ABD’de genç Starbucks işçileri patronlara ve sendika bürokrasisine meydan okuyor

ABD’de sendikalaşan Amazon depo işçilerinin nisan ayında dünyanın en büyük üçüncü şirketine karşı sendikal yetki ve toplu iş sözleşmesi kazanarak elde ettiği zaferin açtığı yolda bir diğer tarihsel örgütlenme hamlesi de Starbucks’ta yaşanıyor. İşçilerinin sendikalaşma çabası dünyanın en büyük kahve zinciri Starbucks’ın oldukça agresif sendika düşmanı taktiklerine rağmen ülke genelinde dalga dalga her geçen gün büyüyor.

Hizmet sektöründe faaliyet gösteren Hizmet Çalışanları Uluslararası Birliği (SEIU) konfederasyonuna bağlı Birleşik İşçiler (Workers United) sendikası altında işyeri bazlı örgütlenen Starbucks işçileri, 24 Haziran itibarıyla 35 eyalette bulunan 300 mağazada sendikalaşma başvurusunda bulundular. 12 Mayıs itibarıyla 225 olan bu sayının sadece beş hafta içerisinde tüm baskılara rağmen yüzde 30 büyümüş olması, işçilerin sendikal mücadeleye duydukları ihtiyacı ve örgütlenmedeki kararlılıklarını ortaya koyuyor.

Amerika’da bir işyerinde sendikal yetki sürecini başlatabilmek için işçilerin en az yüzde 30’unun sendikaya üye olmuş olması gerekiyor. Bu sayıya bir kez ulaşıldıktan sonra işverenin bu yetkiyi gönüllü olarak tanımaması durumunda (ki çoğu işveren sendika düşmanı olduğu için kendi rızasıyla bu yetkiyi tanımıyor) sendikanın tanınması ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yetkisi alabilmesi için ABD Uluslararası Çalışma İlişkileri Kurumu’na (NLRB) başvurulması ve işyeri çapında sendikalı olsun olmasın tüm işçilerin katıldığı sendikal yetki seçimleri yapılması gerekiyor. NLRB, ancak bu seçimlerde işçilerin çoğunun sendika lehine oy vermesi durumunda sendikaya TİS yetkisi tanıyor.

İşverenin uzun sürelere yayılan bu çok basamaklı sendikal yetki sistemini sendika karşıtı baskı ve propaganda yapmak için kullanması, seçimleri sendika aleyhine çevirmek için yeni işçi alımı yapması, seçim sonuçlarına itiraz etmesi gibi pek çok sendika düşmanı müdahaleye doğrudan ve dolaylı olarak alan açıyor. Kısacası, bu sistem sendikalaşma mücadelelerinin önünde bir bariyer işlevi görmesi açısından pratikte oldukça farklı olsa da özünde Türkiye’dekiyle oldukça benzer. Ancak tüm bunlara rağmen şimdiye kadar 169 Starbucks mağazası sendika seçimlerini açık farklarla kazandı. 94 mağaza yakın zamanda seçimlere gidecek. 10 mağazada Starbucks yönetiminin itiraz ettiği seçim sonuçlarının NLRB tarafından yeniden değerlendirilmesi beklenirken sadece 26 mağazada seçimler kaybedildi.

Bu tarihsel örgütlenme hamlesinin başını, Aralık 2021’de New York eyaletinin Buffalo şehrindeki küçük bir Starbucks’ın, Şili’deki Starbucks işçilerinin sendikalaşma mücadelesinden ilham alan işçilerinin sendikalaşarak TİS yetkisini alması çekti. Rakibi pek çok firmaya kıyasla işçilerine (örneğin sağlık sigortası, eğitim kredisi desteği gibi) daha avantajlı çalışma koşulları sunmasıyla bilinen Starbucks, ABD’de pandemi boyunca tek bir gün dahi kapılarını kapatmayarak kârına kâr katmıştı. Şirketin sadece 2021 yılı kâr oranı 20,3 milyar dolar ve bu miktar geçen seneye göre yüzde 28,4’lük bir artış göstermiş, buna rağmen şirket pandemiyi bahane ederek çalışanlarına sunduğu avantajlarda kesintiye gitmişti. Buna, sunulan avantajları kompanse etmek için düşük tutulan ve zamlanmayan ücretler, çalışma sürelerinde (dolayısıyla ücretlerde) zorunlu kesintiler ve şirketin pandemi boyunca işyerlerinde yeterli pandemi karşıtı önlem almaksızın işçilerini çalışmaya zorlaması da eklenince Starbucks işçilerinin sendikal mücadelesinin fitili Buffalo’da ateşlendi ve kısa sürede ülke çapında yayıldı.

“Sendika karşıtı değil Starbucks yanlısı” olduğunu iddia eden şirket CEO’su Howard Schultz ise şirketin “iş ortaklarımız” olarak adlandırdığı işçilerinin sendikalaşma dalgasının önüne geçmek için en az 30 kişiden oluşan bir avukat ordusunu ve milyonlarca doları sendika karşıtı yürütülecek bir kampanyaya atadı. Sendika seçimlerini ertelemek ya da seçimlere itiraz etmek, maaş artışına gitmek ancak sendikalaşan mağazalardaki işçileri bu artıştan muaf tutmak, işçiler için sendika karşıtı zorunlu propaganda seansları düzenlemek, sendika seçimlerinden önce birimleri yeni çalışanlarla doldurmak, çalışma saatlerini azaltarak sendika yanlısı mağazalardaki işçileri tasfiye etmek ya da kovmak, geçici ya da kalıcı olarak sendika seçimlerini kazanmış ya da sendika yanlısı çoğunluğa sahip bazı mağazaları kapatmak ve kapatmakla tehdit etmek gibi pek çok agresif yasal ve yasadışı sendika düşmanı yöntemi uygulamaya koyan Starbucks yönetimi her şeye rağmen işçilerinin sendikal örgütlenme dalgasının önünü kesemedi. CEO Schultz’un söylemlerine karşı “ancak şirketle TİS masasına oturduğumuz zaman şirketin iş ortakları olacağız” cevabını veren işçiler, mücadelelerine grevlerle, iş yavaşlatma ve sosyal medya kampanyaları gibi eylemliliklerle ve yasal süreçleri kullanarak devam ediyorlar.

Şirketin, sendikanın yalnızca işçilerin aidatlarıyla ilgilenen harici bir üçüncü taraf olduğuna dair klasik sendika karşıtı propagandası ise işçiler arasında karşılık bulmadı. Bu söylem aslında Demokrat Parti’ye ve Wall Street oligarşisine göbekten bağlı olan, işçilere söz hakkı tanımaksızın tepeden örgütleyen ve patronlarla anlaşmaya dayalı şeffaf olmayan süreçler sonucunda işçileri, çoğunlukla grev haklarından feragat etmelerine dayalı oldukça zayıf TİS’lere mâhkum eden Amerikan sendika bürokrasisinin sendikacılık anlayışıyla birebir örtüşüyor. Ancak Starbucks işçileri sendikalaşma mücadelelerini tabandan ve işyeri bazlı yürütüyor, şehir ve bölge bazlı dayanışma ve mücadele komiteleri kuruyor, karar ve eylemliliklerini işçi demokrasisi temelinde kendileri alarak bürokratik sendikacılığın alışılagelmiş metot ve işleyişlerine de meydan okuyorlar. İşte tam da bu yüzden bu mücadele sadece Starbucks’a değil sendikalaşma oranlarının oldukça düşük olduğu hizmet sektöründeki büyük şirketlere ve genel olarak sendika bürokrasilerine de korku salıyor.

Bu sendikalaşma dalgasının diğer bir önemi de Starbucks işçilerinin profiliyle doğrudan alakalı. Yaş ortalaması 24 olan ve çoğu yarı zamanlı çalışan lise ve üniversite öğrencilerinden oluşan Starbucks işçileri, kapitalizmin 2008’den beri aşamadığı derin krizinin ve ona eşlik eden sendika karşıtı neoliberal ideolojinin içinde büyüyen bir nesli temsil ediyorlar. Bu neslin, kendi gündelik ihtiyaçlarından yola çıkarak kapitalizmin kendisine sunduğu geleceksizlik karşısında örgütlü bir mücadeleyle durmaya başlaması, ABD’deki politik-ekonomik düzen karşısında yükselen en büyük tehdit olabilir.

ABD’de yüzde 9 olan sendikalılık oranı hâlâ oldukça düşük olsa da pandemi sonrası yapılan bir araştırma, ülke nüfusunun yüzde 69’unun sendikalaşma yanlısı olduğunu ortaya koydu. Şu anda ülkede Starbucks işçilerinin sendikalaşma mücadeleleri de dahil olmak üzere 586 işyerinde aktif grev ve 891 işyerinde aktif eylemlilikler yaşanmakta. Gençlerin başını çekerek yükselttiği ve binlerce işçinin parçası olduğu sendikal mücadeleler, işçi sınıfının politik bağımsızlığını kazanma yönünde girişeceği örgütlü bir mücadeleyle tamamlanabilirse, bu yükseliş ABD ve küresel sınıf mücadelesi için bir dönüm noktası olma potansiyeli taşıyor.

Yorumlar kapalıdır.