Paramiliterlere yasal koruma

Saray, yeni bir KHK ile çok tehlikeli bir maddeyi yürürlüğe koydu. Bu maddeyle “15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında” eylemlerde yer alan kişiler “hukuki, idari, mali ve cezai” sorumluluklarından kurtarıldı.  Hemen herkes,  “terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması”ndan kastın ne olduğunu anlamış durumda. Bunun, “15 Temmuz”la sınırlı olmayıp hem bugünkü, hem de gelecekteki muhalif eylemlere yönelik, “açık uçlu” bir madde olduğu ortada. Hemen her türlü muhalif eylemin “terör” kapsamına sokulduğu, “Gezi” eylemlerinin de dış kaynaklı bir darbe girişimi olarak yaftalandığı düşünüldüğünde Saray rejimine karşı en barışçı mücadelelerin dahi, iktidar korumasındaki “paramiliter” güçlerin saldırılarına açık hale geldiğini söyleyebiliriz.

Sürpriz mi!

Bu gelişme elbette bir sürpriz değil. İDP ve İşçi Cephesi olarak uzun süredir Türkiye’de bir başkanlık rejiminin kaçınılmaz biçimde bir “iç savaş rejimi” olacağını vurguluyoruz. (Bak: “İç Savaş Rejimine Doğru” İşçi Cephesi. 28.04.2014). 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yayımladığımız bir yazıda darbeye karşı harekete geçen RTE yandaşı kitlenin eylemleri ve bunların önderlikleri ilgili olarak şunları söylemiştik:

Bu sokak hareketinin asıl tehlikeli yönü ve olumsuz potansiyeli önderliğinden kaynaklanmaktadır. Bu, ‘milliyetçi-mukaddesatçı’, yani Türkiye gericiliğinin bütün renklerini bünyesinde toplamış bir önderliktir. Bunlar, darbecilerin tereddüte düşmesi ve darbenin kapsamının anlaşılmaya başlamasıyla birlikte tanklara ve darbeci askerlere karşı polis eşliğinde harekete geçen, kısmen silahlı oldukları söylenen Saray’a bağlı milisler ve kimi İslamcı örgütlere bağlı militanlardır. Bu öncü-militan gücün önümüzdeki dönemde bütün muhalif hareketlere, mesela yeni bir ‘Gezi’ye, Gezi benzeri bir harekete veya az çok geniş çaplı herhangi bir muhalif eyleme, ‘FETÖ’cü bir ‘darbe girişimi’ olduğu gerekçesiyle, elbette Saray’dan alacakları talimatlarla ve polisle ortak bir organizasyon içinde saldırma ihtimalleri yüksektir. Bu ihtimal, sözü edilen güçlerin silahlandırıldıkları ve silahlandırılacakları söylentileri doğruysa (inanmamak için hiçbir neden yok) giderek daha da tehlikeli bir hal alacaktır.” (“Kitleler Sokakta” İşçi Cephesi. 28.07.2016)

En son geçen hafta yayımlanan “2019 endişesi” başlıklı yazıda da,  yeni rejimin, giderek artan bir hırsla bir “düşman savaş hukuku” yaratıp muhalefeti de onun kapsamına alma çabasında olduğunu; “dış güçlerle işbirliği içindeki vatan hainleri” söyleminin, toplumun bir bölümü üzerindeki yasal “devlet korumasının” fiilen kalkmasına ve bu muhalif kesimlerin rejim yanlısı “paramiliterlerin” saldırılarına açık hale getirilmesine yol açabileceğini belirtmiştik. (İşçi Cephesi 21.12.2017)

Ucu açık saldırı politikası

Muhalefeti, resmi güçlerin yanı sıra iktidar hizmetindeki paramiliter güçler eliyle bastırma politikası, bu son KHK ile, ucu açık biçimde yasallık kazanmıştır. Rejimin “terör” ve/veya “darbe girişimi” olarak nitelediği veya pratikte, birtakım silahlı sivil güçlerin öyle olduğuna karar verdiği eylemler, yasal koruma altına alınan bu güçlerin önleme-cezalandırma eylemlerine maruz kalacaktır. Bu güçlerin mesela “Gezi” türü bir kitlesel eylemi dağıtmak amacıyla kullandıkları yöntemler ve bu sırada işledikleri suçlar (öldürme, yaralama vs.) “meşruiyet” kazanacaktır.

Uzun süredir tekraren vurguladığımız ve bir ülkedeki toplumsal ve siyasi her türlü muhalefetin, “iç düşman” ilan edilerek, rejime bağlı resmi, yarı resmi ve gayrı resmi güçler eliyle, tek taraflı olarak terörize edilmesi anlamına gelen “iç savaş rejimi”nin bir boyutu da budur. “15 Temmuz demokrasi nöbetlerinden” geldiğimiz yer burasıdır! Türkiye’de uzun süredir sözü edilen, iktidar yanlılarının silahlanmasının, “sokaktaki silahlı adamların” varlığının birer söylentiden ibaret olmadığı anlaşılmıştır. Bu, artık tabela asacak kadar cüretkâr davranmaya başlayan (HÖH – Halk Özel Harekât) örgütlerin yanı sıra, kendilerine dolaylı da olsa verilen “yasal statüden” de bellidir. Bu “yasallaştırma”, bu tür paramiliter grupların hızla çoğalmasına, hatta “boş zamanlarında” aynı “ülkücü mafya” örneğinde olduğu gibi haraç, çek-senet tahsilatı, yağma vb. işlere girişmesine de yol açacaktır. Sürecin bir aşamasında bunların kendi aralarında kanlı rant savaşlarına girme ihtimalleri de vardır.

Girilen yol ve mücadele…

Görünen o ki, Saray, iktidarını sürdürebilmek amacıyla her şeyi göze almış durumdadır. Türkiye bu yeni rejim eliyle çok tehlikeli bir yola sokulmuştur. Bu tür milis örgütlenmeleri, yaygınlaşmaları ve toplumsal-siyasi mücadelede kullanılmaları oranında, şimdilik “yeni Bonapartist” olarak tanımladığımız bu rejimin bir tür “faşist”  karakter kazanmasına yol açacaktır: Halkın ve her türlü muhalefetin resmi devlet kurumları aracılığıyla “tepeden denetiminin” mümkün olan sınırları düşünüldüğünde, bu tür paramiliter güçlerin oluşturulmasının ve önlerinin açılmasının asıl amacının, sadece muhalif eylemlerin bastırılmasıyla sınırlı olmayıp aynı zamanda toplumun “tabandan denetimi” olduğu açıktır.

Ancak bu iş o kadar kolay olmayacaktır. Sözünü ettiğimiz “iç savaş rejiminin” daha henüz kendini tahkim edemeden kelimenin bilinen anlamında “çok yönlü” ve “gerçek” bir “iç savaşa” dönüşme riski vardır. 60’lı yıllarda işçi hareketi ile sol hareketi bastırma amacıyla birtakım “özel harpçiler” eliyle MHP üzerinden organize edilen “komando kamplarının” yol açtığı sonuçlar bellidir. Bu tür girişimler, umulmadık bir “tepkiyle” karşılaşabilirler. Ayrıca pek çok defa vurguladığımız üzere bir şiddet dalgasının ortasında, işin çıkmaza girdiği bir noktada “kardeş kavgasına son verme” gerekçesiyle harekete geçecek “birtakım resmi-silahlı güçler”in devreye girmesi de kuvvetle muhtemeldir. Üstelik böyle bir müdahale, elbette “bir an önce demokrasiye dönülmesi” şartıyla içeride ve dışarıda pek çok destekçi bulacaktır.

Tabii, bütün bunlar dünyada ilk defa yaşanan şeyler değildir. Sosyalist hareketin ve işçi sınıfı mücadelesinin tarihi, aynı zamanda her türlü baskı rejiminin ve bu baskı rejimlerine karşı her türden araçla yürütülen mücadelelerin de tarihidir. Tarih boyunca pek çok başarısızlığa rağmen her çeşitten gerici saldırıya karşı devrimci sosyalizmin mücadele taktikleri ve yöntemleri bellidir. Ancak en önemli husus, bu mücadelenin, sınıfın ve devrimcilerin birliği, kitlesel öz örgütlenmeleri temelinde ortak bir mücadeleyle ve iktidarı da hedefleyen devrimci bir perspektifle kazanılabileceğidir. Elbette “bayrakları karıştırmadan”, ancak hep birlikte…

Yorumlar kapalıdır.