Seçim ittifakı: Nereden nereye…

Geçmişi nostalji ile anma eğilimi hemen hepimizin içinde var. Bunun insanları ortaklaştıran, iyiyi ve nitelikliyi ön plana çıkaran bir yanı olabilir. Aynı zamanda bu geçmiş güzellemesinin bir de tehlikeli boyutu var. Çoğu kez yitirilen değerler, alınan yenilgiler vb. de hiç payımız olmadığı hissini de yaratır. Böylelikle “Buraları yemyeşildi eskiden, ne güzeldi” derken sanki oraya beton döküldüğünde bu dünyada değil de uzayda yaşıyormuş gibi sorumluluktan kaçılabilir.

Bu durumun en kötü örneğini sosyalistler içerisinde görebiliriz. “12 Eylül öncesi sınıf hareketi şöyle iyi idi, böyle iyi idi. Biz var ya, fabrikamızda çok örgütlüydük. Size davrandıkları gibi davranamazdı bize patronlar…” güzellemeleri aslında 12 Eylül öncesi ve sonrasındaki koca hataları gizlemek için son derecede işlevsel bir araç. Anlatıcı sanki 12 Eylül’e giderken olay mahallinde değildi. Birleşik bir işçi hareketi yerine farklı sınıfların çıkarını uzlaştırmaya çabalamadı ve yenilgide hiç payı yoktu. Anlatılana bakarsak yenilgi, onlar burada değilken gelip kurulmuştu.

Dünyanın her yerinde patron ve hempalarının zaferi yalnızca kendi yaptıkları ile değil, işçi sınıfının liderlerinin yaptıkları ve en çok da yapmadıkları ile belirlenir. Nostalji de buradaki kusurları gizlemenin güzel araçlarından yalnızca biridir.

Toplumun alt üst olduğu günümüz gibi zamanlar böyle kolay ve sıkıcı kaçamaklara müsaade etmiyor. Daha dün Türkiye’nin demokrasi ve barışa yelken açtığını, AKP’nin bunun sözcüsü olduğunu; kimi yetmez ama evet, kimi de doğrudan evet diyerek ifade ediyordu. 2010 referandumunda bizzat Öcalan Erdoğan’a son bir şans vermek için boykot yaptığını söylemişti. Sonrasında rejimin demokrasi maskesi karşılaşılan ilk toplumsal muhalefetin ardından (Gezi) düştü. Artık vaktiyle Erdoğan’a destek veren hiç kimse o dönemden gurur duyamayacak. “Ne demokrasiydi be, zamanında ne açılım yaptık” diyemeyecek.

İşçi düşmanı Saray rejimi sürekli güç toplarken biz çaresizce buraya sürüklenmedik. İşçi sınıfının aygıtları konumundaki sendikalar ve kitle örgütleri -bunların kimileri sosyalistler tarafından yönetiliyor olmasına rağmen- yaptıkları hatalar ve yapamadıkları doğrular ile Saray rejiminin inşasında sorumluluk sahibidirler. Çünkü sınıf örgütleri alarm zillerine rağmen hiçbir zaman bir mücadele programı açıklamadı. Bir yanda Türkiye iyiye, demokratik açılıma koşuyor diye bayram yapanlar varken, diğer yanda işçi sınıfı AKP iktidarı altında yoksullaşmıştı. Bu dönemde de işçilerin koşullarının düzelmesi patronlardan bağımsız birliklerle mümkündü. Özellikle 2008’in ardından işçinin payına hep artan yoksulluk düştü. İş cinayetlerinin sayısı hep arttı. AKP’nin en şatafatlı günleri bile işçi düşmanlığı üzerine kurulmuştu.

O dönemde ihtiyaç duyduğumuz şey demokrasiden yana umutlanmak değil, emeğe yönelen saldırılar karşısında patronlardan bağımsız bir birlik oluşturup bir mücadele programına sahip olmaktı. Bu eksiğimiz takip eden dönemde daha da yakıcılaştı. Sınıfın kurmayları ne referandumlarda, ne seçimlerde ne de OHAL ilanından sonra ne istediğimizi ifade eden bir hat sunabildiler. Her seferinde gündemde ne var ise onunla sürüklendiler. Kâh HDP, kâh CHP, kâh İYİ Parti, kâh da AKP’den kopan figürlerden yana beklentiye girdiler ve bir türlü patronlardan bağımsızlaşabilecek bir hatta geçiş yapmadılar.

Patronların kârlarının azalmasından duydukları korku çok büyüktür. Bu yüzden onlar ve onların sözcüleri olan siyasi partiler insanca ücret ve onurlu çalışma koşullarından Erdoğan’dan bile fazla korkmaktadırlar. Burjuva muhalefetin Türkiye’deki eksikliği cesaret, basiret vb. değildir. Çünkü burjuva muhalefet bugün çaresizdir. İşçi sınıfı ise bir mücadele programından yoksundur.

Hiçbir şey için geç değil. Patronlardan bağımsız bir mücadele programını ilan edebiliriz. Nasıl mı? 1 Mayıs’tan başlayarak seçimler ve sonraki süreçte tüm mücadelemizi patronlardan bağımsız bir birlik içerisinde arayabiliriz. Yeni rejim iyi değil, eski rejim de bu rejimi doğurdu. Öyle ise ülke işçi ve emekçilerin her türden demokratik haklarının tanınmasını sağlayacak bir anayasanın hazırlanması ve bunun için barajsız seçimlere gidilmesi, her şeye baştan başlanması için gerçekçi bir seçenek olabilir. Bugünden başlayıp kazanana dek, acil mücadele programımızı bu oluşturabilir. Bugüne değin burjuvazinin her kanadı mucize yaratacak diye desteklendi ve denendi. Denenmemiş tek alternatif, patronlardan bağımsız bir sınıf hattı oldu.

Bizim kuşağımız bu günleri güzel günler olarak anamayacak. Nostalji ile kendimizi kandırma olanağına sahip olmayacağız. Başlamışken bir işi tam yapalım. Madem kendimizi kandırıp rahatlayamayacağız, o halde patronlardan bağımsız, birleşik mücadele öbekleri yaratmak sorumluluğunu yerine getirelim.

Yorumlar kapalıdır.