Burjuva demokrasilerinde seçimler genellikle sınıflar mücadelesinin –çarpıtılmış da olsa- belirli bir yansımasını verir. İspanya’daki 20 Aralık genel seçimlerinde de öyle oldu. Sistemin çürümüşlüğünden ve ekonomik krizden yorgun düşen kitleler, otuz beş yıldan beri ülkeyi değiş-tokuş yöntemiyle yöneten iki geleneksel ana partiyi ağır biçimde cezalandırdı. İktidardaki Halk Partisi (PP-Partido Popular) 3 milyon ve 63 milletvekili; ana muhalefet olan Sosyalist Parti ise (PSOE-Partido Socialista Obrero Español) 1.5 milyon oy ve 30 milletvekili kaybederek seçimden yenilgiyle çıktılar. Bu iki parti henüz ilk iki sırayı işgal ediyorlar, ama hiç biri tek başına ya da bir diğer partiyle hükümeti kuracak güce sahip değil. Bu bize üç yıl önce Yunanistan’da yaşanan politik süreci anımsatıyor. Orada da muhafazakâr Yeni Demokrasi partisi 2012 seçimlerinde sadece %19’luk oy oranıyla birinci olmuş, sosyalist PASOK ise her dört seçmeninden üçünü yitirerek üçüncülüğe düşmüştü. O seçimlerin yıldızı, oy oranını %4.6’dan %16.8’e yükselten Syriza olmuştu.
Madrid üzerinde yükselen yıldız ise, üç yıl önce tüm İspanya devletini sarsan 15 Mayıs Öfkeliler hareketinin mirasçısı olduğunu iddia eden Podemos oldu (Obama’nın ünlü “Yes we can” sloganının Kastilyancaya çevrilmiş haliyle “Yapabiliriz” anlamında). Burjuva basının bütün “sistem karşıtı”, “antikapitalist”, “ayrılıkçı” karalamalarına karşın 5.22 milyon oy toplayan Podemos neredeyse kilit parti haline dönüştü. İşin garibi, Podemos ne sistem karşıtı, ne antikapitalist, ne de ayrılıkçı. Sadece rejimin çürümüşlüğüne ve yolsuzluklarına, antidemokratik uygulamalarına, kemer sıkma politikalarına karşı toplumsal tepkiyi dile getiriyor. Eğer kitleler burjuva basının suçlamalarına gerçekten inanmış ve buna rağmen (ya da bizzat bunun için) Podemos’a yönelmişlerse, rejimi çok daha korkunç bir gelecek bekliyor demektir!
Podemos ayrılıkçı değil, ama İspanya devletindeki tüm farklı ve azınlık ulusların (Katalanlar, Basklılar, Galiçyalılar) Anayasa’da yer almayan kendi kaderlerini tayin hakkını savunuyor ve destekliyor. Katalonya’da bir referandumun yapılmasını talep ediyor; bununla birlikte olası bir referandumda Katalanların ayrılması karşıtı oy kullanacaklarını söylüyor. Bu tutumuyla da Katalonya ve Bask’ta birinci, Valensiya, Balear adaları, Galiçya ve Kanarya adaları otonom bölgelerinde ikinci parti olarak zafer kazanması şaşırtıcı olmadı. Onda yansıyan milyonlarca oy, bu bölge halklarının ayrılık istememekle birlikte kendi kaderlerini özgürce belirleme yolunda yeni anayasal haklar talep ettiklerinin göstergesi oldu.
Podemos antikapitalist de değil, ama emekçi yığınları sefalete sürükleyen Avrupa Birliği (daha doğrusu Almanya) merkezli kemer sıkma politikalarına sosyal refahçı bir bakış açışıyla karşı çıkması; sağlık, eğitim ve kamu kuruluşlarındaki özelleştirmeleri eleştirmesi; işten çıkarmalara, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarına itiraz etmesi; AB politikalarını sorgulaması, vb. onun işçi-emekçi oylarını kendinde toplamasının ana nedenlerini oluşturdu. Özellikle Katalonya’da, son belediye seçimlerinde sağcı Yurttaşlar partisinin (C’s – Ciudadans) ağırlık kazandığı proleter merkezlerde (Kızıl Kuşak) Podemos’un büyük farkla birinci parti olması işçi sınıfının geleneksel sol eğilimini tekrar ortaya koyduğunun işareti oldu. Podemos aynı şekilde Madrid proletaryasını da kendi çevresinde toplayarak PP’nin ardından ikinci parti konumuna yükseldi.
Seçimlerin sonucunda parlamentonun arz ettiği parçalanmış yapı ve Podemos’un yükselişi burjuvaziyi ve Brüksel’i hayli tedirgin etmiş durumda. Öyle ki, sadece İspanya’nın önde gelen patron kuruluşları değil, Merkel ve AB başkanı Junkers de, ülkede “istikrarın” sağlanabilmesini temin etmek için iki “büyük” partinin (PP ve PSOE) bir “büyük koalisyon hükümeti” kurmalarını istemeye başladılar. Ama PSOE’nin, kitlelerce nefret edilen ve milletvekillerinin üçte birini kaybetmiş bir partiye koltuk değneği olması, Podemos karşısındaki eriyişini hızlandırıp tamamen yok olmanın eşiğine getireceği çok açık. Bu nedenle de sosyalist lider Pedro Sanchez, şimdilik Mariano Rajoy’un (PP) önerisini kabul etmemekte. Amacı, eğer başarabilirse, Podemos ve onun yanı sıra bazı diğer küçük sol ve ayrılıkçı olmayan ulusalcı partilerle bir “geçiş hükümeti” kurmak. Ne var ki Podemos’un Katalonya’da referandum şartı, İspanya’nın birliğini savunan gelenekçi PSOE için ciddi bir engel oluşturmakta.
Seçimlerde çok daha büyük kayıplar vermesi beklenen PSOE’nin bu çözülüşünü biraz frenleyebilmiş olması ve Podemos’un burjuvazinin büyük ümitler bağladığı liberal sağ Yurttaşlar partisini aşağılara itip güçlü bir biçimde öne fırlaması, İspanya’da bir sağ hükümet bekleyen ve isteyen çıkar çevrelerini önemli bir moral bozukluğuna sürükledi. Buna karşılık bu durum, emekçi yığınlarda son yıllarda gözlemlenen hareketsiz ve kaderci ruh halinin sona ermekte olduğuna işaret etti. Buna Katalonya’daki bağımsızlıkçı ulusal hareketin gücü de eklenince, İspanya monarşisini güç günlerin beklediğini söylemek yanlış olmaz.
Yorumlar kapalıdır.