Tunus: “Korku yok! Sokak halka ait!”

Tunus’ta 14 Ocak gecesinden bu yana sürmekte olan eylemler beşinci gününde. 2010 yılı Aralık ayında iş, ekmek ve onurlu bir yaşam talebiyle başlayan halk ayaklanması 14 Ocak 2011 günü, ülkeyi 24 yıldır yöneten Bin Ali diktatörlüğünü devirmişti. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da birçok ülkeye yayılan devrimci süreci tetikleyen Tunus devriminin 10. yıldönümü öncesinde hükümet Covid-19 pandemisine karşı önlemleri de öne sürerek dört günlük bir tam kapanma, eylem ve gösteri yasağı ilan etmişti.

2020 yılı Eylül ayında parlamentonun önemli çoğunluğunun desteğiyle başa gelen teknokrat Meşişi hükümeti yetkilileri bu yasağı “halk sağlığı” gerekçesiyle aldıklarını açıklasalar da aslında düzenin temel amacı devrimin 10. yılı vesilesiyle yapılacak gösterileri engellemekti. Keza 2010 yılında diktatörlük rejimine son veren halk ayaklanmasını açığa çıkartan sosyal ve ekonomik talepler aradan geçen 10 yıl içerisinde karşılanmamış, aksine Tunus emekçi halkının yaşam koşulları daha da kabul edilemez bir duruma gelmiş vaziyette. Bin Ali’nin devrilmesinin ertesinde Tunuslu egemen blokların temel hedefi, düzende kısmi demokratik düzenlemelere giderek kapitalist sömürü politikalarının devamını garanti altına almak olmuştu. Tunus solunun geniş kesimlerinin devrimci süreci kavrayışı ise ülkede önce demokrasinin inşa edilmesi gerekliliği, sosyal ve ekonomik dönüşümlerin ise zaman içerisinde gerçekleştirileceği yönündeki ertelemeci/aşamalı bakış açısı üzerinden şekillenmişti.

Bunun sonucu ise Tunuslu kitlelerin kısmi demokratik kazanımlar uğruna, daha fazla işsizliğe, yoksulluğa, sömürüye ve eşitsizliğe mahkûm edilmesi oldu. Bu nedenle 2013 ya da 2016 yılında yeniden iş, ekmek ve onurlu bir yaşam talepleriyle ülkede ayaklanmalar oldu. Tam da son beş gündür olduğu gibi.

Ve bugün, bir yıla yakındır devam etmekte olan Covid-19 pandemisi ile birlikte Tunus emekçi halkının yaşam koşulları çok daha kötüleşmiş durumda. İktidar “halk sağlığını” gerekçe göstererek yasaklar getirirken ülkede resmi işsizlik yüzde 18-19 bandına çıkmış durumda ve her üç gençten biri işsiz. 2010 yılında başlayan devrimci sürecin merkezi olan ülkenin orta-batı bölgesinde ise bu oranlar daha da yüksek. Ülkenin tarihsel olarak en az yatırım yapılan bölgesi olan orta-batıda nüfusun yüzde 50’ye yakını günde 1,5-2 dolara geçimini sağlamaya çalışmakta. Halk sağlıklı beslenme ve barınma gibi temel gereksinimlerden yoksunken, egemenler emekçilerin ve gençlerin “sağlıksız” bir demokrasiye biat etmesini beklemekte.

İşte tam da bu tablodan ötürü, son beş gündür ülkenin 15’i aşkın şehrinde, özellikle gençliğin ve genç işsizlerin başını çektiği seferberlikler yaşanmakta. Ve iktidar yasakları getirmesinin asıl gerekçesinin “korku” olduğunu kanıtlamak adına birçok bölgede orduyu göreve çağırarak kitleleri baskı ve zor yoluyla sindirmeye çalışıyor. 600’ü aşkın genci tutuklayarak 2010 devrimci seferberliğinin en temel demokratik kazanımlarını dinamitlemeye çalışıyor. Ancak tüm bu sindirme girişimlerine rağmen “sokaklar halka ait” diyen Tunuslular hem tutuklananların serbest bırakılması hem de ekonomik ve sosyal talepleriyle eylemlerini sürdürüyor. Tunus sokaklarında yine aynı slogan yükseliyor: “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!”

Ülkede sürmekte olan eylemlerin nasıl gelişeceğini şimdiden kestirmek güç olsa da, 2010 devrimci ayaklanmasının ve ardından 2013 ve 2016 yılında gelişen kitle isyanlarının derslerinden yola çıkarak birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor. Devrimin sosyal ve ekonomik dönüşümü hedef alan talepleri mevcut burjuva düzen tarafından karşılanamadığından ve karşılanamayacağından, aradan geçen 10 yılda göreve gelen hiçbir hükümet ülkede istikrarlı bir düzen sağlama becerisini de gösteremedi. Ezilenler ve egemenler arasında sürekli bir mücadeleye sahne olan bu 10 yıllık süreçte, egemenler kapitalist düzenin bekası için kâh demokratik gerici taktiklere başvurdu (ulusal birlik söylemi, bkz. 2016 yılında imzalanan “Kartaca Paktı”) kâh bugün de gördüğümüz gibi kitleleri şiddet yoluyla sindirmeye çalıştı. Ülkenin en önemli sınıf örgütü olan ve aynı zamanda Tunus’un bağımsızlığından bu yana ciddi bir politik gücü de elinde barındıran Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT) bürokrasisi 2011 yılında “demokratik geçişi” destekleyip bu geçişte rol üstlenerek, 2016 yılında da “Kartaca Paktı”na imza vererek, demokratik gerici taktiğin bir parçası olduğunu, işçi sınıfının çıkarlarından öte bürokrasinin çıkarlarını gözettiğini açıkça göstermişti. Dün sabah (19 Ocak) yaptığı, şiddet eylemlerine karışanların tutuklanması gerektiğini ima eden açıklaması ile UGTT bürokrasisi bu rolünü bir kez daha kanıtlamış oldu ve kendi tabanından ağır tepkiler aldı.

Devrimin demokratik ve sosyal görevleri arasına ucu belirsiz bir bekleme süresi koyan Tunus solunun geniş kesimleri ise tam da bu kavrayışlarının bir sonucu olarak, Tunus emekçi halkı adına alternatif bir politik önderliği açığa çıkartamadı. Son 10 yılın ve bugünün Tunus’unun en acil görevi ise bu olmayı sürdürmekte: Mücadele halindeki kitlelerle birlikte emekçi sınıfların bağımsız politik hattı ekseninde, mevcut düzenden kopuşu hedefleyen bir politik hattın inşası.

Yorumlar kapalıdır.