İktidarın suyu fena ısınıyor…

Kazanın harareti kaynama noktasına yaklaşıyor. Çorum’dan işçiler Ankara’ya yürüyor. Kocaeli’nde işçilerin sendikalaşma nedeniyle işten atılan arkadaşlarının geri alınması ve sendikanın yetkisinin tanınması için başlattıkları grev sürüyor. Pek çok sanayi bölgesinde ücretsiz izin uygulamalarına karşı ve sendikalaşma hakkı için mücadeleler sürüyor. Belediye işçileri de ayakta. Sağlık emekçileri hakları için sokaklarda. Öğrenciler kayyum rektörlere karşı ve demokratik eğitim sistemi için direniyor. Batmakta olan esnaf alanlara çıkıyor. Haciz kırbacı altındaki küçük çiftçiler isyanlarda. Yoksulluk diz boyu; insanlar ucuz ekmek, elma, karnabahar kuyruklarında, pazar artıklarının etrafında…

Hükümet ne yapıyor?

Hükümet, patlamasın diye kazanın kapağını iyiden iyiye sıkıştırıyor. Biriken basıncı biraz boşaltabilmek için ekonomi ve demokrasi reformundan söz ediyor. Ama bir yandan da işçilerin-emekçilerin, gençlerin üzerine eli sopalı kolluk kuvvetlerini göndermekte tereddüt etmiyor. Mahkemeleri yönlendirmekten vazgeçmiyor. Muhalif politikacıların, doğruları yazmaya çalışan gazetecilerin saldırıya uğramasına göz yumuyor. Hapishaneler tıklım tıklım. Halkın yoksulluğunu, işsizlerin acılarını, ucuz mal kuyruklarını sergileyen televizyon kanallarına ceza üzerine ceza yağıyor. Devleti sarmalayan yolsuzluk ahtapotuna ilişkin haberlere yayın yasağı koyuluyor; yayın yasağı haberleri de yasaklanıyor.

Ocak ayının başlarında yayımlanan Resmi Gazete’de, MİT ile polis teşkilatlarının ordunun silah, mühimmat ve araç-gerecini kullanabileceği duyuruldu. Gerekçe? “Milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumu.” Neler oluyor? Haydi terörü, şiddet olaylarını bir kenara bırakalım, toplumsal olaylar dedikleri nedir? İşçinin, emekçinin, öğrencinin, kadının, çiftçinin protestoları, hak arama mücadeleleri mi? Grevcinin üzerine TOMA yetmedi, tankla mı gelecekler?

Yoksa başka korkuları mı var? Devlet kademeleri içinde neler oluyor? FETÖ bitti, yeni cemaatlerden gelen tehditler mi var? Polisin elinde bunca silah varken, askerin silahını neden almak istiyorlar? Polise ve MİT elemanlarına tank, uçak, obüs, top kullanma eğitimi de verecekler mi?

Tek Adam rejimi koşar adım bir krize doğru ilerliyor. Bunun asıl nedeni elbette işçi ve halk yığınlarının Cumhur İttifakı’ndan uzaklaşması. Tüm anketler ve sokaklar bunu işaret ediyor. Ama öte yandan rejim kendi içinden de çatlamaya başladı. Erdoğan sırf dışarıdan biraz para gelsin diye demokrasi, Avrupa Birliği gibi laflar ediyor; ama hemen ardından Bahçeli, HDP kapatılsın yaygarası koparıyor, CHP’nin yok olmasını istiyor, muhaliflere saldıranlara arka çıkıyor. Adalet Bakanı Gül, İçişleri Bakanı Soylu’yu azarlıyor. Yandaş gazetelerden ve gazetecilerden bazıları hükümetin ekonomik politikalarını eleştirmeye başladı. Rejimin içinde çözülme sinyalleri bunlar. Erdoğan durumun farkında, yeni destekler bulmak için ziyaret turlarına başladı. Halkın gündemini değiştirebilmek için, yeni dış politika maceralarına atılmasından korkuluyor.

Ya muhalefet?

Önce resmi muhalefet. “Resmi muhalefet” derken, kapitalist sömürü sistemi içinde biraz daha demokratik, biraz daha sosyal adaletçi çözümler öneren, Cumhurbaşkanlığı sistemi yerine meclisin öne çıkmasını isteyen, CHP, İYİ Parti gibi partiler ile daha küçüklerini (Saadet, Gelecek, Deva) kastediyoruz. Bütün bu partiler, AKP-MHP’den uzaklaşan ve şimdilik “kararsızlar” diye adlandırılan kesimleri yanlarına çekme uğraşındalar. Kılıçdaroğlu apartman görevlileriyle toplantılar yapıyor. Akşener esnaf ziyaretlerine devam ediyor. Gözlerini seçimlere dikmiş durumdalar. Bir erken seçim olur mu, olmaz mı diye neredeyse fal bakıyorlar.

Meclisin üçüncü büyük partisi HDP ise büyük bir devlet baskısı altında. Bununla birlikte, düzen partilerine alternatif oluşturacak bir politik hat önermek yerine büyük bir sessizlik halinde. Cumhur İttifakı’nın erimesini ve Millet İttifakı’nın seçimleri kazanmasını bekliyor.

“Birazcık daha demokrasi”… Buna elbette herkesin ihtiyacı var. Ama ne zaman? İktidarda kalabilmek için seçim yasasında değişiklikler yapmaya hazırlanan Erdoğan ve Bahçeli seçime karar verdikleri zaman mı? Bu, demokrasiyi kurdun ağzına teslim etmek değil mi? Sokaklarda emekçiler, kadınlar, öğrenciler, gazeteciler dövülürken, tutuklanırken, demokratikleşmeyi ve sosyal adaleti seçim vaatlerine endekslemek rejimin (basıncı yükselen kazanın) emniyet supabı olmak değil mi? Demokrasiyi sırf “burası ucuz emek cenneti” diyerek çağrılan emperyalist ülkelerden daha çok para ve yatırım gelsin diye istemek, sömürülen emekçilere ne kazandıracak?

Demokrasi, işçilerin özgürce sendikalaşabilmesi ve buna karşı çıkan patronların cezalandırılmasıdır. Grev ve genel grev yasağının olmamasıdır. Halkın her kesiminin hükümeti sokaklarda özgürce, karşılarına kolluk kuvvetleri çıkarılmadan protesto edebilmesidir. Derneklere, üniversitelere, belediyelere kayyum atanmamasıdır. Halkın üzerine yüklenen her türlü dini, cinsel ve ulusal ayrımcılığın yok edilmesidir. Sokakların mafyadan, faşistlerden temizlenmesidir.

Demokrasi, iş saatlerinin kısaltılarak tüm işlerin çalışanlar arasında paylaştırılarak işsizliğin yok edilmesidir. İşyerlerinde işçi denetimidir. Halkı soyan işletmelerin tazminatsız kamulaştırılmasıdır. Emekçi halkın yararına merkezi ekonomik planlamadır.

Böylesine bir demokrasi için gerçek muhalefeti örgütleyecek (ve belki de “resmi muhalefeti” birazcık da olsa ileri itebilecek) olan ise işçi ve emekçi örgütleridir. Herhangi bir seçim beklemeden, hatta herhangi bir seçime rağmen, derhal bu muhalefetin örgütlenmesi (işçi-emekçi cephesi) önümüzde duran asıl görevdir.

Yorumlar kapalıdır.