30 Kasım 1990: Büyük madenci yürüyüşünü başlatan grev

Bartın’da sermaye ve rejim işbirliğiyle canlarına kastedilen 41 maden işçisi kardeşimizin anısına…

30 Kasım 1990 tarihinde Genel Maden İş Sendikası’nda (GMİS) örgütlü olan maden işçileri 2,5 milyon lira maaş ve 85 bin lira yevmiye talebiyle greve çıktılar. Grevin merkezi Zonguldak olsa da, çevre illerden madenciler de greve katıldılar. Zonguldak, ocak ayının başına dek bir grev kenti olacak ve hükümete karşı verilen mücadelenin üssü rolünü oynayacaktı. Maden işçilerinin öncülüğünde, madenci aileleri, kent esnafı, öğrenciler ve aydınlar da grevin arkasında, grevin kazanması için hizaya girecekti.

Grevci maden işçilerinin taleplerine karşılık olarak, ANAP (Anavatan Partisi) hükümetinin önerisi 1,2 milyon lira maaş ve 64 bin lira yevmiyeydi. 1989 bahar yerel seçimlerinde, uyguladığı emek düşmanı politikalar nedeniyle hezimete uğramış olan Özal, madenlerin kamu kontrolü altında kaldıkça kâr edemediklerini, bu nedenle madenlerin devletin elinden çıkarılması gerektiğini iddia ediyor; madenlerdeki üretimi bilerek düşürecek politikalar uygulayarak hatalı ve yalancı bilançolar açıklıyor ve böylece IMF ile Dünya Bankası’nın dayattığı özelleştirme paketlerini hayata geçirmeye çalışıyordu. Özal, maden işçilerinin talepleri söz konusu olduğunda şöyle konuşuyordu:

“Zonguldak kömür havzasında işçiye verilen ücret, sattığınız kömürün bedelini karşılamıyor… Zararı 500-600 milyarı buluyorsa yarın yüzde 60 zam verdiğiniz zaman bu açık, bu zarar 1 trilyonun üstüne çıkar. Kim ödeyecek bu parayı. Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz enflasyonu körüklersiniz.”

Hükümet maden işçilerinin pes edeceğini düşünüyordu; işçileri teslim alma sürecini hızlandırmak için madenleri kapatacağına dair bir şantaja dahi başvurdu. GMİS’in bağlı olduğu Türk-İş, madencilere destek için 3 Ocak 1991 günü yurt genelinde bir genel grev gerçekleştirdi. Bunun üzerine maden işçileri hükümet üzerindeki baskıyı artırmak istediler. 30 Kasım’da başlayan grev 35. gününü doldurmuştu: Ankara’ya yürüme ve Çankaya’daki “tek adama” işçi sınıfının gücünü hatırlatma kararı alındı.

Maden işçilerini Ankara’ya götürecek olan otobüslerin yolu devlet zoruyla kesildi, böylece otobüsler Zonguldak kent merkezine giremedi. 4 Ocak sabahı, on binlerce işçi, sendikanın Zonguldak şubesinin önünde toplandı. Doğal bir işçi mitingine dönüşen eylemde, işçiler Ankara’ya yürüme kararı aldılar. Böylece herhangi bir ön hazırlık yapılmaksızın, maden işçileri ile ailelerinden oluşan 100 bin kişilik bir proleter ordusu, Ankara’ya yürümeye başladı.

Büyün madenci yürüyüşü, 1989’un baharında patlak vermiş olan işçi mücadelelerinin zirve noktasını temsil ediyordu. Bu yürüyüş,12 Eylül 1980 darbesinde generallerin getirdiği ve ardından liberal, milliyetçi ve İslamcı düzen partileri tarafından korunan işçi düşmanı ve patron dostu paylaşım sözleşmesine karşı, Türkiye işçi sınıfının ortaya koyduğu en militan mücadeleydi. Yürüyüş yalnızca düşük ücret politikalarına karşı değil, aynı zamanda madenler ile enerji sektörünün özelleştirilmesi ve kamu yatırımlarının yağmalanmasına karşı da bir ayaklanmaydı.

Hiç şüphe yok ki Özal hükümeti ile Türk burjuvazisi de bunu bir ayaklanma olarak gördü: Ankara sınırına ordu çıkartma yaptı, tanklar ve tüfeklerle Türk kapitalizminin başkenti koruma altına alındı. Zira işçilerin Devrek ziyareti, ayaklanmanın büyüdüğüne işaret ediyordu. Devrek bir bütün olarak evlerini, fırınlarını, kahvehanelerini işçilere açtı; fırınlar işçilere ekmek dağıttı, proleter aileler grevci kardeşlerini evlerinde ağırladı. Madenciler kentten ayrılırken Devreklilerin attığı slogan “Devrek burada, devlet nerede?” idi.

Yürüyüş halinde olan maden işçilerinin Zonguldak-Botan sloganı atarak Kürt hareketiyle kardeşleşmeleri, Ankara’dan büyük bir kaygıyla izlendi ve hükümetin eli ayağı birbirine dolandı. Bugüne kadar “terör” korkusunu kullanarak ve araçsallaştırarak işçileri ve işçi hareketini dizginlemeye çalışmış olan rejim, şok ve histeri içinde Zonguldaklı maden işçilerinin Botan’la devrimci dayanışmasını ilan ettiğine tanık oluyordu. Ankara açısından işçiler derhal, ne pahasına olursa olsun durdurulmalıydı.

Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut Bolu’ya gidip, sendikanın başkanı Denizer’le görüştü. Sonuçsuz kalan bu görüşme Özal’ı sinirlendirdi. Sermayenin bu kibirli uşağı şöyle konuşuyordu: “Nasıl olur da başbakan işçilerin ayağına gider!”

İşçiler Mengen’e ulaştıklarında, hükümet işçilerin yollarının üzerine iş makineleri çıkarttı. İşçiler bu engeli aştı. Ardından hükümet işçilerin karşısında jandarmayı çıkarttı. İşçiler yürüyüşe devam etmek istediğinde çıkan çatışmada, 201 maden işçisi gözaltına alındı. Zonguldak’tan yola çıkan battaniye, ilaç ve yiyecek yardımı jandarma tarafından durduruldu; işçiler soğukta, aç ve susuz bırakıldı.

Ankara’dan gelen yeni görüşme teklifi Denizer tarafından kabul edildi ve Zonguldak’a geri dönme kararı alındı. Madenci yürüyüşünü jandarmayla, şantajlarla, yalanlarla, aç bırakarak ve tehditler savurarak bastıran hükümet ve hükümetin baskılarına teslim olan sendika bürokrasisi ortaklığında yenilgiye uğratılan büyük madenci yürüyüşünün faturası, Türkiye işçi sınıfı açısından ağır oldu. Öncelikle rejim işçilerden intikam almak için, TİS sırasında verdiği ilk teklifin de altına düşerek, ücretleri 1 milyon 100 bin lira ve yevmiyeyi de 49 bin lira olarak verdi. Ancak bunun da ötesinde, 16 Ocak’ta ABD’nin Irak’a savaş açması bahane edilerek, 25 Ocak’ta grevler için iki aylık erteleme kararı alındı.

Ancak tek intikam alan hükümet değildi. İşçi hareketinin hedeflerine kazanılmış olan Türkiye, 10 ay sonraki genel seçimlerde ANAP’ı iktidardan attı ve Özal’ı, Çankaya’da oturmasına rağmen yürütme üzerinde gücü kalmamış olan, işçi hareketinin altında ezilmiş zavallı bir süse dönüştürdü.

Yorumlar kapalıdır.