Tarihte bu ay | 10 Ağustos 1927 Adana Demiryolları Grevi’nin 95. yıldönümü

Yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin genç işçi sınıfının, Halk Fırkası rejimiyle ilk büyük hesaplaşması 10 Ağustos 1927 tarihinde Adana Demiryolları’nda patlak veren grevle başladı. Yeni rejimin kendisini ilan etmesinin üzerinden henüz dört yıl geçmişti. 1927’de demiryollarındaki iki büyük şebeke hâlâ emperyalizmin elindeydi. Bunlardan birincisi Şark Demiryolları’nın (Paris-İstanbul) Trakya bölümüydü. İkincisi ise, bir Fransız firmasının elinde olan ve 10 Ağustos grevinin yapıldığı Anadolu Demiryolları’ydı (İstanbul-Bağdat).

İşçiler arasındaki ilk huzursuzluk emareleri 10 Haziran’da, bayram dolayısıyla verilmesi gereken ve bir yevmiyeye eşdeğer olan avansın verilmemesiyle başlar. İş bırakan işçilerin karşısına geçen polis müdürü şu sözleri sarf eder: “Yaptığınız bu hareketin gayr-i kanunî olduğunu bildiğiniz halde ısrar etmeniz hepinizi uçuruma sürüklüyor. Halbuki siz kumpanyadan istediğiniz hakla hükümetin kanunlarına da karşı geliyorsunuz.” Buna işçilerin cevabı ise şöyle oldu: “Biz o kanunları okuduk ve biliyoruz. Siz o kanunları şu karşıda gülen kumpanya direktörüne okutunuz. Biz açız ve ölüme mahkûm işçiler olduğumuzu bildiğimiz halde tahammül ediyoruz. Fakat bir haftadan beri avans verilecek diye aldatılıp bizim çalışmamızdan istifade etmeye çalışan patrona karşı da, elinizdeki kanunları istimal edecek olursanız, fena olmaz zannederiz. Yok ellerinizdeki kanunlarla hakkımızı almaktan vazgeçirmek istiyorsanız, yanılıyorsunuz. Biz bu hakkımızı kendi kuvvetimizle alırız.” (Amele Murahhası Alaaddin’in hatıratı)

Bu çekişmenin neticesinde işçiler avanslarını alırlar; bu sırada Fransız şirket, işçi muhalefetinin büyüyeceğini tahmin ederek polis müdürü ile polislere 500 lira vererek, onları rüşvete bağlar. Avanslar alınmış olmasına rağmen işçilerin 15 maddelik talep listesi tartışmaya açılmamıştır. Bunun üzerine depo işçileri kendi aralarında toplantılar almaya başlarlar ve bayramı, diğer işçilerle buluşarak ve onları taleplere ikna ederek geçirirler.

İşçiler talep listesini genişletirler; bu listenin 29. maddesine göre demiryollarında asgari ücretin 45 lira olması, 100 liraya kadar maaş alanlara yüzde 25 zam yapılması ve 100 liradan fazla maaş alanlara da yüzde 15 zam yapılması istenmektedir.

10 Ağustos’ta 650 işçiyle başlayan grev, 15 Ağustos’ta 1200 işçiye çıkar. Grev kısa sürede Adana’dan Mersin ve Tarsus hatlarına sıçrar. Yalnızca bir hafta içerisinde, Türkiye’deki hammadde dolaşımı ve ticaret grevden ciddi şekilde etkilenir: “Münakalat yok. Pahalılık başladı. Fabrikalar mahrukatsızlıktan işleyemeyecek. Ticaret odasında içtima yapıldı. Vekaletlere telgraflar yazıldı. İhraç mevsiminde ve pamuğun pazara sevki hengamında şimendifer idaresinin bu lakaydisi çok şayan-ı dikkattir.” (Yeni Adana, 17 Ağustos 1927)

Bu sırada firma, askerleri ve grev kırıcıları kullanarak tren seferlerini tekrar yapmaya çalışır ancak işçiler buna izin vermezler. Rejim, milliyetçi bir dil kullanarak Fransız firmasını kınayıcı bir tutum almaya çabalasa da, aslında firmayla ortak olarak grevi ezmeye çalışır. 23 Ağustos günü Adana Valisi ile görüşen işçiler, valiye 10 Haziran’da polislerin kendilerine karşı silahlarını ateş ettiklerinden bahsederler. Valinin cevabı şu olur: “Bütün kabahat sizde imiş. Zabıtaya siz karşı gelmişsiniz. Onlar da silah istimal etmek mecburiyetinde kalmışlar. (…) Fakat dua ediniz ki ben o zaman burada yoktum. Burada olsaydım, o havaya atılan kurşunlara acırdım. Ben ete atardım!”

Fransız firmasının, hükümetin ve kolluk kuvvetlerinin ortak saldırıları karşısında yalnız kalan işçiler, grevlerini ancak 14 gün boyunca sürdürebildiler ve firmanın dayattığı yüzde 7’lik zammı kabul etmek zorunda kaldılar. İşçiler son çare olarak greve katılan hiçbir işçinin işten atılmamasını talep ettiler ancak firma öncü ve grevin başını çeken işçileri işe geri almadı. Mersin deposu kapatıldı ve 30-40 işçi ortada bırakıldı.

Türkiye Komünist Fırkası’ndan işçi temsilcisi Alaaddin şöyle yazar: “Ve hiçbir şey yapılamadı. Hükümetin amele aleyhine geçmesiyle, amele bir şey kazanamadı. Velâkin biz ameleyi kazanmış olduk.”

Adana Demiryolları grevi, bir bakıma Türkiye’de sürekli devrim stratejisinin Türkiye işçi sınıfının içinde en keskin ve köşeli biçimiyle gündeme gelişini ifade etmektedir. Zira verilmiş olan ulusal kurtuluş savaşlarının ardından emperyalizmi kovmakla övünen ve Türkiye’ye özgü bir ulusal refah yaratma iddiasında olan bir rejim, Anadolu Demiryolları’nı elinde tutan bir Fransız firmasının karşısında dahi dik duramamıştır. Lozan Antlaşması’nda Fransa’yla olan diplomatik ilişkilerini tazeleyen ve iyileştiren rejim, emperyalizme olan sadakatini Adana demiryolu işçisine saldırarak göstermek istemiştir.

Ancak Adana Demiryolları Grevi’nin yenilgisinin, bir de uluslararası bir kaynağı mevcuttur: O sırada Kremlin’deki Stalinist bürokrasinin izlediği ve çeşitli komünist partilere dayattığı işbirlikçi ve uyarlanmacı çizgi, birçok proleter ayaklanmayı felakete sürüklemişti. Adana grevinden bir sene önce, 1926’da İngiltere’de büyük bir genel grev yaşandı ve grev, doğrudan doğruya Stalinizmin İngiliz sendika bürokrasisine uyarlanmasıyla yenilgiye uğradı. Yine 1925-1927 Çin Devrimi, Komintern’in izlediği korkunç ve ölümcül Stalinci-Buharinci çizginin neticesinde kana boyandı. Adana, Mersin ve Tarsus demiryolu işçileri, akıntıya karşı kürek çekmeye çalışıyorlardı ancak bunun için onların bir devrimci önderliğe ihtiyaçları vardı.

Yorumlar kapalıdır.