Maduro’nun Türkiye, Küba’nın anayasa performansı: Türk Stalinizmi işçilerden özür dileyecek mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, G-20 toplantısı nedeniyle Arjantin’e yaptığı ziyaretine ayrıca Paraguay ve Venezuela gezilerini de ekledi. Caracas’ta Maduro tarafından bando mızıkıyla, Venezuelalı askerlerin İstiklâl Marşı’nı Türkçe okumalarıyla karşılandı. Üstelik Maduro Erdoğan’a nişanlar taktı, Latin Amerika bağımsızlığının lideri ve sembolü olan Simon Bolivar’ın kılıcının bir örneğini hediye etti. Venezuela ve Küba rejimlerinin temsil ettiği Castro-Chavezci politik ve ideolojik çizginin geldiği nokta bu: Diktatoryal rejimleri ve o rejimlerin temsil ettiği burjuvazilerle ittifak ve onları desteklemek. Türkiye’de de yıllardan beri 21. yüzyıl sosyalizmi diye baş tacı edilen bu karşıdevrimci çizginin destekçilerinden yeni ve ciddi bir özeleştirisel tahlil beklenebilir mi? Köklerinde Stalinist ideoloji yatan eski ve yeni akımlardan bunu beklemek pek mümkün değil. Sözümüz, sosyalizmi tüm devrimci Marksist içeriği ile kavramak arzusunda olanlara.
Dünya solunun ezici bir çoğunluğunun desteğini ve sempatisini arkasına almış olan Castro-Chavezci blokta son zamanlarda, tartışmaya açılması gereken ilginç gelişmeler yaşandı. Daha doğrusu, bu gelişmeler sadece son zamanlarda değil, birkaç seneye ve hatta on senelere yayılmış bir süreç halinde yaşanmaktayken, bugün simgesel olabilecek birtakım ifadelerine kavuşuyor. Örnek mi? Mesela Venezuela devlet başkanı Maduro’nun, 24 Haziran seçimleriyle kendini başkan ilan eden Erdoğan’ın yemin törenine katılması ve bunu yaparken Erdoğan’la ve bilumum başkanlık rejimi temsilcisiyle yan yana gelmesi. Maduro Beştepe’de danışman Yiğit Bulut’la ve Türk faşizminin ileri acentası Mustafa Destici’yle fotoğraf karelerine de girdi. Başka bir örnek mi? Küba Devlet Konseyi Genel Sekreteri Homero Acosta’nın, Küba Komünist Partisi’nin tartışmaya başladığı yeni ekonomik örgütlenme modelinde özel mülkiyete izin verileceğini deklare etmesi.
Vermiş olduğumuz iki örnek de masum değil. Aynı zamanda istisna da değiller. Ne Maduro, bir burjuva devlet yetkilisinin gerici ve işçi düşmanı programına prestij sağlamak için ilk defa diplomatik omurgasızlıklara başvuruyor, ne de kapitalizm Küba’ya yeni yeni girmeye başlıyor. Biz, önceki birçok yazımızda, bu iki teslimiyetçi dinamiği de defalarca dile getirmiş, bunların işçi hareketi için inanılmaz tehlikeler barındırdığını ifade etmiş ve Türk solu genelinde Castro-Chavizm’in ifade ettiği sınıf işbirlikçi programın tartışılmaya açılması uğruna sayısız çağrılarda ve uyarılarda bulunmuştuk. Bunlara kulak asılmadı. Kulak asılmadığı gibi soL, Birgün, Evrensel, sendika.org ve benzeri yayın organlarında Chavez-Maduro-Fidel/Raul Castro üçlüsünün iktidarları dünya proletaryasına kapitalizme bir alternatif olarak pazarlanmaya ve bu üçlü revizyonist ittifakın 21. yüzyılda sosyalizmin gerçek sesi olduğuna dair haberler ve analizler ardı ardına yayımlanmaya ve paylaşılmaya devam etti. Ancak Maduro’nun ve Raul Castro’nun, sınıfsız toplumun popüler ismi olan sosyalizm adına işlediği karşıdevrimci günahlar artık yadsınamaz bir boyuta evrildi (biz, bu gündemler ana akım medya organlarının magazin sayfalarına düşmeden evvel de durumun vahametinin yadsınamaz olduğunu ileri sürüyorduk).
* * *
Şimdi, Bolşevik programa karşı türlü küfürler ve iftiralar eşliğinde kutsanan ve sadece Venezuela proletaryasına değil, Türkiye işçi ve emekçi sınıflarına da bir seçenek olarak lanse edilen Castro-Chavizm’in günümüz temsilcisi Maduro, Erdoğan’la, onun danışmanı Yiğit Bulut’la ve Diriliş Ertuğrul ismindeki Türkçü-İslamcı propaganda dizisinin kadrosuyla el ele, kol kola, omuz omuza, yüzünde pişkin bir sırıtışla pozlar verdi. Troçkizmin, bu yeni oportünist akım hakkındaki uyarılarına ve alınması gereken devrimci önlemlere dönük yaptığı çağrılara muhafazakâr bir fanatizmle saldıran Türk neostalinizmi, bu fotoğraf karelerinin ve onların ardında imzalanan işçi düşmanı siyasi-ticari anlaşmaların rezil bilançosu karşısında; bu yüz kızartıcı ihanet faturası karşısında özür dileyecek mi? Yalnızca sol argümanların tınısını resmi basın açıklamalarında hissettirdiği için devrimci ilan edilen bu akımın aslında gerici bir radikal burjuva reformizminden öte bir anlam taşımamış olduğu yönünde özeleştiri yapılacak mı? Hodri meydan!
Rezaletler bunlarla sınırlı değil. Maduro, Beştepe’ye Erdoğan’ın yeni baskıcı rejimini soldan olmak üzere kutsamaya geldiğinde, rejimin resmi danışmanları ve ideoloji üreticisi dizi serilerinin yapımcılarıyla bir araya gelmekle kalmadı. Aynı zamanda bu rejimin en gerici ve katliamcı, en işçi düşmanı ve soykırımcı politik reflekslerini temsil eden Türkçüler ve İslamcılar güruhuyla da bir araya geldi.
Bunlardan birisi, parlamentoya AKP’nin kurtarma botu Cumhur İttifakı kotasından giren faşist Büyük Birlik Partisi’nin genel başkanı Mustafa Destici’ydi. BBP, MHP’den bile daha sağa doğru kopuş yaşayarak kurulmuş olan bir parti olarak, genel başkanının “21. yüzyıl sosyalizminin” bugünkü temsilcisiyle kol kola girmesini alkışladı. Çünkü BBP kadroları, Türk Stalinizminin bilmediği veya bilmezden geldiği bir olgunun farkındaydı: Destici de, Maduro da farklı siyasal ajandalar ve programlar altında, aynı sınıfa hizmet ediyordu. Türk ve Kürt işçi-emekçilerinin sömürülmesi ve onların yeni rejimin sosyopolitik egemenliği altında tutulması noktasında, Maduro Türk kapitalizminin bir müttefikiydi.
Maduro’nun ikinci skandal pozu, silahsız ve savunmasız (sivil) halka dönük, silahlı terörist eylemleriyle tanınan bir İslamcı örgütün gerçekleştirdiği bir katliamın davasından yargılanması süren Star gazetesi yazarı Yakup Köse’yleydi. Hayır, rezillik bununla da sınırlı kalmadı; bunun üstüne Maduro, söz konusu İslamcı örgüt olan İBDA-C’nin sembolik işaretini eliyle yaparak bir fotoğraf daha çektirdi. Bırakalım proleter seküler ilkelerin biricik savunucusu rolündeki sosyalist akımları, burjuva yarısekülarizmin Kemalist kadrolarının dâhi radikal bir gericilik ve İslamcı-faşizm kümesi olarak gördüğü İBDA-C’nin simgesi, Beştepe’deki sarayın simalarında “Bolivarcı devrimin” başkan düzeyindeki temsilcisi tarafından dalgalandırılıyordu.
Bu denklemin ayrıntılı bir analizinin yapılmasına gerek var mı? Varsa yapalım: Pes!
Bunların üstüne bir poz daha gazetelere düştü: Açlığa ve sefalet anlamındaki ücretlere mahkûm edilen Venezuelalı yoksulların sosyal durumu Bolivarcı kapitalizmin yol açtığı felaketlerin en açık örneklerini sunarken, Maduro son derece pahalı bir restoran olan Türk kasap Nusret’in lokantasında doyasıya tıkındı. Ardından “özrü kabahatinden büyük” deyişini hatırlatan bir açıklama yaparak, halkı yokluk çekerken neden Nusret’te bin dolarlarla anılan yemek çeşitlerini mideye indirdiğini anlatırken, Türkiye’de kendisine “sultan” denildiğini ifade etti.
* * *
Stalinizm’in tarihi, bürokratların işçi sınıfının tarihsel ve siyasal düşmanlarıyla beraber çekilmiş fotoğraf kareleriyle doludur; bu onun, programatik pozisyonunun en somut ve doğrudan yansımasıdır diyebiliriz. Stalin’in Churchill ve Roosevelt, Mao’nun Nixon, Castro’nun Jimmy Carter, Chavez’in Bush ve Obama, Kim Jong-un’un Donald Trump ile olan pozları akla ilk gelenler. Maduro bu tarihe göz ardı edilemeyecek bir katkıda bulundu. Aynı fotoğraf karesine girdiği burjuvalar ve gericilerle, Castro-Chavizm’in sınıf politikalarının gerçek doğasını ve onun karşıdevrimci karakterini, hiçbir teorik metnin açıklayamayacağı netlikte göstermiş oldu.
* * *
Bunlar, meselenin Venezuela tarafıydı. Ek olarak, Türk Stalinizminin hesaplaşması gereken küçük bir Karayip adası da mevcut.
Küba’da yeni bir anayasa taslağı hazırlanıyor. İlk taslak Küba Komünist Partisi’nden oluşan mecliste kabul edildi bile. İlk taslağın mecliste tartışıldığı sıralarda, “komünizm” ibaresinin anayasadan çıkarılması gündeme getirildi (Odatv mecliste böyle bir tartışma yaşanmadığını, bunun emperyalist yayın organlarının bir uydurması olduğunu iddia eden bir yazı yayımladı. Halbuki Odatv’deki aklıevveller Küba Komünist Partisi’nin resmî gazetesi Granma’yı takip etselerdi, konuya dair açıklamaları oradan okuyabilirlerdi).
Küba Ulusal Meclisi başkanı Esteban Lazo Hernández komünizme ilişkin atıfların silinmesinin ulusun politik liderliğinin “fikirlerinden vazgeçtiği” anlamına gelmediğini söyledi. Lazo haklı; zira “komünizm” ibaresinin çıkarılması, tam da “ulusun politik liderliğinin” asıl karşıdevrimci köklerine dönmeye dair biçimci kaygıları da aşan bir iradesi olduğunu gösteriyor.
Küba Komünist Partisi aynı zamanda yeni anayasa taslağında özel mülkiyete ve yabancı sermaye yatırımlarına izin verileceğini de duyurdu. Dünya solunun muhafazakâr gruplarının ilk tepkisi, bunun bir yalan olduğunu ileri sürmek oldu ve aslında haklıydılar. Küba’ya özel mülkiyet de, yabancı sermaye yatırımları da seneler öncesinden girmişti bile.
KKP 1986 yılında dış ticaret üzerindeki devlet tekelini kaldırdığını duyurdu (dış ticarette devlet tekeli, Lenin’in bir işçi devletinin olmazsa olmazı saydığı bir ilkeydi). Bunun ardından planlı ekonomiyi organize etmekten sorumlu Merkezi Planlama Kurulu, Fidel Castro’nun imzasıyla dağıtıldı; yani sözde “sosyalist” ekonomi, liberal serbest piyasanın kaotik gelgitlerine teslim edildi. Daha bitmedi: 1995 senesinin Eylül ayında KKP Yabancı Yatırım Kanunu isimli bir kararnameyi kabul etti. Buna göre, üretim araçları üzerindeki devlet mülkiyetinin yasal zorunluluğu ortadan kaldırılıyor, yani özel mülkiyete izin veriliyordu.
Yabancı Yatırım Kanunu içinde aşağıdaki pasajları barındırıyordu:
“Bu yasanın amacı, Küba Cumhuriyeti toprakları üzerinde yabancı yatırımları kârlı faaliyetler için cesaretlendirmek ve ilerletmektir.”
“…ulusal sınırlar içindeki yabancı yatırımlar tam bir güvenceye ve korunmaya sahip olacaktır ve kamu yararı veya toplumsal çıkarlar adına yapılmadığı müddetçe onların kamulaştırılması mümkün olmayacaktır.”
“…Devlet yabancı yatırımcılara vergisiz transferi serbestçe kabul edilen bir para birimi cinsinden ve herhangi bir sınırlama olmaksızın garanti etmektedir.”
“…Uluslararası ticaret birliği sözleşmelerinde ve yabancı sermayeli firmalarda görev alan ulusal ve yabancı yatırımcılar ile ortak girişimlerin, geçerli yasal hükümler çerçevesinde doğrudan ürün ihraç etmesine ve doğrudan amaçlarının ihtiyaçlarına uygun olarak ithalat yapmasına izin verilir.” (Bkz. Martin Hernandez, Cuba Under Discussion, http://litci.org/en/cuba-under-discussion/)
Şimdi Küba Komünist Partisi, üretici güçler kapsamında ada proletaryasının iş gücünü, doğal kaynakları ve üretim araçlarını, bugüne dek Kanada ve Avrupa emperyalizmlerine peşkeş çektiği gibi pazarlamayı derinleştirerek sürdürecek.
* * *
Leninist parti inşası perspektifi, işçi kitleler içinde sistematik propaganda ve örgütlenme faaliyetleri, kitlesel seferberliklerin üzerinde yükselen ve sermayeyi mülksüzleştiren Ekim devrimi, işçi demokrasisi organlarının zorunluluğu, mücadelenin uluslararası doğasının ihtiyaçlarını karşılamaya dönük bir Enternasyonal’in var edilmesi gibi ilkelerin Castro-Chavizm’in küçük burjuva, ulusalcı ve sınıf işbirlikçi öğretileri pahasına feda edildiği; yeni kuşaklara sosyalizm adına bu oportünist hattın tanıtıldığı bir dönemin elde kalan bilançosu nedir? Ulusal işverenleri olan Bolivarcı burjuvazinin kasasına para akışını sağlamak için işçi düşmanı rejimlerin saraylarında İBDA-C işaretleri yapan bir soytarı ile “dönek” diyemeyeceğimiz çünkü aslında karşıdevrimci formasyonu hiçbir zaman değişmemiş olan yaşlı bir bürokratın, içinde özel mülkiyete ve kapitalist restorasyona yeni ve eşsiz “fırsatlar” tanıyan kararnameleri…
Troçkizm, bu ihanetçi önderliklerin doğalarına dönük eleştiri tonunu, üstünde hangi oranda ve ne gibi “sol içi” basınçlar oluşturulursa oluşturulsun, asla düşürmedi. Hem işçilerin ulusal bölüklerini, hem de bir bütün olarak dünya emekçilerini bu akımların sosyalizm karşıtı ve neoliberalizm taraftarı sınıf işbirlikçi karakteri üzerine uyardı ve mücadeleye çağırdı. Bunu yaparken “emperyalizmin ajanı” olmakla, “sağcı ve darbeci provokatörler” olmakla, “sosyalizm düşmanı” olmakla, tıpkı 1917’de Bolşeviklerin suçlandığı gibi suçlandı. Ve Stalinizm dünya proletaryasına, sınıfsız topluma gidişin siyasal programı ile metodunun bu önderliklerde bulunduğunun propagandasını, nefesini kesmeksizin sürdürdü. Buna Türk ve Kürt işçileri de dahildi.
O halde soruyoruz: Önderliğini ABD’nin yaptığı emperyalizmle ekonomik, siyasi, diplomatik, askeri; her düzeyde anlaşmalara giden ve işçilerin her yerde düşmanları olarak karşılarına dikilen gerici rejimlerle ve ekonomik ilişkilerle ittifaklar oluşturan Castro-Chavist programın ardında teker teker sıraya dizildiğiniz için özür dileyecek, Türk ve Kürt işçilerinden af dileyecek misiniz? Yok eğer dilemeyecekseniz, o halde “21. yüzyıl sosyalizmi” yalanı altında hayat bulan bu oportünist siyasi çizginin takipçileri olmayı sürdürüyor musunuz?
Cevaplayın.
Yorumlar kapalıdır.