“NO” filminin yalanları: Şili’de “Hayır” nasıl kazandı?

Bu film, gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan aşırı bir basitleştirme. Güçlü bir sendikal ve öğrenci hareketi olan, katı siyasal partilere ve aktif bir insan hakları hareketine sahip politik olarak sofistike bir ülkede 15 yıllık diktatörlüğün ardından, birdenbire Meksikalı reklamcı bir adamın kaykayı ile gelip ‘Beyler, aslında yapmanız gereken şey şu’ demesi; işte bu bir karikatür. Yaşananlar böyle değildi. Eğer böyle olsaydı, bu gerçekten muhteşem olurdu ve Washington’da veya New York’ta bürolar açardık ve her yerde diktatörleri devirirdik. Bu gerçek olmayacak kadar iyi.

Genaro Arriagada, Şili’de 1988 tarihli “Hayır” kampanyasının yöneticisi, 1969 tarihli “Şilili İşverenlerin Oligarşisi” kitabının ve 2014’te yayımlanan “Troçki ve Marilyn” başlıklı romanın yazarı.(1)

Türkiye, bir “tek adam” rejimi anlamına gelecek olan anayasal değişiklikleri oylamak adına referanduma gidiyor. Süreç bekleneceği üzere yoğun bir niteliğe sahip. Lenin’in ifadesiyle birkaç haftaya seneler sığıyor. Başkanlık sistemine destek anlamına gelen “Evet” kampanyası ufak adımlarla da olsa başladı bile. Kampanya yeni başlıyor diyoruz ancak elbette, 7 Haziran 2015 tarihinden bugüne Türkiye’nin üzerine bilinçli olarak çöken kara bulutların bütünü, Başkanlık rejimine sosyal rıza yaratmanın çabalarıydı. Bu rıza kanla ve gözyaşıyla yaratılmaya çalışıldı, yine de başarıya ulaşılamadı. Referanduma dek olan süre boyunca Saray’ın bu rızayı, belirli kesimlere havuç göstererek, belirli kesimlere ise sopa kullanarak üretmeye çalışmaya devam edeceği açık.

Referandum sürecinin bir de “Hayır” cephesi var. Cephe diyoruz ancak bu organik bir birleşime sahip olduğu için değil. Birçok farklı siyasal ve sosyal sektör, birçok faklı argümanla “Hayır” kampanyasına başlamış durumda. Nasıl “Hayır” denmesi veya neden “Hayır” denmesi gerektiği üzerinden süren bir metodoloji tartışması da yaşanmıyor değil. Tartışmanın boyutu sadece taktiksel düzlemle sınırlı değil; aynı zamanda stratejik bir bağlama da ister istemez değiniyor. Bir de tartışma sırasında sıkça değinilen bir film var. Pablo Larrain’in yönetmenliğini yaptığı ve Şilili diktatör Pinochet’yi iktidarından eden(2) 1988 tarihli referandumda “Hayır” cephesini anlattığını iddia eden “No” isimli film. Ancak üzücü bir şekilde görülen o ki, filmin aktardığı olayların, bu olayları aktarış tarzının ve odaklandığı belirli tarihsel kesitlerin doğruluğu veya yanlışlığı sorgulanmadan kabul ediliyor. Halbuki genelde Latin Amerika, özelde ise Şili tarihine, özellikle de bu kıta ile ülkenin mücadele tarihine aşikar olan herkesin filmi ilk izlediğinde vereceği ilk tepki, yeniden yazılmış bulunan bir tarihin bu yalancı karakterine nasıl olur da kimsenin itiraz etmediğine şaşırmak olmalı.

Bilmeyenler için konuyu kısaca özetleyelim. Şili’de 5 Ekim 1988’de gerçekleşen referandum öncesinde taraflara 27 günlük propaganda süresi tanınır. Taraflar ulusal televizyonda 27 gün boyunca her akşam 15 dakikalık bir propaganda hakkına sahip olur. Filmin bakış açısından “Hayır” cephesi bu referandumda başarılı olmak için iyi bir reklamcı olan ve politikayla ilgilenmeyen René Saavedra’yla çalışmaya başlar. Filmdeki Saavedra karakteri, gerçekte “Hayır” kampanyasının reklamlarını yaratan iki kişinin bir birleşimidir. Saavedra’ya göre bu referandum, geçmişte yaşanan kötülükler hatırlatılarak değil, tam aksine “mutluluklar” ve “güzellikler” vaat edilerek kazanılabilir. “Komünistlerin” iç karartan, sıkıcı kampanyalarının ne kadar işlevsiz olduğu filmde vurgulanır. René Saavedra’nın çektiği “renkli” ve “Şili, mutluluk çok yakında” sloganlı reklam filmleri sayesinde referandum kazanılır.

Elbette Şilili işçiler ve devrimciler bu arthouse filmini izlediklerinde şaşırdılar ve ardından da öfkelendiler. 1988 başarısının, akılda kalıcı modifiye bir pop melodisinden ve ucuz bir reklam kampanyasından çok daha fazlasıyla elde edildiğini hatırlattılar. “Hayır” kampanyasının reklamlarında gözüken ata binen çiftlerin veya dans eden mankenlerin, kendilerinin sanayi merkezlerinde yürütmüş oldukları faaliyetlerin kazanımlarına bu film aracılığıyla el koymasına karşı çıktılar. Filmin iddia ettiğinin aksine Pinochet’yi deviren dalga muhaliflerin seneler süren siyasal çalışmalarının ve platformlar aracılığıyla ortak düşmana karşı bir araya gelişlerinin bir sonucuydu. Apolitik bir reklamcının basit ve kaba fikirleri değil, politik mücadele insanlarının eylemleri belirleyici oldu. Pinochet 3000 devrimciyi sorgu sırasında “kaybetmesine”, 30 binini tutuklamasına ve 200 binini sürgüne göndermesine rağmen ülke içerisinde ulusal bir sınıflar arası diyaloğa ve barışa – yani “istikrara” – imza atamamıştı.

Öncelikle filmin, “Hayır” kampanyasının televizyonda yayınlanan reklamlarına, gerçekteki etkilerinin ötesinde yüklediği anlamlar ile başlayalım. Zira bu TV reklamlarının Şilili emekçi sınıfların “Hayır” oyu kullanmasındaki rolü, neredeyse hiçtir. Neden mi? 1998 senesinde Şili’de bin kişiye düşen TV sayısı 205’ti.(3) Yani televizyon sahiplerinin oranı her 10 kişiden 3 kişiye dahi ulaşamıyordu. Referandum ise bu verinin toplandığı tarihten (1998) tam olarak 10 sene önce gerçekleşti. Yani bin kişiye düşen TV sayısının çok daha düşük olduğunu ve aslında TV sahiplerinin de varlıklı sınıflardan olan aileler olduğunu düşünmememiz için hiçbir somut sebep yok. O halde referandumdan önceki 27 gün boyunca 15 dakika şeklinde yayınlanan reklamlar, Şili nüfusunun ezici bir çoğunluğunu oluşturan “televizyonsuz” sınıfları “Hayır” oyu vermeye nasıl ikna etmiş olabilir? Evet olamaz! Tam olarak bu sebeple “No” filmi, Pinochet diktatörlüğünün devrilmesini mümkün kılan mücadeleci sektörlerin mirasını hiçe sayarak ve bu başarıyı basit ve yüzeysel bir reklam kampanyasının popülerleşmesine indirgeyerek, kuşağımız tarafından kesinlikle ciddiye alınmaması gereken kurgusal bir önerinin temsilcisidir.

Şilili devrimciler 1988 referandum süreci boyunca çetin bir mücadele verdiler. Öncelikle son derece aktif olan sendikal hareket içerisindeki çalışmalarını “Hayır” oyu yönünde yenilediler. Stratejilerini yeni şartlar eşliğinde dönüştürdüler. Yine oldukça aktif olan öğrenci hareketi içerisinden birçok militan kadro, bu süreç sırasında merkezi bir kampanya yürüttü. Ancak Şilili devrimcilerin en büyük başarısı, referandumdan önce seçmen olarak resmi kayıtları bulunmadığı için yasal olarak oy verme hakkı olmayan 7,5 (yedi buçuk) milyon işçiyi teker teker seçmen olarak kaydettirmeleri olmuştu. Evlerinde televizyonları olmadığı için gökkuşağı renklerine boyalı “mutluluk dolu” “Hayır” reklamlarını izleyemeyen bu 7,5 milyon işçi, kendilerini resmi seçmenler olarak kaydeden sosyalist partilerin siyasal önderliğini benimseyerek “Hayır” oyu kullandı. Şili’de Pinochet’yi koltuğundan eden referandumun kaderini, ne reklamcıların ne de liberal “Hayır”cıların varlıklarını umursamadığı bu işçiler belirlemişti. Larrain’in filmi ne işçileri seçmen olarak kaydetme seferberliğinden, ne de bu seferberliğin sonucu asıl belirleyen faktör olmasından hiçbir şekilde bahsetmiyor.

Aslında yönetmen Pablo Larrain’in Pinochet’yi deviren sürecin karakterini, sınıflar mücadelesinin dinamiklerinden bu kadar uzakta buluyor – veya arıyor – olması bir tesadüf değil. Larrain’in geldiği toplumsal pozisyon, Şili’deki mücadeleci süreçlere bakış açısını belirleyen önemli bir etken. Yönetmenin sınıfsal aidiyeti, “Hayır” kampanyasına getirdiği sinematik yorumun doğasına işlemiş vaziyette. Larrain’in babası Hernán Larraín eski bir Senatör ve daha da önemlisi Pinochet yanlısı bir siyasal partinin genel başkanı. Bu görevini hala gururla sürdürüyor. Yönetmenin annesi Magdalena Matte ise Pinochet taraftarı aynı partinin bir üyesi. 2010’da seçilen muhafazakar hükümette bir bakan olarak yer aldı. Ancak en önemlisi o bir Matte. Yani Şili burjuvazisinin en zengin ailesinin bir üyesi! Forbes dergisi 2007 senesinde bu ailenin servetini 2,7 milyar dolar olarak tahmin etmişti.(4) Yönetmen Larrain’in, pro-Pinochet karakterli kapitalist bir aile şirketinin mirasçısı olarak 1988 senesinde Şili varoşlarında verilen “Hayır” mücadelesinin stratejik doğasını kavrayamamış ve anlamlandıramamış olması son derece olası. Ancak Türkiye’deki referandum sürecinde, bu filmin içerdiği düşünülen derslerden yola çıkarak bir strateji tahayyül etmek, düpedüz saflık olur. Bu sebeple Sosyalist Parti milletvekili Francisco Vidal “Pinochet’in bir TV logosu ve jingle yüzünden referandumu kaybettiğine inanmak, yaşananlardan hiçbir şey anlamamaktır.” derken, haklı bir noktaya parmak basıyor.


Tarihi bir dipnot: Gerçek propagandacılara saygı duruşu

Şili’de 1970 yılındaki parlamenter seçimler yaklaşırken, sosyalist hareketin çeşitli bileşenleri müral (duvar) ressamlarından oluşan “tugaylar” kurdular. Bu tugaylar Meksika ve Küba’daki devrimci müral ve afiş geleneğinden esinlenerek oluşturulmuştu. 1970’ler boyunca sınıflar mücadelesinin şiddetlendiği ve militanlaştığı Şili’de tugaylar etkili bir propaganda işlevi gördü. Bunlar arasında en bilineni, 1969’da komünist Danilo Bahamondes tarafından kurulan ve adını 1946’daki bir gösteride öldürülen işçi Ramona Parra’dan alan Ramona Parra Tugayı (Brigada Ramona Parra – BRP) idi. Allende iktidara geldiğinde Şili’de 120 BRP kolektifi yaratılmıştı bile. Pinochet’nin darbe aracılığıyla iktidarı ele geçirmesinin ardından BRP eylemcileri tutuklanarak işkence gördü, birçoğu sürgüne gitti. Ancak bu tugaylar Pinochet karşıtı görsel propaganda faaliyetini asla terk etmediler. Santiago’nun yoksul bölgelerinde, Chillan ve Lota gibi işçi mahallelerinde, ülkenin güney varoşlarında, özellikle Villa Francia ve La Victoria duvarlarında Şili’nin ezilenleri adına çalışmaya devam ettiler. Referandumdan iki sene önce Villa Francia’da yapılan 1986 tarihli “Şimdi mücadele zamanı! Yarınlar bizim!” yazılı meşhur müral, bugün dahi aynı duvarda yerini korumaktadır ve tarihi eser niteliği kazanması dolayısıyla duvara ziyaretler düzenlenmektedir. 5 Ekim 1988’de referandum olacağı kesinleştiğinde “Hayır” kampanyasını desteklemek üzere onlarca yeni müral tugayı ortaya çıktı. İşte televizyonları olmayan ve “Hayır” oyu kullanan milyonlarca işçiye, bu cesur devrimci duvar ressamları ulaştı.


Dipnotlar

1.) Arriagada bir devrimci değil, aksine bir burjuva politikacısı. Ancak “No” filminin iddialarını cevaplarken, 1988 senesindeki referandum sürecinde mücadeleci sektörlerin sonucu belirlediğini teslim etmesi dolayısıyla, ondan alıntı yapıyorum.

2.) Bu noktayı açıklığa kavuşturmak adına ekleyelim: 1988 referandumunu kaybeden Pinochet 1990’da görevden ayrılmış ancak 1998’e kadar ordunun başında kalmayı sürdürmüştür. 2006’da ise yargılanamadan ölmüştür.

3.) Bkz. Multimedya Ansiklopedi 5 – Dünya Atlası – Antiller ve Güney Amerika, Boyut Yayın Grubu, sayfa 182.

4.) http://www.forbes.com/billionaires/list/#version:static_country:Chile

Yorumlar kapalıdır.