Geleneksel basım-yayın ve değişimin tamtamları

İnsanın nasıl temel ihtiyaçları varsa, toplumların da aynı biz canlılar gibi vazgeçilmeyecek ihtiyaçları vardır. Bunlar, tıpkı canlının evrimi gibi, büyüdükçe ve geliştikçe daha kompleks cevaplar ister. Matbaanın gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla, yani teknolojik imkânların olgunlaşmasıyla beraber, 1605 yılında ilk gazete Strasburg kentinden Johann Carolus tarafından Tüm Değerli ve Anma Haberlerin Toplanması adıyla basıldı. Yaklaşık 400 yıldır var olan ve gelişen yaygın basım-yayın, 2000’li yılların başından itibaren bir krize girmiş durumda ve görüldüğü gibi bildiğimiz çözümlerle bundan kurtulabilecek gibi durmuyor.

Peki bu krizin sebebi nedir?

İlk olarak Türkiye penceresinden bakacak olursak, bunun ana nedenlerini baskıcı iktidar ve kendi kârını düşünen medya patronları olarak tespit edebiliriz. Uluslararası Basın Enstitüsü raporuna göre, Türkiye’deki basının neredeyse %95’i AKP iktidarına ya doğrudan bağlı ya da ona bağlı kurumlarca yönetiliyor ve yönetilemeyenler ya engellendi ya da kapatıldı. Ayrıca hepimizin bildiği gibi bu dönemde muhalif olan basın emekçileri işsiz bırakılmakla, yargılanmakla ve tutuklanmakla tehdit edildi, ediliyor. Fakat basın ve medyanın bu kadar kontrol altında tutulmaya çalışılması başka bir soruna neden oldu. Kendi kitlesi bile artık ne televizyon izliyor ne de gazeteleri takip ediyor, çünkü tek ses toplumun ihtiyaçlarına cevap vermiyor.

Medya patronları tarafında ise, yaygın basım araçlarına verilen reklamlardaki düşüşü ve basım-yayın maliyetlerinin fazlalığını gerekçe göstererek klasik sektörden çıkmaya çalışıyorlar. Bunların her ne kadar Türkiye’ye özgü olduğunu düşünsek de aslında dünya genelinde de benzerleri farklı ülkelerde gerçekleşmekte. Fakat dünyada direkt, Türkiye’ye de dolaylı yoldan etki eden başka bir kritik neden daha var, o da her ne kadar yozlaşmış, bürokratik de olsalar işçi iktidarlarının çökmesi. Bu her sektöre etki ederken, basım-yayın sektörü özelinde daha fazla hissedilecek boyutta hem entelektüel birikiminin yozlaşmasına hem de akıl-empati-insanlık ilişkisinin tamamen ticari çıkarlara kaymasına sebep oldu.

Kriz analizine politik pencereden baktık, peki bunda gelişen teknolojinin ve kullanılmakta olan araçlardaki eskimenin payı ne kadar? Elbet politik sebepler kadar önemli değil, yaygınlaşan sosyal medya kullanımı ve hepimizin artık elinin altında olan internet, yaklaşık 400 yıldır var olan klasik basım-yayın aygıtını da arka plana itmiş durumda. Her gün pompalanan daha hızlı tüketim çılgınlığının tamtamlarının altında araçlarımız ne yazık ki sesimizi duyurmaya yetmiyor.

Ne yapmalı?

Şimdiden “işçi iktidarı yoksa veya ona yaklaşamadıysak basım-yayın olamaz” sonucuna varamayız ama ticari kaygıları olmayan ve temelinde insan olan, denetlenebilir yapıların ancak ve ancak sosyalizmle gerçekleşebileceğini de öngörebiliriz. 400 yıl önce hayatımıza girmiş araçlar demode olabilir ve onları kullanmak için farklı yöntemler deneyebiliriz. Mesela farklı bir örnek olarak #Susamam şarkısı aslında bize gündelik hayatta yaşadığımız sorunları, geniş kitlelere farklı bir perspektiften sunmanın yolunu gösterdi ve kitlelerce özümsendi. Önemli olan, bizim dönemin ruhuna uygun araçları sınıf eksenli bu mücadelemizde nasıl kullanacağımızın cevabını bulmaktan geçiyor. Toplumun ve bireylerin evrimsel sürecinde ortaya çıkan kompleks soru ve olgulara geliştirdiğimiz yeni araç ve yöntemlerle basit cevaplar verebilmek, aslında bu sosyalist medyanın temel ödevidir. Marx’ın da dediği gibi dünyayı sadece anlamakla kalamayız, asıl olan onu değiştirmenin yöntemlerini her zaman bulmaya çalışmak.

Yorumlar kapalıdır.