Kriz gerçek, çözüm politiktir
Şimdi de “Kriz yok”(muş), “manipülasyon var”(mış). Bütün sermaye ve patron gruplarının yağma ve sömürüden daha büyük bir pay almak için birbirlerine saldırdığı bir sistemde, özel bir “saldırıya”, “manipülasyona” gerek kalmaz. Kapitalizm işte tam da budur, hepsi birbirine saldırır. Yerlisi, millisi, yabancısı tüm kapitalistler birbirleriyle kıyasıya rekabet ederler, birbirlerini piyasadan silip o sektöre hâkim olmaya çalışırlar. Devlet ve hükümet düzeyinde egemen olanlar kamu kredilerinden ve diğer imkânlardan yararlanırlar, diğerlerini ezmeye çalışırlar. Devlet mülkiyetindeki kamu mallarını ve birikimlerini kendi yararlarına yağmalarlar.
Sonuç: Rekabet nedeniyle kapitalistlerin kâr oranları düşmeye başlar. İşletmeler dara girer, borçlarını ödeyemez hale gelir. Hükümet, sermaye gruplarına desteğini ve bu arada devlet hizmetlerini sürdürebilmek için uluslararası sermayeye borçlanmaya devam eder. Böylece hem bütçe açık verir hem de dış borç yükü artar. Kamu malları tamamen satılarak açık kapatılmaya çalışılır, ama bu da yetmez. Öylesine borçlanılır ki, borçların faizleri bile ödenemez hale gelir. Ülkenin dışarıdan gelecek kredilere ve yatırımlara olan bağımlılığı daha da artar.
Böyle olunca, ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın kapısına koşulur. “Aman gelin, kredi verin, borç verin, burada yatırım yapın” diye. Amerikalı patronlarla toplantılar yapılıp onlara “Türkiye’nin yatırım cenneti olduğu” anlatılır. Bankalarıyla, sanayisiyle ülke ekonomisi dışa daha da bağımlı hale getirilir. 250 bin dolar getirene Türkiye vatandaşlığı vaat edilir. Sonra da içeri dönüp, “bize saldırıyorlar” hikâyesi okunur.
Kim kime saldırıyor?
Yerli olsun yabancı olsun, sermaye kâr edebileceği her şeye saldırır. Evet yabancı sermaye de saldırıyor, ama onlara kılavuzluk eden bizzat AKP ve Tek Adam rejimi. 16 yıllık iktidarları sırasında 80 yıllık bütün kamu birikimini emperyalistlere ve onların aracılarına peşkeş çektiler. Bakın neler yaptılar:
Türk Telekom’un yüzde 55’i Arap sermayesi Ojer Telekom’a, Tüpraş’ın yüzde 51’i 4,1 milyar dolara İngiliz Shell-Koç ortaklığına satıldı. THY’nin yüzde 26’sı, Petkim’in yüzde 25’i, Halk Bankası’nın yüzde 17’si, Telekom’un yüzde 9’u borsada yabancı yatırımcılara satıldı. TEKEL’in 6 adet sigara fabrikası 1,7 milyar dolara Hollanda merkezli British&American Tobacco’ya satıldı. TEKEL’in içki bölümünü alan yerli Mey, 3 yıl sonra aldığı fiyatın 2,5 katına hisseleri ABD’li fon TPG’ye devretti. Fon 5 yıl sonra bu işletmeleri, Mey’in satın aldığı fiyatın yaklaşık 10 katı fiyata İngiliz Diageo şirketine sattı. Bankacılık sektörünün yüzde 50’si, sigortacılık sektörünün yüzde 70’i yabancı şirketlerin kontrolüne geçti. İlaç pazarında hâlihazırda 106 yabancı şirket var ve pazar payları yüzde 70 düzeyinde. Akaryakıt sektöründeki yabancıların payı yüzde 65, doğalgazda yüzde 15 olurken, 2008’de sıfır olan elektrik piyasasındaki yabancı sermaye payı, yapılan özelleştirmelerin ardından yüzde 20 seviyesine çıktı. Daha neler neler; çay fabrikaları, kamu arazileri, binalar…
O halde eğer bir saldırı varsa, saldırganı dışarıda aramaya hiç gerek yok. Asıl saldırgan, kamu kaynaklarını yerli yabancı tüm sermaye gruplarına peşkeş çeken hükümetin bizzat kendisi. Saldırıya uğrayan da kamu kaynakları, yani emekçi halkın birikimi. Ama dahası var: Bütün bunları Gezi Parkı’nda protesto eden insanlara saldıran da bu hükümet. Grevleri yasaklayan da, milletvekillerini, gazetecileri hapse atan da o. Üçüncü havalimanında haklarını savunan işçilere saldırıp önderlerini tutuklayan da bu rejim.
Yeni saldırılar geliyor
Krizin bir gerçek olduğu, yazının başındaki rakamlardan apaçık ortada. Dolar yükseliyor, enflasyon artıyor, borç ödenemez hale geliyor, işsizler çoğalıyor, işyerleri iflas ediyor, kapanıyor. Buna dünyanın her yerinde büyük harflerle KRİZ denir. Manipülasyona, özel saldırılara gerek yok. Sermaye gruplarının ve patronların kâr hırsı her zaman bu tür krizlere neden olur. İşte ülke şimdi bunu yaşıyor.
Bugüne kadar çalışan halk kesimlerine saldırarak durumu bu hale getirdiler. Şimdi de patlak veren krizin üstesinden gelmek için yeni saldırılar planlıyorlar. Hazine bakanının açıkladığı “Yeni Ekonomik Plan” bunun habercisi. Bakan, enflasyonun önümüzdeki dönemde yüzde 20’lerin üzerine çıkacağını, büyümenin yüzde 2’lerin altına düşeceğini ilan etti. Yani kriz daha da derinleşecek. O zaman ne planlıyorlar?
“Devlet tasarruf edecek” diyorlar. Yani eğitim, sağlık ve diğer harcamalarda kısıntılara gidilecek. Özellikle kamuda ücret artışları engellenecek, işçi tensikatları olacak. Devlet bütçesinden tasarruf aynı zamanda yatırımlarda ve kredilerde de sınırlamalara yol açacak. Üstelik büyümenin de aslında “küçülme” olduğunu belirtiyorlar. Yani sanayide daralma olacak, işyerleri tensikatlara yönelecek, işyeri iflasları ve kapatmaları yaşanacak. Ücretler dondurulacak ve geriletilecek. Bunu yüzde 20’lerin üzerine çıkacak olan enflasyonla birlikte düşünecek olursak, halkın geçim düzeyinde muazzam düşüşler olacak. Aç ve yoksul insanların ve ailelerin sayısında büyük artışlar görülecek.
İşte bütün bu saldırılar aslında politiktir. Zira hükümetin krizden çıkma uygulamaları, halk kitlelerinin üzerine yönelik bir saldırı politikasıdır. Eğer işçi ve emekçi yığınlar bu saldırılara sessiz kalırsa hükümetin politikası başarıya ulaşmış olacak.
Ama eğer halk yığınları, yerli ve yabancı sermayenin bu hükümet aracılığıyla başlattığı saldırıya direnirlerse o zaman başka politik çözümler gündeme gelebilecektir. Direniş hattı ise, işsizliğe ve hayat pahalılığına karşı acil bir mücadele programı etrafında birleşmesi gereken sendikaların ve tüm işçi-emekçi örgütlerinin birleşik iradesi üzerinde kurulabilecektir.
Yorumlar kapalıdır.