El Bab: Kapıdaki düşman!

“Biz oraya Esed’in hükümdarlığına son vermek için girdik, başka bir şey için değil.”

(Recep Tayyip Erdoğan)

15 Temmuz’un yarattığı devlet krizi, bu krizin yeni koşullarda bürünebileceği kaos ihtimali, egemen sınıf saflarında olağanüstü bir telaşa yol açmış durumda. Bu kaos içerisinde, “Erdoğan Rejimi,” ayakta kalmakta zorlanan sisteme, “Ben varım, bana güvenin!” diyerek abanıyor, ona destek olunursa bir biçimde düzlüğe çıkılacağı inancını yaratmaya çalışıyor, zayıf ve şaşkın rakiplerini “oldu bittiyle” teslim olmaya zorluyor.

Bu hedefe ulaşmanın onun açısından neredeyse içgüdüsel olarak kullanılan iki taktikten geçtiği anlaşılıyor; gerçekte her iki taktik de iç kamuoyunun seferber edilmesine dönük ve son derece tehlikeli.

İlk olarak içeride kutuplaştırmacı ve gerilimi artırıcı bir savaş dilinin kullanımı söz konusu. Muhalefet dinamiklerine uygulanan dizginsiz bir şok doktrini paketiyle at başı gidiyor bu süreç.

İkinci adımda ise, Erdoğan olağanüstü sıkışık koşullarda emperyalizm arasındaki çatlaklara oynayarak, “Batı” ile ilişkilerde daha geniş bir “oyun alanı” kazanmaya çalışıyor.

Peki, bu şartlar altında uzun zamandır zam yüzü görmemiş, beş ay önce ağır bir askeri darbe travması yaşamış, son üç ayda yabancı para birimleri karşısında kendi alım gücü %20’nin üzerinde değer kaybetmiş bir Türkiyeli emekçinin kaderini Kilis’in tam karşısında yer alan Suriye’nin Halep vilayetine bağlı 35 bin kişilik “El Bab” kasabasına bağlayan şey ne?

Sınırlara dayanmak…

Aslına bakılırsa Saray Rejimi iktisadi ve politik açıdan olduğu gibi artık, askeri açıdan da sınırlarına dayanmış durumda. Erdoğan Suriye konusunda uzun zamandan beri tehlikeli sularda yüzüyor. Unutmayalım ki, iş bir ara, bölgeye doğrudan askeri güçler ile müdahil olabilmek için NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getireyim derken, Rus uçağının düşürülmesine kadar vardı.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından, ABD ve Rusya’nın icazetiyle 24 Ağustos’ta “Fırat Kalkanı” adlı operasyonla bölgeye giren Türkiye, ilk olarak Halep’in kuzeyindeki Azez-Cerablus hattında IŞİD güçlerini süpürdü ve güneye doğru ilerledi.

TSK,  Suriye’de yaklaşık 35 km derinliğe indikten sonra, belli ki daha fazla ilerlemesi imkânsız bir alana çakıldı, kaldı. Üstelik aynı rahatlıkla geri dönebileceği de kesin değil.

Türkiye’de yaşayan ve alınterinden başka serveti olmayanları bekleyen ortak tehdit şu; Türkiye Erdoğan sayesinde artık komşu ülke topraklarında fiili bir işgal gücü, uluslararası ölçekte IŞİD destekçisi olmakla suçlanıyor, üstelik arkası da artık pek sağlam değil…

Erdoğan rejiminin öncelikli hedefi bölgedeki Kürt oluşumu PYD-YPG varlığına son vermekti. Bu içerideki müttefikleri kendi projesi etrafında bir arada tutabilmek için hayati önem taşıyan bir başlık. Lakin bu hedefin ölümcül sonuçları olabilir. Zira YPG’yi desteklediği için en yakın müttefiki ABD ile gerilim yaşayan Türkiye’nin bu hedefleri, Rusya, İran ve Suriye’yle de fazlasıyla çelişiyor.

El Bab’a gelince; bu kasaba Halep merkezinin kuzey doğusunda, Menbic, Halep ve Afrin arasında merkezi konumda yer alıyor. Bu üç merkez arasındaki geçiş güzergâhları El Bab’ta kesiştiği için El Bab’ın kontrolünü alan taraf, bölgedeki “trafiği” daha rahat yönetecek konuma gelecek.

Kuzeyden Türk Silahlı Kuvvetleri destekli birlikler, doğu ve batıdan DSG/YPG güçleri, güneyden ise Suriye Rejimi…

Görüldüğü gibi “El Bab”, pek çok askeri gücün stratejik bir vuruş yapabilmek için karşı karşıya geldiği askeri bir gerilim noktasına dönüşmüş durumda.

Öte yandan Saray rejimi, Fırat Kalkanı iznini koparabilmek karşılığında, Suriye’de kullandığı İslamcı vassallarına verdiği desteği kesmek zorunda kaldı; sivillere yönelik korkunç bir katliamı beraberinde getiren Rus bombardımanıyla birlikte, Suriye ordusunun Halep’teki işi de kolaylaşmış oldu.

Şimdiye kadar Suriye’de attığı adımlar konusunda sadece Amerika ile koordinasyon kuran Türkiye, Fırat Kalkanı izninden sonra bu kez de Rusya’ya bağımlı hale geldi.

Erdoğan’ın Fırat Kalkanı’nı El-Bab’a, oradan Menbic’e hatta Rakka’ya uzatabileceği mesajının ardından El-Bab yakınlarındaki Türk askerlerinin “Suriye rejim güçlerince gerçekleştirildiği değerlendirilen” bir hava saldırısına uğraması, Fırat Kalkanı’nda oyun kurucunun kim olduğunu görmemize dönük bir işaret sayılabilir.

Şu günlerde, Fırat Kalkanı, Türkiye’yi “müttefiki olması gereken” ABD’den çok bölgesel “rakip” konumundaki Rusya ve İran’a bağımlı kılıyor. Türkiye’yi Suriye üzerindeki iddialarından vazgeçmeye zorluyor.

Erdoğan’ın saray rejimi iyiden iyiye sıkıştığı kapandan çıkabilmek için bir tür askeri zafer elde etme uğraşında; ama bu askeri zaferi yabancı güçlerin icazetine bağladığı için de giderek daha fazla kapana kısılıyor. Erdoğan rejimi bu kapanın yıkıcı etkisinden kurtulmak için tekrar ABD emperyalizminin desteğini talep ederse şaşmayın.

Yorumlar kapalıdır.