemiş olduğunu, toplumsal ve ekonomik krizin giderek derinleştiğini gören kitleler. İşte bu “enternasyonalist umutsuzluk” dalgası IŞİD gibi karşı devrimci bir gücün beslenebilmesi için gerekli ortamı yaratmış oldu. Özellikle Irak ve Suriye’de gücünü biriktirmiş olsa da, IŞİD’in Afrika’dan Asya’ya birçok ülkede militan bir tabanı olduğunu da belirtmekte yarar var.

Son döneme kadar Suriye’de IŞİD’e karşı savaşanlar PYD ve rejim ile radikal İslamcı gruplara karşı direnişlerini sürdüren Suriyeli gruplardı. Yeri gelmişken belirtelim, Esad rejimi ile IŞİD arasında şu ana kadar isyancı güçlere karşı hep bir örtülü uzlaşı hakimdi. (Örneğin, ülkenin ikinci büyük cephaneliği olan Palmira yakın sayılabilecek bir zamanda hiç direnilmeden IŞİD’e devredilmişti.) Gelinen nokta da, Avrupa’da artan mülteci krizi ve Rusya’nın Esad rejimine olan desteğini üst seviyeye çıkartması ABD, AB ve bölge ülkeleri arasında “Esad’lı bir çözüm” ihtimalinin yeniden dillendirilmesine yol açtı. Dünya karşıdevrim cephesinin görüşmelerinde ayrım noktalarından en öne çıkan ise IŞİD’in “temel hedef” olup olmayacağı. Bunda örgütün diğer ülkelerde gerçekleştirmiş olduğu katliamlar önemli bir rol oynuyor. Ama tabii bu tartışmalar süredururken 2011 yılından beri rejime ve radikal İslamcılara karşı seferber olan güçler bombalanmaya devam ediyor.

“Güneş Bize Haram”

Peki hedef gerçekten IŞİD’i ortadan kaldırmak mı ya da IŞİD bu şekilde ortadan kaldırılabilir mi? Örgütün Suriye ve Irak dışında gerçekleştirdiği eylemlerin neredeyse hepsi bölgede yaşadıkları bir toprak kaybının ya da geri çekilme sürecinin devamında meydana geldi. Örneğin, Tunus’taki Bardo Müzesi katliamı öncesinde Kobane’yi, Paris saldırısı öncesi ise Şengal’i kaybetmişlerdi. Tabii ki yaptıkları saldırıların tek gerekçesi bu değil ama IŞİD ve benzeri yapılar için bu tip eylemler “rüşt ispatı” ve “marketing” değeri kazanıyor. Katliamlar sonrası artan yabancı düşmanlığı ve Müslüman karşıtlığı dönüp dolaşıp IŞİD’in işine yarıyor.

Şeriatçı faşist hareketin beslendiği birinci noktayı yukarıda belirtmiştik; bölgedeki devrimci kalkışmanın ilerletilememesi, toplumsal ve ekonomik krizin derinleşmeye devam etmesi. Bu hali hazırda IŞİD’in birçok ülkede “bürolarının” oluşmasına neden olmuş durumda. Emperyalizm ve bölge ülkelerinin Suriye’de IŞİD’i birincil hedef olarak göstermesi ve bunun sonucunda örgütün bölgede yaşayabileceği olası mevzi kaybının yaratacağı en yakın ihtimal, örgütün ortadan kalkması değil, kısmi bir geri çekilmeyle civar ülkelerde güç biriktirmesi olacaktır.

Şark sağıyla Garp sağı “paslaşırken”

Ve tabii bir de IŞİD’in saldırılarından kendine pay çıkarmaya çalışan diktatör Esad rejimi var. Beş yıldır ülkesinde bu terör ortamıyla boğuştuğunu dile getirerek, kendisini “anti-emperyalist” gören dünya solunun bir kesiminin de yardımıyla, meşruiyet kazanmaya çalışıyor. 2011’den bu yana demokratik taleplerle seferber olan kitlelere karşı IŞİD’den kat be kat daha fazla katliam gerçekleştirmiş olan kendisi değilmiş gibi!

IŞİD’in eylemlerinden kendisine pay çıkartan ikinci grubu ise Avrupa sağı oluşturuyor. Ekonomik kriz ortamında son 7 yılda yeniden palazlanmaya başlayan Avrupa sağı IŞİD’in katliamları ve mülteci kriziyle birlikte göçmen ve Müslüman karşıtı politikalarla güç kazanmaya devam ediyor. Yine aynı atmosferden ötürü hükümetler nezdinde de Bonapartistleşme ve merkezileşme dalgası tüm hızıyla devam ediyor.

“Ecel Terleri”

Kısacası kapitalizmin barbarlık çarkları daha da hızlı dönmeye başlıyor. Ve bu hız ideolojik kafa karışıklığını da aynı oranda bulandırmaya devam ediyor. Esad’dan ya da Putin’den anti-emperyalist yaratmaya çalışmak bu karmaşanın bir sonucu. Ya da ABD, AB, Rusya ve bölge ülkelerinin Suriye ve genel olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerinde çok farklı pozisyonlarda olduğunu ileri sürmek. Sistemin sınırları içinde düşünmeye, ölümden korkutulup sıtmaya razı edilmeye mahkum ediliyoruz. Suriye’de Esad ya da IŞİD arasında bir seçim yapmaya zorlanıyoruz, sanki 5 senedir bu iki musibete karşı direnmeye çalışan güçler yokmuş gibi! Hali hazırda Halep, Humus, Hama ve İdlib isyancı güçler tarafından kontrol edilmekte.(Tuhaftır ki Rusya’nın en çok bombaladığı yerler bu bölgeler.) Örneğin, İdlib’de bir kent konseyi ve çeşitli sivil inisiyatifler kurulmuş durumda ve El Nusra Cephesi gibi radikal İslamcı grupların bu oluşumların içine girmesine izin verilmiyor.

Barbarlıktan çıkış karşıdevrimin iki yansımasından birini seçmekten geçmiyor. Suriye’de Esad ve radikal İslamcılara karşı direnenlerle, Avrupa’da mültecilerle dayanışmaktan geçiyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu genelinde ise devrimci sürecin içinden geçmekte olduğu devrim-karşıdevrim dinamiği çerçevesinde toplumsal ve ekonomik dönüşümler temelinde bir cevap üretmekten, kitleleri umutsuzluğa ve karşıdevrime mahkum etmemekten geçiyor.

[1] http://iscicephesi.net/gundem/politika/2649-kara-ucleme-hayat-berbat-gunes-bize-haram-ecel-terleri

[2] Konuyla ilgili, seksiyonu olduğumuz İşçilerin Uluslararası Birliği- Dördüncü Enternasyonal ( UIT-CI) bildirisi için bknz. Türkçe: http://iscicephesi.net/uluslararasi/avrupa/2724-isidin-paristeki-terorist-saldirilarini-kiniyoruz . İngilizce: http://www.uit-ci.org/index.php/news-a-documents/991-we-repudiate-the-terrorist-attacks-of-isis-in-paris . Fransızca: http://www.uit-ci.org/index.php/nouvelles-et-documents/993-nous-condamnons-les-attentats-terroristes-de-daech-a-paris- . İspanyolca: http://www.uit-ci.org/index.php/noticias-y-documentos/temas-generales/990-repudiamos-los-atentados-terroristas-del-isis-en-paris .

[3] Bu sadece yakın bir örnek: https://syriafreedomforever.wordpress.com/2015/11/19/russian-bombs-against-civilians-

Yorumlar kapalıdır.