Dünya Kupası arası

Seçimler, yaz, tatil vs. derken, Türkiye’nin kendi gündeminden farklı olarak, tüm dünyanın heyecanla beklediği uluslararası organizasyon Dünya Kupası geçtiğimiz günlerde Rusya’da başladı.

Türkiye her ne kadar futbolla yatıp kalkan bir ülke olsa da futbolda başarı veya uluslararası turnuvaya katılma istikrarı maalesef yok. Türkiye’nin en son katıldığı Dünya Kupası 2002’deydi ve orada da yine beklentileri tersyüz ederek mucizevi bir 3.’lük kazanmıştı. Bu aslında Türkiye’de var olan yönetememe krizinin her noktada ortaya çıktığını gösteriyor. Koskoca dört dünya kupasını kaçırdık, ama Türkiye’nin futbol endüstrisi Avrupa’da en değerli ilk 10 lig içinde!

Dünya Kupaları ulusların diğer uluslarla dostça ve adil bir şekilde rekabet edebileceği bir organizasyon olarak gösterilmekte. Fakat gerçek bundan biraz daha farklı. Fransa’nın ve İspanya’nın toplam piyasa değeri 1 milyar avronun üzerindeyken Tunus, İran ve Kosta Rika gibi katılan diğer takımların ederi 50 milyon avroyu anca geçebiliyor. Arada 20 kata yakın fark var ve futbol endüstrisi doğal olarak kendisine daha çok gelir getireni koruyor. Son dört şampiyonadan üçünü Almanya, İspanya ve Fransa’nın kazanmış olması bu açıdan hiç şaşırtıcı değil!

Rusya bu şampiyona için 10 milyar dolardan fazla harcadığını duyurdu, burada altyapı ve tanıtım maliyetleri başı çekiyor. Fakat bunun ne kadar denetlenebilir olduğunu ve acil ihtiyaca yönelik onlarca yapılması gereken şey varken, bir avuç zenginin daha konforlu statlarda maç izleyebilmesini sağlamanın ne kadar adil olduğunu düşünmek lazım.

Ayrıca 2015 yılında FIFA’ya yapılan yolsuzluk operasyonunda Sepp Blatter ve ekibinin şimdi yapılmakta olan Dünya Kupası ve 2022 Katar Dünya Kupası seçimlerinde 100 milyon doların üstünde rüşvet aldığı ortaya çıkmıştı.

Sponsor ve yayıncı kuruluşların tamamen ticarileştirdiği futbol ve onun organizasyonları, bizlere televizyonlarımız başında hoşça vakit sunsa da, adil mücadeleden uzaklaşmışlığı ve futbol sisteminin kokuşmuşluğu her yerde görülmekte. Franco’nun söylediği gibi “Futbol toplumların afyonudur”… Bu klişeyi yazmadan yazımı bitirmek istemedim, tabii böyle basit bir tanım futbol ve ondan beslenen koca bir dişli mekanizması açıklamak için çok basit olurdu. Futbol Eric Cantona’lı, Johan Cruyff’lu kadrolarla, “You will never walk alone”u (Asla yalnız yürümeyeceksin) besteleyen Liverpool işçileriyle, Boca-River Plate rekabeti ile güzel. Belki de özlediğimiz asıl şey, dahil olabildiğimiz o amatörce coşku.

Futbol tarihinden: Pinochet’in Kanlı Eli

Augusto Pinochet’in darbesinden (1973) sonra Şili ve Rusya dünya kupasının ön eleme maçı oynanacaktı. Maçın yeri için toplama kampı olarak kullanılan Şili Ulusal Stadyumu seçilmişti. Rusya bu durumu protesto ederek maça çıkmadı. FIFA sözde bir soruşturma ile statta herhangi bir insanlık dışı durum olmadığını raporladı ve Şili göstermelik eleme maçına çıkarak, boş kaleye gol atma aymazlığını sergiledi. Fakat bundan sonraki günlerde milli takımı huzuruna kabul eden Pinochet’in uzattığı el, Şilili Caszely tarafından havada bırakılır ve bu an Pinochet diktatörlüğüne karşı ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak hatırlanacaktır.

Yorumlar kapalıdır.