Alper Taş’ı severim ama gerçeği daha çok severim
Alper Taş bana göre Türkiye sosyalist hareketinin manevi olarak en saygın kişiliklerinden biridir. Türkiye devrimci mücadelesinin hak ettiği egosuz, yapıcı ve doğal bir karakterdir.
CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanı Adayı gösterilen ÖDP eski genel başkanı Alper Taş için 7 Mart günü Beyoğlu Ses Sineması’nda aday tanıtım toplantısı düzenlendi. Taş, “Bize Beyoğlu’nun muhafazakâr sokaklarında nasıl dolaşacaksınız diye sordular. Bu sokaklarda başı dik dolaşmak en çok biz devrimcilerin hakkıdır. Biz o sokakları Türkiye’nin tüm sokakları gibi en çok hak edenleriz ve bunu göstereceğiz.” (…) “Ben yalan söyleyemem çünkü utanırım. Sizden utanırım, en çok da bugün yanımızda olamayan kaybettiğimiz o gençlerden utanırım.” derken bir kuru propagandacı değildi, samimiydi.
Başka pek çok sebebin yanı sıra bu sebeplerle birlikte Alper Taş’a daima yoldaşça duygular besleyeceğimi umuyorum. Ancak Alper Taş’ı sevsek de “gerçek” en yakın dostumuz olmayı sürdürmeli. Taş kendisinden beklediğimiz üzere kimseyi kandırmaya girişmedi ve aday tanıtım toplantısında açık bir şekilde CHP’nin adayı olduğunu ve partinin (karışıklık olmasın, CHP’nin) bu husustaki yaklaşımları ile uyumlu hareket etmek durumunda olduğunu ifade etti.
Nedir CHP’nin belediyelere dair tutumu? Sanıyorum bunu en büyük hayalinin Koç Holding’in merkezini İzmir’e taşıması olduğunu söyleyen İzmir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer, jeotermallere karşı köylüyü yalnız bırakan Aydın Belediye başkanı Özlem Çerçioğlu, Kanal İstanbul’a bile karşı çıkmayan ve işçi düşmanı Avcılar Belediyesi yahut çürümüşlük dolu Beşiktaş ve Kadıköy belediyeleri yeterince açıklayıcı olur.
Taş açıkça CHP’nin çizgisini daha samimi bir kişi olarak sürdüreceğini ifade etti. Böylece Alper Taş’ın niçin taşeronlaşmaya karşı mücadeleyi, her belediye emekçisine kadroyu, seçenlerin seçtiklerini görevden geri çağırabilmesi gibi en basit asgari devrimci talepleri programına almadığını da açıklamış oldu. Bu durumda Taş’ın adaylığının kapitalizme zarar vermeksizin sadece AKP’yi geriletmek amacını taşıdığını söylemek bir hakaret değil, gerçeği ifade etmek olur.
ÖDP Başkanlığı’ndan Beyoğlu A.Ş. Başkanlığı’na (mı), ve CHP tek adamlığı geriletir mi?
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu Alper Taş’tan bahsederken “Alper Taş yalnızca Beyoğlu’na değil, her yere yakışır” diyor. Ama ben öyle düşünmüyorum. Bir devrimcinin güzel olmayan hiçbir yere yakışmayacağına inanıyorum.
Farklı ideolojilerden patronların yanında çalışan işçilere sorarsanız size patronun en kötüsünün solcu/eski solcu patron olduğunu söylerler. Yani bir işçi-patron ilişkisi oldukça patronun kim olduğu çoğu kez o kadar da önemli olmaz. İşçi denetleyemedikçe, sendikalı olmadıkça, mücadele etmedikçe hep ezilen ve güvencesiz tarafta kalır.
Şu anda belediyeler tam olarak patronlar düzeninin bir parçası olarak işlemekte. Genel vergi gelirlerinden yerel yönetimlere ayrılan pay düzenli olarak düşmekte ve belediyelerin kaynak oluşturabilmesi için şirket kurmaları, bu şirketlerden gelir elde ederek (yani işçileri sömürerek) belediye faaliyetlerini sürdürmeleri bir zorunluluk haline gelmekte. Her şey bir yana tek adam rejiminin dilediği anda belediye başkanlarını görevden alıp yerine birilerini atamalarının önünde de bir engel bulunmuyor.
Şu anda belediyeler tüm yapıları ile bir anonim şirket gibi faaliyet sürdürüyorlar. Marx ve Engels ütopik sosyalizme karşı, bilimsel sosyalizmi savunurken Owen gibi sosyalist patronların sermayelerini işçilerin çıkarına kullanma çabalarının çözüm olmayacağını ifade etmişlerdi. Bugün belediyeler için de aynı şey geçerli. Belediye başkanları 5 yılda bir seçilen, olur da beğenilmezlerse tek adam tarafından yerinden edilen şirket başkanları pozisyonuna hapsediliyorlar.
Mevcut belediye sisteminin karşısında durmadan nasıl devrimci olunabilir? Bu sistemin eksiklerini ifade etmeden, buna karşı mücadele edeceğini söylemeden nasıl işçi sınıfının çıkarını savunulabilir? Bu noktada yanlış anlaşılmak istemem. Alper Taş’ın kişiliğinden çıkacak olursak ÖDP’yi devrimci değil, reformist olmakla suçlayamıyorum. Zira Taş’ın seçim broşürleri öyle bir sınıra çekilmiş durumda ki, bırakalım şirketleşen belediyelere karşı işçi sınıfını yönetmeye çağıran geçişsel ve devrimci talepleri içermeyi, sistemi reform etmeyi içeren taleplere dahi sahip değil. ÖDP mevcut olanaklar çerçevesinde belediyeleri daha iyi işletmeye çağırıyor. Olanı hiç değilse iyi şekilde kullanalım diyor. Aday tanıtım toplantısında sorulan kaynak nerede sorusuna Taş’ın yanıtı şu: “Belediyelerde lüksü yok edip, yolsuzluğu durduracağız!” Bu sınır devrimci olmadığı gibi, reformist dahi değildir. Hatta bir başka burjuva partisi olan Saadet Partisi’nin rahatlıkla ifade edebildiği bir programdır.
Alper Taş yine de herhangi bir Marksist gibi, sermaye ve işçi sınıfının varlığından bahsediyor. “Biz sermayeye değil, ama işçi sınıfına hizmet edeceğiz. Beyoğlu’nun lüksünü işçilere kaynak olarak kullanacağız” diyor. Bir şirket sahibi olup şirketin kaynaklarını işçiler için kullanmak ne denli mümkün değilse, bir patron belediyesinin başına geçip işçiler için hizmet vermenin o denli mümkün olmadığını bir kez daha söyleyip soruyu sormalıyız: Madem Taş sermayeye değil, emekçi sınıflara hizmet edecek bir programa sahipmiş, peki bu seçim bildirgesini okuyan herhangi bir patron endişeye kapılır mı?
Bildiride yer almayan “taşerona son”, “belediyelerde istihdam olanakları”, “iflas ilan eden işletmelerin kamulaştırılıp işçi denetiminde işletilmesi için mücadele” gibi eksik maddeler ile eleştirimizi sürdürmeyelim. Şimdilik CHP’nin Alper Taş etrafındaki seçim bildirgesinde ne demediğine değil, ne dediğine bakalım. “İşsizliğe yerel yönetimlerden geliştirilebilecek çözümler de var” diyen broşürün işsizliğe çözümü şu: “İş bulma dayanışma Ağı ile işçi arayanlarla [sermaye sınıflarından bahsediliyor sanıyorum-SD], iş arayanları [bu da biz emekçiler olsak gerek-SD] buluşturup Beyoğlu’nda bir istihdam dayanışmasını öreceğiz”
Bunu nasıl da akıl edemedik? İşçi ve patron arasında bir dayanışma olursa işsizlik sorunu çözülür! Nesli tükenen yırtıcıları korumak için tüm bu canlıları bir kürkçü dükkânına koyup kasaplarla arasında bir dayanışma oluşturmak nasıl oldu da bugüne değin kimsenin aklına gelemedi?
Bir devrimcinin işsizlik sorununun sebebinin patronlar olduğunu bilmiyor olması mümkün değildir. Bu sebeple kimsenin aklı ile daha fazla alay etmemiz gerekmez. Belediyelerin patronları karşısına alamayacağı, en iyi ihtimalle patron ve işçileri bir araya getireceği hususu programa ruhunu veren CHP’nin imzasını taşıyor.
Yine bildirgelerden devam edecek olursak, halkın doğrudan katılımı için mahalle meclislerinin önerilmesi fakat denetlemenin pratik karşılığı olan görevden geri çağrılmanın lafının dahi edilmemesi de rejimin sınırlarına çekilmenin başka bir örneğini gözler önüne seriyor.
“İyi de,” diyebilir iyi niyetli bir okuyucu, “günümüz baskı koşullarında işçi sınıfını ayağa kaldırabilmek için önce tek adam rejiminin geriletilmesi gerekmez mi?” ve devam edebilir, “Sadece bu gerekçe ile hiç değilse iyiliğinden şüphe duymadığımız bir sosyalist adayın, CHP’nin programı ile de olsa aday gösterilmiş olması faydalı değil midir?”
Mevcut baskıcı tek adam rejimin içeriğine bir kez daha göz atalım. Tek adam rejimi Türkiye burjuvazisinin hızlı hareket eden bir devlet yapısına ihtiyaç duyması ile açığa çıktı. Bu bağlamda önceleri hem emperyalizm, hem TÜSİAD hem de kendi çeperindeki burjuvazinin çıkarlarını aynı potada eritmek becerisini (acımasızlığını diye de okuyabilirsiniz) gösteren AKP, rejim sorununa dair de burjuvazinin temel ihtiyacına cevap verme vaadinde bulundu. Yaşanan onca badirenin sonunda da güçlenen devlet aygıtını, yani yeni rejimi kendi tekelinde topladı. Çeşitli tali krizlerinin yaşanmasına rağmen, ne TÜSİAD’ın, ne AB’nin ve hatta ne de CHP’nin mevcut yeni baskıcı rejime (biz buna Bonapartist gericilik diyoruz) karşı çıktığı yok. Tek dertleri Erdoğan. Hayaller Erdoğansız bir bonapartist gericilik rejimi.
Bunu nereden mi anlıyoruz? Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı ziyareti, Ankara’da Mansur Yavaş’ın açıklamaları ve bir bütün olarak CHP’nin yerel seçim çalışması tek adam rejimine bir itirazın olmadığını, hatta tek adam rejimini meşru olarak tanıdığını ortaya koyuyor. CHP hangi çalışmasında yerel yönetimler aracılığı ile tek adam rejimini karşısına aldığını ifade ediyor? Aksine CHP, İYİ Parti ile kurduğu ittifak aracılığı ile yeni rejimi tanıyor ve ona destek çıkıyor. CHP tek adam rejimini bitirmek ya da eskiye dönmek değil Erdoğan’ın kurduğu sistemi bir iki hukuki düzenleme ile reforma tabi tutup güçlendirmek istiyor. Sonuç olarak da CHP’ye verilen bir oy bugün Tek Adam rejiminden kopmak değil, O’nu takviye etmek anlamına geliyor.
Tek adam rejiminden kopuşu önüne koyan bir parti öncelikle yeni bir anayasa ister ve bu talep etrafında çalışmalarını sürdürürdü. Oysaki Millet İttifakı’nın böyle bir talebi yok. İttifak mevcut anayasayı tanıyor ve 31 Mart yerel seçimlerinde ortaya koydukları program ile yeni rejim ile barış içerisinde bir arada yaşayacaklarını ilan ediyorlar.
İyi niyetli okuyucumuz bir itirazda daha bulunup, “Tüm bunlara rağmen Erdoğan’ın şahsında güçlenen baskının gerilemesi hiç değilse bir nebze daha iyi olmaz mı?” diye bir soru daha yöneltebilir. Maalesef ki, böyle bir program karşısında aday değil Alper Taş en sosyalist (!) kişi dahi olsa, Taş’ın sıkça referans gösterdiği İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu yukarıda anlattığımız gibi yeni rejimi destekliyorlar. Nihayetinde cumhurbaşkanlığı sistemi destek aldıkça da bu sistemi en iyi ben yürütürüm diyen Erdoğan’ın gücü artıyor.
Sonuç olarak aday her kim olursa olsun tek adam rejimini (cumhurbaşkanlığı rejimini) küçük nüanslarla da olsa onaylayan Millet İttifakı maalesef ki ne rejimi kısmen de olsa demokratikleştirebiliyor, ne de Erdoğan’ın gücünü kırma dinamiği taşıyor.
Son bir soru: Alper Taş “Beyoğlu’nu geri alacağız” diyor. Beyoğlu ne zaman bizim oldu?
“Bizim sloganımız çok basit. Biz Yaşasın Beyoğlu diyoruz. Hakikaten yaşasın Beyoğlu. Çünkü Beyoğlu’nu öldürdüler. Neşesini yok ettiler.” ve ekliyor “Beyoğlu’nu geri alacağız”
Alper Taş’ın yukarıdaki cümlelerine karşılık olarak sanıyorum sormak gerekir; Beyoğlu ne zaman bizimdi ki?
Bugünkü Postacılar Sokağı’nda olması gereken ve semte adını veren Venedik Doj’unun pek zengin oğlunun (Beyoğlu) büyük konağı zamanında, 16. yüzyılda mı? Kırım Savaşı’nda İngiliz askerlerine hizmet verilmesi için teşkilatlanan 6. Daire (ilk belediye) zamanlarda mı? Tünel’deki işçi direnişlerinin baskı gördüğü zamanlarda mı? İstanbul’un işgalinin hoş karşılandığı zamanlarda mı? Musolli’nin heykeltıraşınca “onurlandırıldığı” anda mı? Yoksa Rumların büyük bir kıyımdan geçtikleri 6-7 Eylül’de mi? Beyoğlu 1 Mayıs’lar ve Gezi’deki gibi direndiğimiz günler dışında fiilen hiç bizim olmadı ve tarihi boyunca hep iktidarın elindeydi. Şimdi siz Beyoğlu’nu kime geri vermeyi düşünüyorsunuz Alper Taş? Tarlabaşı’na büyük darbe vurarak tarihi konutları yıkıp Tarlabaşı Bulvarı’nı açan ve Tarlabaşı’nı Taksim’den ayırıp bugünkü dönüşümü başlatan Bedrettin Dalan’a mı? Beyoğlu’nu sadece AKP mi öldürdü? Öncesi çok mu iyi idi?
Bir kez daha malum yanlış anlamaya dair: ÖDP çizgisinden sapıyor (mu)?
Dediğim gibi, bir yanlış anlamaya sebebiyet vermek istemem. ÖDP genel başkanının CHP tarafından aday gösterilmesi, ÖDP’nin çizgi değiştirmesi anlamına gelmiyor. Bu sebeple ÖDP önderliğine bir uyarıda bulunmak, bir şeyler anımsatmak haddim değil.
ÖDP hakkında çok şey söyleyebiliriz ancak tutarsız diyemeyiz. Çünkü bir tür işçi hükümeti hedefinden programında bahsetmeyen ÖDP’nin Türkiye’deki herhangi bir rejimden devrimci bir kopuşu içeren bir programı da yok. ÖDP’nin “insanın özgürlüğü; tüm insanların her türlü baskı, sömürü ve dışlanmadan özgürleşmesi” olarak adlandırılan Özgürlükçü Demokrasi’ye nasıl ulaşılacağı belli değildir. Ortada bir iktidar sorunu (işçi hükümeti) olmadığı için de parti yıllar boyunca hep özgürlükçülük adına nasıl tanımlandığı belli olmayan bir şekilde “diğerinden daha demokratik olan”ı tercih edebildi.
Program ÖDP’nin “sermaye güçlerinin egemenliğini ve emperyalizmin tahakkümünü ortadan kaldırarak emek güçlerinin siyasi iktidarının kurulmasını” amaçladığını söylüyor. Bu tanımla işçi hükümeti arasındaki farkı takip eden paragrafta şöyle açıklıyor: “Ancak siyasal ve toplumsal alanda devrimci bir değişimin, emekçilerin partisinin herhangi bir biçimde hükümet olmasıyla değil, bizzat işçilerin ve emekçilerin kendilerini yönetmesiyle gerçekleşeceğini bir an bile gözden yitirmez.” Peki, bu ne demek? İşçi ve emekçilerin parti ya da partileri iktidarda olmazsa yani işçiler iktidarda olmaza kendilerini yönetebilirler mi? ÖDP’nin programı işte bu soruya yanıt vermiyor. Çünkü ÖDP Türkiye’de işçi sınıfının iktidara gelmesinin –hele bu koşullarda- mümkün olmadığını düşünüyor. Bu yüzden işçi hükümetini değil de, özgürlükçü sosyalizmi -işçi sınıfının iktidarda olmadığı, ama kendini yönettiği bir sosyalizmi(!)- savunuyor.
ÖDP’nin programının burjuva demokratik devrim tamamlanmadan sosyalist devrimin gerçekleşemeyeceğini söyleyen klasik Stalinist tezlerin yeniden üretimi (neo-stalinizm) ile işçi sınıfının iktidar hedefini hiçbir biçimde programına almayan avro-komünizmin bir sentezi olduğunu ve stalinizmden merkezcililiğe, oradan da avro-komünizme olan evrimini çoktan tamamladığını söyleyebiliriz. İşte bu yüzden, proletaryanın iktidara gelmesinden yana olmayan ÖDP’nin CHP’yi desteklemesi, programları ile tamamen uyumludur. Kişilerin özelliklerinin taban tabana zıt oluşunu bir kenara bırakacak olursak, programatik olarak “Meclis’e Ufuk Gerek”ten “Beyoğlu’nu CHP’ye geri kazandırmak isteyen Alper Taş”a uzanan süreçte en genel anlamı ile bir tutarlılıktan bahsedebiliriz.
İşçiden emekçiden yana bir belediyecilik ve işçileri hayal kırıklığına sürüklememek için düzen partilerine oy yok
CHP’nin adayı olarak CHP’nin çizgisinde mücadele eden Alper Taş’a destek vermek maalesef ki tek adam rejimini tasfiye değil, CHP eliyle takviye etmek anlamını taşıyor.
CHP bugün İYİ Parti ile kurduğu ittifak ile daha da sağcılaşıp kendi varlığının yeni rejimi tehdit etmeyeceğini ispat mücadelesine girişirken, Millet İttifakı’na destek veren Türkiye sosyalizmi de İYİ Parti ve CHP ile birlikte sağa kayıyor.
“Türkiye’nin en insan merkezli düşünen, en iyi, en … partisi CHP’nin Beyoğlu belediyesi başkan adayı” olarak çağrılmayı (CHP enlerin partisi ise sanıyorum ÖDP’ye çok da gerek yokmuş) hiçbir devrimcinin hak etmediğini düşünüyorum.
Yine de umutsuz da yalnız da değiliz. Manisa’daki M. Nuri Koç, Avcılar’daki Savaş Hocamız gibi adaylar çevresinde, yanlış bir programa gönül veren dostlarımızla bilinmeyen “BirGün” değil şimdiki zamanda, işçiden emekçiden yana ve patronlardan bağımsız adaylarda birleşerek hepimize yakışan ve onurlu kampanyaların ilerletilmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz.
Yorumlar kapalıdır.