ABD seçim sonuçları kapitalizmin krizini hafifletmeyecek, derinleştirecek

8 Kasım 2016 tarihinde gerçekleşecek olan ABD başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den Hillary Clinton ile Cumhuriyetçi Parti’den Donald Trump yarışıyorlar. Clinton da Trump da, ABD’nin Soğuk Savaşı döneminde yoğunlaşan anti-komünist demagojiyi aratmayacak şekilde, oldukça sağcı ve işçi düşmanı kampanyalar yürütüyorlar. Geçtiğimiz haftalarda kendi ekonomi politikalarının içeriğini açıklayan adaylar, Amerikan kapitalizminin varlık koşullarını yerine getirmek üzere ellerinden geleni yapacaklarını deklare etmiş oldular. Trump varlıklı sınıflar için alt sınıflardan vergi kesiminin arttırılması gerektiğini söylerken, Clinton bankalara servet aktarımının istikrarını savundu. Bu ifadelerin anlamı, 2008’de patlak veren finans krizinin, adayların iddia ettiklerinin tersine bu seçim sonuçlarıyla birlikte asla aşılamayacağı ve aksine, işçiler aleyhine derinleşeceğidir.

Clinton ile Trump’ın münazaralarda kullandıkları tüm argümanlar, kampanyaları için seçtikleri bütün sloganlar, kitlesel taleplerin karşısında gözlerinin endişe ile baktığı her an 2008 finans krizinin konjonktürel bir geri çekiliş değil, yapısal bir çöküş olduğunu ve bu çöküşün önüne hala geçilemediğini gösteriyor. Clinton’ın da Trump’ın da son dönemde yaşanan ve polis tarafından işlenen siyah cinayetlerinin karşısında güvenlik aygıtlarını savunmaları ve ikisinin de Ortadoğu’da ABD’nin askeri varlığını güçlendirmeyi hedeflemeleri, krizden etkilenen milyonların çıkarlarına karşıt olarak, kendilerini finanse eden lobilerin pazar egemenliklerini güçlendirmek için çalışacaklarını gösteriyor. Bu durum aslında siyasal basirete sahip olduğu düşünülen bir egemen sınıfın, çürümüşlüğünü ve alternatifsiz kalışını gözler önüne seriyor.

Birleşik Devletler krizi kısmen Avrupa’ya ihraç etmiş olsa da, ekonomik veriler ve siyasal durum Beyaz Saray iktidarının temellerini şiddetli bir şekilde sarsıyor. Yoksullaşma eğilimleri, ekonomik durgunluk, kalıcı kitlesel işsizlik, emekçilerin büyük kesiminin yaşam koşullarının kötüleşmesi, siyahlara dönük sistematik devlet şiddeti ve aile bütçelerinin çöküşü bir gerçeklik olarak hala ortada. ABD’nin yüksek prestijli devlet kurumları, işten atılan bir otomotiv işçisinin sallanan yumruğundan çekiniyor, onun öfkesinden sakınmak için miadı dolmuş bütün eski önerilerini masaya çözüm olarak getiriyor. Ancak bu uğraş, anlamlı sonuçlar verebilme yeteneğinden yoksun. Finans kuruluşları ekonomik büyümenin bu yılın geri kalanında ve gelecek yıl için yüzde 2 olacağını öngörüyor. Bu öngörü, seçim yarışı başlamadan ve Sanders’ın adaylığı ile su üzerine çıkan birikmiş öfke patlak vermeden önceki tahminlerden çok daha düşük bir oran. Yine aynı finans kuruluşlarına göre 2000 yılından bu yana, ABD’deki ortalama gelir yüzde 7 azalmış, emeğin gelirler içindeki payı da yüzde 66’dan yüzde 61’e gerilemiş durumda. Elbette gerçeklik, bir finans kurumunun raporlarında ifade edildiğinden çok daha radikal.

Bu fazlasıyla iyimser tahmin, ABD ekonomisinin, bir bütün olarak dünyada artan ekonomik istikrarsızlıktan ve siyasi krizden önemli ölçüde etkilenmeyeceğini varsayıyor. Britanya’nın AB’den ayrılması, Avro ülkelerinin bu yılki ekonomik büyümelerinin yalnızca yüzde 1,6’yı bulacağı tahmini, finansal spekülasyon ve İngiltere’de konut piyasası balonunun çökmesi ile kıta Avrupa’sının bankalarında mali bir buhranın baş göstermesi ABD Merkez Bankası’ndan tedirginlikle izlenen gelişmeler. Zira Avrupa’ya kısmen ihraç ettikleri krizin, bir bumerang refleksi göstererek gerisin geri kendilerine dönebileceğinin farkındalar. Bu farkındalık onları politik, ekonomik ve askeri olarak saldırganlaştırıyor.

ABD seçim sonuçları ne olursa olsun yükselen silahlanma eğilimlerini, kitlesel işten çıkarmaları, ücretlere gerçekleştirilen saldırıları, polis şiddeti ile anti-demokratik uygulamaları durdurabilecek bir programın zaferiyle taçlanmayacak. Büyük tekeller, borsalar, bankalar ve onların hükümetleri ile temsilcileri bu taleplerin altında ezilmeye ve topallamaya başlayalı çok oldu. Bu taleplerin gerçek sahipleri olan işçilerin kendi öz örgütlenmelerini yaratmaları, yereller arası sendikal koordinasyonların kurulması ve milyonların kendi geleceklerini, Beyaz Saray’daki koltukta oturan isimlere emanet etmek yerine kendi ellerine almaya başlaması, uluslararası sosyalist akımların bir görevi olarak karşılarında duruyor.

Yorumlar kapalıdır.