Sendikaları terk etmesi gereken bürokrasi, işçiler değil!

İşçi sınıfı hareketinde özellikle son birkaç aydır yaşanan yüksek hareketlilik, sınıf mücadelesinde sendikaların rolü tartışmasını yeniden başlattı. Eşzamanlı olarak sendikal bürokrasi, sarı sendika, sendikasız mücadele pratikleri, yeni işçi örgütleri ve arayışları tartışması da yeniden ön plana çıktı. Kuşkusuz, hayat tartışmaları beklemez. Tartışmaların sonuçlarına göre şekil de almaz. Hayat teoriyle değil, teori hayatla sınanır. Nitekim tartışmalar sürerken mücadeleler de kendi mecrasında akmaya devam ediyor.

Tartışmaların merkezinde sendikal bürokrasi duruyor. Buradan hareketle iyi, kötü, çirkin sendika tasvirleri yapılıyor. Dost ve düşman sendika listeleri yayımlanıyor. Bütün bu tasnif ve tariflerin odak noktası, sendikal bürokrasiyle enfekte olmuş sendikaların artık kullanılmaz olduğu. Biz bu yaklaşımın hatalı olduğunu ve sendikal bürokrasiye karşı işçi demokrasisi temelinde bir mücadele programı izlemek gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada diyeceğimiz, pire için yorgan yakılmaması! Sendikaların terk edilmemesi. Neden?

Her şeyden önce sendika olmadan bürokrasi olmaz. Sendika, bürokrasinin bir parçası değil tersine bürokrasi sendikanın bir parçası. Bürokrasi olmadan da sendika olur. Çok da iyi olur. Bürokrasinin ise var olabilmek için her durumda bir sendikal aygıta ve örgütlenmeye ihtiyacı var. Aynı şey sendika için geçerli değil. Sendikanın var olabilmek için bir bürokrasiye ihtiyacı yok. Dolayısıyla bürokrasi yaşamak için sendikalaşma sürecinin varlığına ihtiyaç duyan, ondan beslenen bir parazit olarak ortaya çıkar. Sendika yoksa sendikal bürokrasi de yok.

Biraz daha açalım. Bürokrasinin çürümüşlüğüyle üzerine yükseldiği devasa sınıf hareketinin varlığı ve potansiyeli iki ayrı şey. Bürokrasi kıymetini, üzerine yükseldiği ve kontrol altında tuttuğu hareketin gücünden alır. Bu gasp edilmiş, tekrar geri alınması gereken bir sınıf mevzisidir. İhmal edilebilir düzeyde küçük ve güçsüz bir sendikanın bürokratik bir aygıta sahip olup olmaması sermayenin umurunda olmaz. Sendikal bürokrasi ne kadar büyük ve güçlü ise bu, üzerinde yükseldiği sendikal hareketin potansiyelinin ve sermaye için oluşturduğu tehdidin o derece büyük olduğu anlamına gelir. Bürokrasinin büyüklüğü işçi sınıfı hareketinin taşıdığı büyüklüğün bir izdüşümüdür. Ölmüş bir hareketin bürokrasisi olmaz. Olsa da kimsenin umurunda olmaz. Güçlü bürokratik aygıtları konuşuyor olmak, devasa bir işçi sınıfı hareketi potansiyelini konuşuyor olmaktır. Sendikaları terk etmesi gereken bürokrasidir, işçiler değil.

Bir an için düşünelim ve soralım. İşçi sınıfı hareketinin nevi şahsına münhasır başarılı ve örnek sayılacak deneyimleri olarak halen 60 yıl önceki Kavel grevini, 50 yıl önceki 15-16 Haziran işçi eylemlerini, 30 yıl önceki Zonguldak madencilerinin grev ve Ankara yürüyüşünü, yakın örnek olarak Tekel işçilerinin Ankara Sakarya’daki uzun mücadelesini… Hemen her durumda bu ve benzeri tarihsel sendikal mücadele örneklerinin öne çıkarılıyor olması, gerçekte sendikaların halen işçi sınıfı hareketinde oynadıkları rolü ve referansı göstermesi açısından manidar değil mi? 

Denebilir ki “Bunlar dünde kaldı; artık bir başka dönemdeyiz.” Bir an için bunun doğru olduğunu kabul edelim. Neredeyse 30 yıl öncesinden sendikaların tarihi misyonunu tamamladığını, sendikaların sermaye ve emeğe değen ikili karakterini, emeğin geri dönüşsüz şekilde sendikalardan göç ettiğini ileri süren anlayışlar var ve doğal olarak aynı tezlerini şimdi yine tekrarlıyorlar: “Sendikalar bitti”, “Artık yeni örgütlere, araçlara ihtiyaç var.” Bu tezi ileri süren ve buna uygun bir politik hat izleyenler muhtemelen geride kalan 30 yıl içinde bu görüşlerinin kanıtı sayılacak çok çeşitli deneyimler biriktirmişlerdir. Bunların başarılı ve geliştirilebilir somut deneyimler olarak yazılı çizili hale getirilmesi kuşkusuz işçi sınıfı hareketi için olumlu bir katkı olacaktır. Lakin şu an için yukarıda zikrettiğimiz Kavel’den Zonguldak madencilerine, 15-16 Haziran işçi eylemlerinden Tekel işçilerinin Ankara Sakarya mücadelesine; bugün de özellikle son iki üç aydır yükselişte olan işçi hareketinin, Yemeksepeti işçilerinden Pas South’a, bütün bu mücadelelerin yine hep sendikaya ve sendikalaşmaya değiyor olması aslında sınıf hareketinde yaşanmakta olanın ne olduğunu göstermiyor mu?

Sendikal bürokrasi sendikaları öldüremedi, öldüremez. Sendikaları öldürecek olan ancak işçilerin sendikaları terk etmesi olabilir. Şu an her şeye rağmen o durumda değiliz. Sınıfın azınlığı ama örgütlü çoğunluğu halen sendikalarda bulunuyor. Mevcut tüm mücadeleler de şu ya da bu şekilde sendikal alana yöneliyor ya da değiyor. Aksi yönde mücadele örnekleri yok mu? Tabii ki var. Örneğin Aliağa gemi söküm işçilerinin son eylemlilikleri buna bir örnek. İşçilerin verili bilincinden kaynaklı anlaşılır nedenlerle özel olarak sendikaya karşı olmaktan öte, yıllardır süren örgütlenme karşıtı gerici ideolojik propaganda nedeniyle işçilerin sendikaya karşı mesafesi anlaşılır. Ama bunun dışında ve işçilerin ötesinde sendikalaşmaya rezerv koyan bir kesimin olduğu da bir vaka. Nitekim işçilerin kafa karışıklığının ve antisendikal tutumunun çoğunlukla işçilerin dışındaki yönlendirici bu kesimlerden geliyor olması da ayrıca kayda değer. İşçiler herhangi özel bir yönlendirme olmadığında doğrudan sorunlarının çözümü için zaten sendikalara yöneliyor. Dolayısıyla sendikalara güvenmeyenler işçilerden öte bu kesimler. Kısacası sendikalarla ilgili tartışma aslında sınıf mücadelesine yönelik bir program ve mücadele anlayışı tartışması. Bu açıdan sendikal örgütlenme ve bürokrasiye karşı mücadele için bütün bu arka plan hem tartışmak hem de ortaklaşmak için iyi bir başlangıç zemini olabilir.

Nitekim biz sendikaların her şeye rağmen emek örgütleri olduğunu düşünen ve onları olabildiğince bürokratik mekanizmalardan arındırarak işçi demokrasisinin egemen olduğu mücadeleci sınıf örgütleri haline getirmeye çalışanlar olarak bu örnekleri ve deneyimleri hep ön planda tutmaya ve doğal olarak mevcut işçi mücadeleleri içinde bunları ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. Geçmişin başarılı sınıf mücadelesi deneyimleriyle bugünkü işçi sınıfı hareketliliğinin ihtiyaç duyduğu cevapları buluşturmak hepimizin görevi ve arayışı olmalı.

Biz sendika fetişisti değiliz. Bir emek örgütü ve halen de geçerli güçlü bir sınıf aygıtı olduğu için sendikaları ve sendikal mücadeleyi önemsiyoruz. Bütün bu tartışmalara ek olarak sendikaların yanında, onların çeşitli nedenlerle cevap üretemediği yerlerde, alternatif örgütlenme modellerinin ve mücadele araçlarının olmasına kuşkusuz hiçbirimiz hayır demeyiz. İşçi sınıfı hareketinin kapitalizmin üretim yapısındaki değişimlerden kaynaklı olağanüstü parçalanması karşısında sendikalarla birlikte yeni mücadele ve örgütlenme arayışlarının olması anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum. Sendikaları ve alternatif örgütlenme modellerini birbirinin karşısına koymak yerine birbirini tamamlayacak şekilde ele alabilmeyi ve inşa etmeyi öğrenmek zorundayız. Kuşkusuz bu ne sendikaları terk etmeyi ne de bürokrasiye karşı işçi demokrasisi mücadelesini bırakmayı gerektirmekte. Aksine bu anlayış, mevzilerin korunması ve geliştirilmesine ve yeni mücadele ve örgütlenme ihtiyacını sınıftan kopmadan sürdürmeye imkân verecektir.

Yorumlar kapalıdır.