Emek sömürüsüne, erkek egemenliğine, kadına yönelik şiddete ve katliamlara karşı örgütlü mücadelemizi yükseltelim!

8 Mart 1857 yılında, New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40.000 kadın, günlük 16 saat olan çalışma düzeninin 10 saate düşürülmesi ve ücretlerin arttırılması için greve çıkma kararı almıştı. Fabrika sahiplerinin de desteği ile polis, işçilere saldırmış ve binlerce işçiyi fabrikaya kilitlemişti. Bu esnada çıkan yangın sonucunda ise fabrika içerisinde kilitli kalan 129 kadın yanarak hayatını kaybetmişti. 1910 tarihinde, uluslararası bir toplantıda bir araya gelen mücadeleci kadınlardan biri olan Clara Zetkin; 8 Mart 1857 tarihinde tekstil fabrikası yangını esnasında yaşamını yitiren kadın işçilerin anısına, 8 Mart’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılması için bir öneri getirdi. Oybirliği sonucunda kadınlar, her yıl aynı gün tüm dünyada mücadelelerini bir kez daha yükseltmek adına 8 Mart tarihinde karar kıldı. Bugün geriye dönüp baktığımızda ise, sistemin, 1857 yılından bu yana geçen 159 yıl içerisinde biz kadınlar için sunduğu koşullarda ciddi bir değişikliğin olmadığından söz etmek mümkün.

2016 yılının ilk “müjde”lerinden: esnek çalışma ve özel istihdam büroları

Yılın ilk günlerinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, esnek çalışma ve özel istihdam büroları konusunda bakanlık olarak çalışmalarına hız verdiklerini açıklamıştı. Nitekim Ocak ayının sonunda, doğum yapan işçileri kapsayan tasarı Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasallaştı. Bu yasa kapsamında ise kadınlara sunulan “müjdeler” şu şekilde özetlenebilir: kadınlar doğum izinlerini tamamladıktan sonra dahi yarı zamanlı olarak çalışabilecek, doğum izninden sonra 6 aya kadar ücretsiz izin alabilecek, doğum yapan işçinin yerine bir işçi “kiralanabilecek” fakat izne ayrılan işçinin dönmesi ile kısa süreli olarak çalışan kişinin işine son verilecek.

Kadını aile üzerinden tanımlayan ve kadın emeğini “eve katkı” olarak niteleyen rejimin müjde olarak sunduğu düzenlemeyi, kadının ekonomik ve sosyal haklarına yönelik yeni bir saldırı dalgası olarak adlandırmak mümkün. Öyle ki, yarı zamanlı çalışmayla birlikte sigorta primlerimiz, yine bizlerin maaşlarından yapılan kesintilerle oluşan işsizlik fonundan karşılanacak. Patronların, biz kadın çalışanları ücretsiz olarak izne çıkarmalarının önü açılacak. Herhangi bir işte güvenceli ve sendikalı olarak çalışmak ise hiçbir şekilde mümkün olmayacak. Dolayısıyla devletin, ekonomik ve sosyal haklarımıza yönelik yeni bir saldırısıyla karşı karşıyayız.

Bir “müjde” de Diyanet’ten…

Ocak ayının ilk günlerinde, Diyanet’e bağlı fetva hattı olan Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu’nun evlilik başlıklı bölümüne gönderilen bir metinde “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” sorusuna yer verildi. Platform yetkilileri ise soruyu, “Bazı mezheplere göre babanın şehvetle kızını öpmesi ya da ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur. Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek şehvet duyması bir tür haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın 9 yaşından büyük olması gerekir.” şeklinde cevaplandırdı. Ensest ilişkileri adeta meşrulaştıran fetvanın ardından ise pek çok bölgeden babaları tarafından tecavüze uğrayan kız çocuklarına yönelik haberler gelmeye başladı. Geçtiğimiz günlerde ise Bağdat Caddesi’nde, evine yürüyen üniversite öğrencisi genç bir kadın tecavüze uğradı. “Gece sokakta tek başına ne işi vardı”, “Bir kız o saatte sokakta gezerse böyle olur”, “Marka değeri olan bir caddeyi harcamayın” şeklinde yapılan yorumlar ise sistemin kadına yönelik şiddeti meşru bir zemine oturttuğunun bir göstergesi. Öte yandan kadın katillerine her geçen gün yenileri eklenmeye devam etti. “Akli dengem yerinde değildi” şeklinde savunmaların yapıldığı davalarda; haksız tahrik ve iyi hal indirimleri ile katiller, cezalandırılmak yerine adeta “teşvik edildi”. Dolayısıyla yaşananlar, rejimin bizzat kendi kurumları ile kadınlar üzerinde küçük yaşlardan itibaren kurduğu beden ve kimlik sömürüsüne devam ettiğinin bir kanıtı niteliğinde.

Çözüm süreci “müjde”sinin ardından…

Aylardan beri Kürt illerinde süregelen sokağa çıkma yasaklarının ve askeri operasyonların bugün geldiği nokta bir katliam bilançosu niteliğinde. Öyle ki; Silopi’de komşusuna giderken vurulan Teğbet İnan’ın cenazesi bir hafta boyunca sokakta kaldı, Cizre’de günler boyunca bir binanın bodrum katında hastaneye kaldırılmayı bekleyen yaralıları almak için beyaz bayraklarla yürüyüşe geçen 11 kadın gözaltına alındı, Sur’da 3 aylık Miray bebek başından vuruldu, 7 aylık hamile olan Güler Yamalak karnından vuruldu ve bebeğini kaybetti, Cudi Mahallesi’nde yaşayan Hediye Şen devlet güçlerince açılan ateş sonucunda yaşamını yitirdi, çatışma ortamının yarattığı koşullar sebebiyle Diyarbakır’da bir kız çocuğu kaçırıldı ve tecavüze uğradı, binlerce insan evlerini terk etmek durumunda kaldı. Çözüm sürecine kanlı bir savaş başlatarak son veren ve Kürt halkına siyaset hakkı tanımayan; başta yaşam hakkı olmak üzere her türlü demokratik ve sosyal hakkı ihlal eden hükümet; başkanlık sistemini bölgede katlettiği yüzlerce kadın ve çocuğun üzerinde inşa etme gayreti içerisinde.

159 yıl sonra bugün gelinen nokta

159 yıl önce patronlar ve devlet güçleri tarafından fabrikaya kilitlenip, diri diri yanmaya mahkûm edilen kız kardeşlerimizin yaşadıkları, bugün bizlere bir kez daha kimlere ve neye karşı mücadele ettiğimizi hatırlatmakta. Bizler bugün; kreş talebimizi bir kez daha yükseltirken, esnek çalışma ve özel istihdam bürolarıyla karşılaşıyoruz, kadın katillerinin müebbet ile yargılanması için mücadele ederken Diyanet’in fetvalarını okuyoruz, yaralılara yardıma giderken devlet güçlerine ateş etmemeleri için beyaz bayrak çektiğimizde ise gözaltına alınıyoruz. Biz kadınlar sevecen ve pasif yapılı olduğumuz için değil, yaşanan katliamların durması ve emekçi halkların özgürlüğü için devletin savaş politikalarına son diyoruz!

Biz kadınlar “kadının yeri evidir” anlayışına karşı işyerlerinde kreş, eşit işe eşit ücret ve iş güvencesi istiyoruz!

Biz kadınlar kadına yönelik şiddet son bulsun diye geceleri de, sokakları da meydanları da terk etmiyoruz!

Biz kadınlar inanıyoruz ki; takındığımız bu politik tavrı ancak ve ancak örgütleyebildiğimiz takdirde kitleselleştirebiliriz, emeğimizin, bedenimizin ve kimliğimizin sömürülmediği bir dünyayı ancak ve ancak örgütlü bir mücadele verebildiğimiz takdirde inşa edebiliriz. 8 Mart’ta alanlara!

Yorumlar kapalıdır.