Rusya’nın 30 Eylül’den itibaren Suriye’yi doğrudan bombalamaya başlamasının ardından, Viyana’da başlayan “politik çözüm” görüşmeleriyle birlikte, Rusya, ABD, İsrail, AB ve bölge güçlerinin Suriye halkının mücadelesini boğazlama çabaları yeni bir aşamaya geçmiş durumda. Bir yandan Rusya’nın “IŞİD’e karşı mücadele” adı altında isyancı güçleri ve sivilleri bombalayarak ABD, AB ve bölge hükümetlerini “Esad’lı çözümün” kabülü için diplomatik görüşmelerde bulunmaya çağırması, diğer yandan mülteci krizinin basıncı altındaki AB ülkelerinin “Esad’lı da olsa” bir an önce “politik çözüm”e varılması yönündeki dileklerinin sonucunda; Viyana’da önce 23 Ekim’de ABD, Rusya, Türkiye ve Suudi Arabistan dışişleri bakanlarının katıldığı, bir hafta sonra ise İran, AB ve Körfez ülkelerinin de eklenmesiyle toplam 17 ülkenin dışişleri bakanının katıldığı toplantılar gerçekleşti.
Konferansın amacı, rejimin devamlılığı temelinde isyanın sonlandırılarak bir “politik çözüme” varılması. “Esad’ın gitmesinin” bir önkoşul olarak belirlenmediği konferansta, muhalefetten çeşitli kesimlerin bir “geçiş hükümeti”ne dâhil edilmesiyle Suriye’de “istikrar”ın yeniden sağlanması hedefleniyor. Rusya ve İran, son bir ayda Suriye’ye müdahalesini yoğunlaştırarak, masaya rejimin ve dolayısıyla çıkarlarının daha güçlü bir temsili için otururken; ABD, söylemlerinde Esad’ı eleştirirken, pratikte “istikrar”ın garantörü olarak gördüğü rejimin ayakta kalması için elinden geleni yaparak, Kerry’nin geçtiğimiz ay açıkladığı gibi “Rusya ile Suriye konusundaki ayrımın bazı detaylara ilişkin olduğunu” belirtmekte. ABD, Suriye’deki “öncelikli hedefin” Esad değil IŞİD olduğunu belirtiyor. Bu bağlamda, isyancı gruplara yapılan silah yardımı IŞİD’e karşı kullanılması koşuluna bağlanırken, Rusya ile Suriye hava sahasının kullanımına ilişkin de anlaşmaya varılmış durumda. Merkel ve Fransa dışişleri bakanı Fabius ise mülteci krizinin derinleşmesiyle, Esad dâhil her kesimle müzakere yapılması gerektiğini ifade etmeye başladılar. Kısacası, bütün bu gelişmeler bir gerçeği bir kez daha açığa çıkarıyor: Bir yanda Esad rejimini devirmeye çalışan Batılı güçler, diğer yanda Rusya’nın, İran’ın, Çin’in, Hizbullah’ın oluşturduğu ve Esad rejimini savunan bir “antiemperyalist cephe” bulunmuyor. Söz konusu bütün güçler, bölgenin dinamiklerini radikal biçimde değiştirebilecek bir gelişme anlamına gelen Esad rejiminin Suriye halkının mücadelesi tarafından yıkılmasının karşısındalar. Bu stratejik ortaklık temelinde, söz konusu güçler arasında bölge üzerindeki kendi özel çıkarları doğrultusunda ayrımlar devam ediyor. Kerry’nin “detaylara ilişkin ayrımlar” olarak ifade ettiği bu farklılıklar ve karada güçler dengesinin henüz belirleyici bir nitelikte değişmemiş olmasından dolayı, imkansız olmasa da, bu görüşmelerden bir sonuca varılması şimdilik pek olasılık dâhilinde görünmüyor.
Rusya’nın “IŞİD’e karşı mücadele” altında gerçekleştirmeye başladığı müdahalenin ardından ise, 1 ayı aşkın bir süre geçmiş durumda. Bu dönem içerisinde, IŞİD’in kontrol ettiği Rakka, Deir El-Zor gibi bölgelere neredeyse hiçbir önemli müdahalede bulunulmazken, saldırılar ÖSO güçlerinin kontrol ettiği Halep, İdlib, Humus, Hama gibi bölgelere yoğunlaşmış durumda. Rusya’nın saldırıları, isyancıların kontrolündeki bölgelerdeki yüzlerce sivili ve Sınır Tanımayan Doktorlar gibi örgütlerin de doğruladığı gibi, pek çok hastaneyi de hedef almış durumda. İronik olansa, “IŞİD’e karşı savaş” çerçevesinde, Rusya’nın hava bombardımanları, İran’ın ve Hizbullah’ın karadan askeri desteğiyle, ülkenin belirleyici kenti Halep’in isyancılardan temizlenmesi için rejim kapsamlı bir operasyona girişirken, IŞİD’in Humus kırsalında ilerleyişini sürdürebilmesi ve rejim isyancılara Halep’in güneyinden saldırırken, IŞİD’in de eş zamanlı olarak isyancılara karşı Halep’in kuzeyden saldırılara başlamasıydı.
Son gelişmeler, Suriye devrimi üzerindeki kuşatmayı derinleştirmekte. Rusya’nın ve İran’ın Esad’a askeri desteğini artırmasıyla, baştan itibaren eşit imkanlara sahip olmayan güçler arasında gerçekleşen iç savaştaki denge isyancılar aleyhine bozulmakta. Rejimin gövdesini koruma stratejisiyle hareket edegelen ABD ve AB ise, “uygun bir anlaşma” temelinde “Esad’lı geçiş”e de hazır durumda. Rusya, İran ve ABD arasındaki ayrımların iyiden iyiye silindiği bu dönemde, dünya ve Türkiye solunun önemli bir kesimi ise trajik biçimde, Putin’i ve Esad’ı “antiemperyalist liderler” olarak parlatma çabalarına devam ediyor.
“Esad’a, IŞİD’e, emperyalizmin ve Rusya’nın bombardımanlarına hayır!” Suriye’deki “gerçek çözüm”ün temeli bu açık ve zorlu formülde yatmaya devam ediyor.
Türkiye Rojava’dan elini çek!
Suriye Kürdistanı’nı kontrol altında tutan PYD ve YPG’yi “terörist örgüt” olarak ilan eden Saray ve AKP hükümeti, “Kobane düştü, düşüyor!” politikasından ders almamış olacak ki, Rojava’ya dönük saldırgan tutumunu sürdürüyor. IŞİD’in komşuluğundan rahatsızlık duymayan AKP hükümeti, YPG’nin kontrolü altındaki Tel Abyad’ı bombalayarak, YPG’nin Türkiye sınırında IŞİD’in elinde kalan son bölge olan Cerablus’a ilerlememesi için mesaj verme çabasında. Suriye’de mezhepçi ve ırkçı politikaları hüsrana uğrayan AKP, içeride ve dışarıda saldırganlığı artırarak iflas eden politikalarını örtme çabasında.
Yorumlar kapalıdır.