Latin Amerika: Emperyalist gericiliğin darbesi mi?

Dünya solunun neredeyse on yıldan beri belirli bir hayranlık ve umutla gözlediği bir dizi Latin Amerika “sol” iktidarı sarsıntılı bir güç döneme girmiş durumda. Chavezci parti (PSUV) Venezuela’da seçimleri kaybetti, başkan Maduro’nun yönetimi düştü düşecek; Arjantin’de sol Peronizm diye anılan Kirchnerci iktidar da seçimleri kaybetti; Brezilya’da İşçi Partili (PT) devlet başkanı Dilma Rousseff parlamento tarafından azledildi, efsanevi lider Lula yolsuzlukla yargılanıyor. Bolivya’da Evo Morales’in hükümeti yerli halkın seferberlikleriyle baş edemiyor. Peru’da Humala’nın “ulusalcı halkçı” yönetimi iktidarı eski diktatörün kızı Fujimori’ye kaptırmak üzere… Örnekler çok ve eğilim belirgin: bugüne değin kendilerini “Sol” ve/veya “halkçı” olarak tanımlamış akımlar ve partiler kitleler tarafından reddediliyor ve iktidardan uzaklaştırılıyor.

Dünya solunun, bu akımları on yılı aşkın bir süreden beri ideolojik ve politik bir referans olarak kabul etmiş olan kesimleri bugün şaşkınlık içinde yön kaybı yaşıyor. Kitlelerin neden bu iktidarlara sırt çevirdiğini, neden onlara karşı ciddi mücadelelere girmiş olduklarını dikkate almadan tek bir ağızdan yargıda bulunuyorlar: “Emperyalist gericilik solcu yönetimlere karşı darbe yapıyor”, diye feryat ediyorlar. Bu savlarını dayandırdıkları tek gerekçe de, bu ülkelerde iktidar alternatifinin liberal sağcı partiler olması. Bu ülkelerdeki kitleleri gerçek bir sosyalizme doğru yönlendirecek kitlesel devrimci partilerin neden bulunmadığını soruşturmuyorlar bile. Zira bunu yapsalar, kendi tarihsel ihanetleri açığa çıkacak.

Biz devrimci Marksistler (Troçkistler), daha başından itibaren halkçı sol görünümlü Peronculuğun, Lulacılığın, Castro-Chavezciliğin kitlelerin liberal burjuva iktidarlara karşı ayaklanmasının ürünü olarak iktidara geldiklerini, ama amaçlarının bu ayaklanmaları birer işçi ve halk iktidarına, sosyalizme doğru yönlendirmek değil, belirli tavizlerle kontrol altına almak olduğunu ısrarla vurguladık. Temel sanayi sektörlerinin ve bankaların devletleştirilmesi, dış borç ödemelerinin durdurulması, dış ticarette devlet tekelinin sağlanması ve tüm ekonomi üzerinde işçi ve halk denetiminin kurulması olmaksızın yarı sömürge ve bağımlı ülkelerin küresel kapitalizmin, çokuluslu şirketlerin ve dünya ekonomisindeki emperyalist egemenliğin karşısında direnemeyeceklerini hep belirttik.

Ama Stalinist dünya imparatorluğunun çöküşüyle birlikte referans kaybına uğrayan dünya solunun oldukça büyük bir kesimi, kendini “vahşi kapitalizmin insancıllaştırılmasıyla” ve halka (daha doğrusu onun bir bölümüne) çok kısmi eğitim ve sağlık hizmetlerinin verilmesiyle sınırlayan bir “sosyalizm” anlayışını günün “özgürleşme” teorisi olarak kabul etti. XXI. Yüzyıl Sosyalizmi adını verdikleri bu teorinin küresel kapitalizmin, neoliberalizmin alternatifi olamayacağını ve kitlelerin isyanını bir süreliğine yatıştırmaktan öteye geçemeyeceğini görmemekte, kabul etmemekte ısrar ettiler. Ve işte o süre bitti. Yaşamlarında gerçekte bir değişiklik olmadığını, hatta ekonomik durumlarının daha da kötüye gittiğini fark eden kitleler sahte sosyalizm anlayışından kopuyorlar. Küçük burjuva sosyalistleri ise şaşkınlık içinde feryat ediyorlar: “Bize karşı darbe yapılıyor”, diye. Kitlelerin kızgınlığını, seferberliğini ve oylarını “emperyalist darbe” olarak tanımlıyorlar. Bu noktaya kadar düşmüş durumdalar.

Venezuela’da Chavez (sonrasında Maduro), Bolivya’da Evo Morales, Ekvador’da Rafael Correa, Peru’da Ollanta Humala, Brezilya’da Lula ve Rousseff, Arjantin’de Kirchnerler, vs. kendi yönetimleri altında neoliberalizmin bütün uygulamalarını hayata geçirirken, ülke kaynaklarını çokuluslu şirketlerin yağmasına açarken ve işçi, emekçi ve yerli halk hareketlerine vahşice saldırıp sendikacıları, yerel liderleri katlederken Sahte Sol olayları sadece izlemekle yetiniyor, tek bir protestoda bulunmuyordu. Üstelik bu iktidarların giderek diktatoryal eğilimler kazanması, kendi çevrelerinde yolsuzluklarla zenginleşmiş yeni çıkar katmanları oluşturması ve bu kesimlerin tüm devlet kurumlarını kendi menfaatleri doğrultusunda ve yasadışı şekilde kullanmaları karşısında sessiz kalıyordu. Sahte Solun gündeminde asla bu yönetimler karşısında kitlelerin taleplerini savunan gerçek devrimci sol alternatifler yaratmak bulunmadı. Böyle bir alternatifin bulunmadığı zaman işçi ve emekçi kızgınlığının seçimlerde bu yönetimlere karşı protesto oylarına dönüşebileceğini ve bundan sağ neoliberal partilerin yararlanabileceğini öngöremedi.

Şimdi kitlesel protestolar karşısında sallanmakta ve yıkılmakta olan XXI yüzyıl sosyalizmi iktidarlarına karşı emperyalizmin darbe yaptığı söyleniyor. Hayır, emperyalizm darbe yapmıyor, son derece zeki bir biçimde bu yönetimlerin alternatiflerini hazırlıyor. Emperyalizm, Arjantin’deki 2001 halk ayaklanmalarıyla Latin Amerika’da başlayan devrimci süreci Kirchnerlerin, Lulaların, Chavezlerlerin, hatta Castro’nun yardımları ve aracılığıyla frenleyip gerçek bir kıtasal devrim haline gelmesini önlemeyi başardı, ufak tefek sürtüşmelere karşılık sürekli olarak onlarla işbirliği yaptı. Şimdi bu iktidarların sonu yaklaşıyor ve emperyalizm kitle protestolarının yeni devrimci gelişmelere yol açmaması için alternatifler arıyor ve geliştiriyor.

Ve Sahte Sol bu gelişmeleri hâlâ melankolik bakışlarla, üzgün bir biçimde izlemekle, emperyalizmden şikayet etmekle yetiniyor. Oysa zaman devrimci alternatifin geliştirilmesi zamanı. Sloganımız “Cristina-Macri; Rousseff-Temer; Maduro-Capriles: Hepiniz Defolun!”dur. Tüm samimi devrimcileri Bonapartist ve neoliberal Latin Amerika yönetimleri karşısında devrimci sosyalist alternatifi geliştirmek üzere 4. Enternasyonal bayrağı altında toplanmaya çağırıyoruz!

Yorumlar kapalıdır.