Türkiye’nin “Yeni” Ekonomi Programı

Eylül ayı önemli ekonomik açıklamalar ve değişimlerin olduğu bir ay oldu. Önce ekonominin 2. çeyrekte yüzde 5,2 büyüdüğü açıklandı. Ardından Erdoğan, “faiz sebeptir, enflasyon netice” gibi ekonomide bir karşılığı olmayan argümanını tekrar ortaya attı. Hemen ardından Merkez Bankası faizi yüzde 6,25 gibi yüksek bir oranda artırdı. Erdoğan Varlık Fonu’nun başına geçti. 20 Eylül günü ise hükümet, adına “yeni ekonomi programı” dediği programı açıkladı. Ve açıkça görüldü ki, hükümet bile ciddi bir kriz içinde olduğumuzu tescillemiş durumda. Fakat yine görülüyor ki, tek adam altında bu krizi hafifletecek ya da çözüm yolları arayacak ne programları ne de kabiliyetleri var. Ama sermaye grupları ve hükümet bir noktada birleşmiş durumda: Havanda su döverek krize çare “ararken” işçi ve emekçiler üzerinde büyük bir yoksullaştırma planı… Adına yapısal reform diyecekleri bir kemer sıkma programı…

Herkes önümüzdeki sürecin çetrefilli, zorlu, enflasyon ve işsizliğin çift hanelerde olduğu, konkordatoların, şirket iflaslarının, kitlesel işten çıkarmaların artacağı bir dönem olacağında hemfikir.

İkinci çeyrekte (Nisan-Mayıs-Haziran aylarında) yani seçim öncesinde ülke yüzde 5,2 büyümüş olsa da o dönem doların ve faizlerin bu kadar artmadığı bir dönemdi. Cebimizde hissedemediğimiz balon büyüme dönemleri de artık kapanmıştır. Bankaların kredi bile vermeye yanaşmadığı, borçlanmanın maliyetli olduğu yeni bir kriz döneminde olduğumuz çok açık.

Yeni ekonomi programı ne öngörüyor?

Yeni Ekonomi Programı’nda büyüme tahminleri düşürülürken 2018 enflasyon tahmini yüzde 7’den yüzde 20,8’e, 2019 için yüzde 6’dan yüzde 15,9’a, 2020 enflasyon hedefi ise yüzde 5’ten yüzde 9,8’e yükseltildi. Programa göre 2018 için büyüme tahmini yüzde 5,5’ten yüzde 3,8’e gerilemiş olacak. Tahminler 2019 için yüzde 5,5’ten yüzde 2,3’e, 2020 için ise yüzde 5,5’ten yüzde 3,5’e düşürüldü. Hükümet böylece büyümede yüksek, enflasyon ve işsizlikte düşük rakamların 2021’e kadar yakalanamayacağını ilan etti.

Biz de kesin bir şekilde söyleyebiliriz ki, bu hedeflerin yakalanması bile çok zor. Gerçek enflasyon ve işsizlik rakamlarının daha yüksek olacağını, büyümenin ise küçüleceğini söyleyebiliriz.

Yeni ekonomik program açıklanırken Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Türkiye için kendi öngörülerini açıkladı. OECD’ye göre 2018’in ikinci yarısında büyüme yaklaşık yüzde 0,2 olacak. 2019 tüm yılın büyüme tahmini ise yüzde 0,5. Bu şu anlama geliyor: Her çeyrekte, bir öncekinden daha büyük bir küçülme olacak.

Hükümetin programına göre vergi gelirlerinde bu yıldan gelecek yıla yüzde 20 artış ve vergilerin tabana yayılması öngörülüyor. Bu nokta önemli, emekçiler üzerindeki vergi yükünün artacağının bir göstergesi. Bunu, zaten dolaylı vergiler (ÖTV-KDV vb.) altında ezilen ve tüm vergi gelirlerinin büyük bölümünü sağlayan emekçilerden daha da fazla vergi alınacağının bir göstergesi olarak okuyabiliriz. Tüm bunlar olurken büyük holdinglerin borçlarının ertelenmesi, batmaları halinde tüm yükü devlet bankalarının üstlenmesi gibi durumlarla karşılaşacağımız, şu ana kadarki gidişata bakıldığında kesin.

Hükümetin bir programı var, peki ya bizim?

Hükümet bile açıkladığı ekonomik programla kara bir tablo çiziyor. Son aylarda ise kitlesel işten çıkarmaların arttığını görüyoruz. Flormar’ın ardından çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle direnişe geçen İstanbul 3. Havalimanı işçileri, Yeşil Kundura’nın konkordato (yani borçların anlaşmalı yeniden yapılandırılması) ilan etmesiyle kapıya koyduğu işçiler, Manisa Indesit fabrikasında toplu işten çıkarma, Denizli’deki 60 yıllık “Başarı Tekstil” şirketinin iflas bayrağı açması, son olarak Diyarbakır’da farklı sektörlerdeki 50’nin üzerinde şirketin, borçlarını ödeyemez hale geldikleri gerekçesiyle konkordato başvurusu yapması… Bunlar sadece son iki hafta içinde olanlar.

Öyle görülüyor ki, önümüzdeki süreçte işçi sınıfının her sektöründe kıpırdanmalar olacak. Buna karşılık hükümet en ufak bir kazanıma yol açmamak için çok sert bir biçimde işçilerin karşısına dikilecektir. Bu durumda işçilerin mücadelelerini birleştirecek bir işçi-emekçi programına ihtiyacımız var. Tüm sendikal örgütler bu program etrafında hareket etmelidir.

Hükümet, hem teşhis koymakta hem de çözmekte zorlanıyor. Bu kapitalist kriz ancak siyasi arenada alınacak radikal kararlarla çözülebilir. Erdoğan’ın iddia ettiği gibi “serbest piyasa koşullarından taviz vermeden” kesinlikle çözülemez.

Dövizin hızla yükselmesinin önüne geçmek için sıkı bir sermaye kontrolü gerekiyor. Mademki Türk lirasına karşı bir manipülasyon var, o zaman sabit kura geçilsin. Ülkeye giren döviz kontrol edilsin, denetlensin.

İşsizliğe karşı, iş saatleri 6 saat 4 vardiya biçiminde yeniden düzenlensin ve işten atmalar yasaklansın!

Yüksek faizle tüm toplumun kanını emen bankalar merkezi bir devlet bankası altında birleştirilsin. Kâr etmesine rağmen özelleştirilen Tüpraş, Türk Telekom, SEKA, şeker fabrikaları vb. gibi Türkiye’nin en büyük şirketleri kamulaştırılsın ve varlık fonuyla birlikte bu merkezi bankaya tabi kılınsın.

Şirketlerin tüm defterleri açılsın! Kim manipülasyon yapmış? Kim vergi kaçırmış? Kim gerçekten iflas etmiş? Ve en önemlisi kim ne kadar kâr etmiş? Görelim.

Bu tip bir işçi-emekçi programı olduğunda Türkiye üzerinde hiçbir ülke oyun oynayamaz, manipülasyon yapamaz. Radikal önlemler olmaksızın serbest piyasa içerisinde bir çözüm yok. Gerçekçi bir çözüm istiyorsanız “o program öyle olmaz böyle olur” diyebilmeli ve rejimin işçi düşmanlığına karşı mücadeleleri birleştirmeliyiz.

Yorumlar kapalıdır.