Çoklu krizler dönemi

Türkiye’nin ekonomisinde, iç ve dış politikasında yaşadığı farklı krizler ve çözmesi gereken problemler var. Tüm bunlar dünya çapındaki iktisadi ve politik eğilimlerden etkilenerek zikzaklı bir seyir izliyor. Bu çerçevede ekonominin içinde bulunduğu krizi farklı kriz tiplerinin iç içe geçtiği çoklu krizler silsilesi olarak tanımlayabiliriz. Bahsettiğimiz şey sadece rejim içi ve dış politikadaki sorunlardan etkilenen bir mesele değil, enerji ve gıda krizleriyle beslenen ve büyüyen bir canavar söz konusu olan. Hayat pahalılığıyla kendini gösteren bu kriz emekçi sınıfların ortasına atılmış bir bomba etkisi göstermektedir. Neticede ekonomik kriz denilen şey rakamların analizinden ibaret olmadığı gibi apaçık bir sosyolojik krizdir.

İktidar krizin kılıfını dünyadaki genel enflasyon artışına, bölgesel savaşlara ve pandemiye bağlama peşinde. Devamlı dış etkenlere dikkat çekerek zorlu çalışma şartları ve hayat pahalılığı karşısında emekçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor. İklim krizi ve bölgesel savaşların ekonomiye etkisi elbette olacaktır fakat 20 yıllık AKP hükümetleri döneminde sermayenin lehine dışa bağımlılık ülkede bilinçli olarak artırıldı. Ülke, uluslararası tekellerle işbirliği içinde tam anlamıyla yağmalandı. Bu talan ve yağma politikası hem kentsel hem de kırsal alanda şiddetlenerek sürmekte. Tarımın, hayvancılığın neoliberal dönüşümünün yarattığı tarımda dışa bağımlılık bugün kendisini ekmek, yağ ve et kuyruklarında göstermektedir. Çeşitli mal tedariklerindeki zorluğun ana sebebi yıllarca ithalata ve dış parasal girişe bağımlı ekonomi politikasıdır.

Eğer ki pandemi ve savaş sebebiyle tedarik zincirlerinde ve lojistik sektöründe aksaklıklar ve bazı mallarda kıtlıklar yaşanıyorsa, iktidar bunu çözmek için şu ana kadar ne yaptı? Ürünlere hangi fiyat ve sermaye kontrolünü getirdi? Bu soruları sormak hakkımız. Tedarik zincirindeki aksaklıkları çözmediği gibi dışa bağlılığı azaltıcı hiçbir hamle yapmadı. Son iki yılda uyguladığı tüm ekonomik planlar, hazinenin bankacılık sektörü başta olmak üzere silah, enerji ve inşaat sektörleri lehine yağmalanmasını sağlamak üzere yapıldı. Bu tam olarak şu demek: Hazine özel sektörün borçlarını sırtlanıyor, hazine çok yüksek faizle borçlanıyor, hazine özel sektöre sübvansiyon uygulayarak kâr garantisi veriyor, son olarak hazine döviz garantili olarak mevduat sahiplerine kasadan faiz farkı veriyor. Tüm bu mali yük emekçilerin sırtına yüklenmiş durumda. Kısaca hazine kamudan aldığını özel sektöre aktaran kayış görevi görmekte ve yasalarla destekli bir şekilde yağmaya ve talana açık bir konumda. Daha önceki yazılarımızda biz buna geleceğimizin borçlulukla ipotek altına alındığı “hayat pahalılığı” demiştik ve “enkaz” ifadesini kullanmıştık. Bu sadece bugünün sorunu değil, gelecek kuşakların borçlandırılarak toplumsal olarak kıpırdayamaz hale getirilmesi söz konusu.

İktidar değişse bile yerine geçecek olan bu politikayı aynen devam ettirecektir. Sermaye iktidarları sermaye aleyhine hareket edemez. Bu nedenle radikal bir plan gerekir. Devamlı vurguladığımız hanehalkı borçları ve dış borçların ilga edilmesi uçuk bir talep değil acil bir taleptir. Dışa bağımlılığın azaltılması için sabit kur altında dış ticaretin devlet tekeline alınması ve kapsamlı bir sanayi planının oluşturulması da aynı derecede acildir. Çözümün anahtarı siyasal alanda, o alanın programı da kamusal planlamadadır.

Yorumlar kapalıdır.