Emekçiler bir kez daha açlığa ve yoksulluğa mahkûm edildi

Hükümet ve patronlar birlikte asgari ücreti net 8.506 TL olarak belirlediler ve bu rakamı sanki kendisinin kişisel ulufesiymiş gibi RTE ilan etti. Gerek asgari ücretin açıklanan düzeyi, gerekse bu kararın alınış biçimi, düzenin emekçi karşıtı niteliğini bir kez daha açığa vurdu.

Gerçek enflasyon, özellikle de gıda enflasyonu yüzde 150’lerin üzerinde olduğu halde asgari ücret artışının yüzde 54,6 düzeyinde kalması, sadece emekçilerin yaşam düzeylerinin daha da kötüleşmesi anlamına gelmiyor, ama aynı zamanda yeni ücretin fiyat artışlarının etkisiyle bir-iki ay içinde eriyip yok olacağına işaret ediyor; hatta Birleşik Kamu-İş sendikasının açıkladığı Aralık 2022 açlık sınırının (9.059 TL) bile altında kalmış durumda.

Açlık düzeyi bir kişinin asgari yaşam harcamasıdır. Oysa emekçilerin önemli bir kesimi bu ücretle en az 3 ya da 4 kişilik bir aile geçindiriyor. Ve Türk-İş bile bir ailenin yoksulluk sınırının 23.365 TL olduğunu belirledi (Birleşik Kamu-İş’e göre Aralık 2022’de 26.124 TL). Yani aynı evde iki kişi çalışıyor olsa bile, emekçi ailelerinin büyük çoğunluğu derin yoksulluğa mahkûm edilmiş demektir.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu hükümetin ve patronların elinde emekçileri açlığa ve yoksulluğa mahkûm etme aracı olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın bu komisyonda yeri olmamasına rağmen, sanki onun başkanıymış gibi açıklamada bulunması, bir kez daha Tek Adam rejiminin patronların çıkarları için çalıştığının açık bir kanıtını oluşturmuştur.

Türk-İş bürokrasisinin Komisyon’un son toplantısına katılmayıp karara imza koymaması da bu yöneticilerin kaçamak ve patronlarla uzlaşmacı tavrını gizleyemez. Zaten görüşmelere açlık sınırı rakamıyla katılmışlar; sonra gelen eleştiriler sonucunda bu rakamı 9.000 TL’ye yükseltmişlerdi. “Bu rakamı vermezlerse imza atmayız, başka yapacak bir şeyimiz olmaz” demişlerdi. Ülkedeki en büyük işçi konfederasyonunun yöneticilerinin daha baştan böylesine teslimiyetçi bir tutum almaları, onların bırakın emekçi yığınları temsil etme meşruiyetini, aslında sınıfın önünde birer engel oluşturduğunu göstermektedir.

Bu gerçekler çerçevesinde. 1) Hükümetler ile patronların el ele verip karar aldıkları Asgari Ücret Tespit Komisyonu derhal lağvedilmeli. Asgari ücret tüm sendika konfederasyonları ile patron örgütü arasında yapılacak görüşmeler ile belirlenmeli. Ve tabii sendikaların uyuşmazlık halinde genel grev hakkı olmalı. 2) Asgari ücret asla sendikaların ve bağımsız araştırma gruplarının belirlediği yoksulluk sınırı altında olmamalı ve her üç ayda bir otomatik olarak artırılmalı. 3) Asgari ücretin ortalama ücret olmaktan çıkması gerekiyor. Zammın ardından ortaya çıkacak olan yeni asgari ücretle beraber, halihazırda %50’nin üzerinde olan asgari ücretli çalışan oranı, yüksek ihtimalle %60’lar, %70’ler seviyesine yükselecektir. Bu durumdan kurtulmanın yolu, sendikalaşmanın ve TİS imzalayabilmenin önündeki bütün engellerin kaldırılmasından, tüm işyerlerinde sendika üyeliğinin zorunlu hale getirilmesinden, bunun anayasa ve yasalarla güvence altına alınmasından geçiyor. 4) Fiyatlar gıda sanayii, toptancı tüccarlar ve büyük market zincirleri tarafından değil sendika ve işçi denetiminde belirlenmeli ve kontrol edilmelidir. 5) Vergi dilimleri ücretler yıl içinde bir üst dilime geçmeyecek şekilde yeniden düzenlenmeli ve vergi yükünün büyük servetlere bindirildiği bir adil vergi sistemi kurulmalıdır. 6) Asgari ücret artışı bahane edilerek işten çıkarmalara izin verilmemelidir.

Bütün bunları gerçekleştirebilmek, hayata geçirebilmek için mücadele etmemiz, seferber olmamız, sendikalarımızda örgütlenmemiz, sendika bürokratlarını sendikalardan uzaklaştırmamız şart. Biz mücadele etmedikçe hükümet ve patronlar kaşıkla verdiklerini kepçeyle almaya devam edecekler. Mücadele etmedikçe yoksullaşmamızın önüne geçemeyeceğiz.

Yorumlar kapalıdır.