Enkazı yalnızca bir emek ittifakı kaldırabilir!

6 Şubat depremlerinde kaybettiğimiz insanlarımızın sayısı, 17 Ağustos 1999 depreminde kaybettiklerimizin sayısının iki katını aştı. 45 bine yaklaşan can kaybı sayısıyla 6 Şubat depremlerinde yaşanan ölümler, dünyanın en ölümcül ilk beş depremi arasına girdi. Ancak kayıpların sayısının bu denli yüksek olmasının nedeni, Maraş depremlerinin “asrın felaketi” olması değil. On binlerce insanın hayatını kaybetmesine, çok daha fazlasının yaralanmasına ve evsiz kalmasına neden olan, sermayedarların hukuki pürüzlerle karşılaşmadan inşaat sektörü üzerinden servet biriktirmesine adanmış olan kapitalist yıkım politikalarıdır.

6 Şubat depremlerinin yarattığı toplumsal enkaz, Türkiye nüfusunun genelinde büyük bir öfke ve hoşnutsuzluk yaratmış durumda. Bunun temelinde depreme dönük gerekli önlemlerin alınmaması, deprem vergilerinin sermayeye peşkeş çekilmesi ve Saray rejiminin depremin ardından adeta bir felç yaşayarak binlerce insanın hayatını kurtarma noktasında başarısız olması yatıyor.

Depremzedelerle dayanışmak için AFAD gibi rejim kurumları değil, işçi ve halk inisiyatifleri tercih ediliyor. Bölgeye giden bakanlar, milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı sözcüleri ve hatta MHP Genel Başkanı protestolarla ve hoşnutsuzlukla karşılaşıyor; birçoğu ziyaretlerini keserek olay mahallinden ayrılmak durumunda kalıyor. Futbol maçlarında tribünler hükümeti istifaya çağırıyor; taraftarları cezalandırılmak istenen kulüplerle dayanışmak için, bu sefer “Hükümet istifa!” sloganı bütün maçlara doğru yayılıyor.

Saray rejimi bu öfkenin karşısında her zamanki gibi sopa göstermeye çalışıyor. Erdoğan depremzedelere hakaretler ederken; Bahçeli karşılaştığı protestolar karşısında “Sessizlik olacak! Dağılın gitsin!” çıkışında bulunuyor ve maçların artık taraftarsız oynanmasını gerektiğini söylüyor.

Ancak bu tehditlerin altı boş. Rejim, depremin doğurduğu toplumsal muhalefet dalgasını bastırabilecek güce sahip değil. Savurduğu tehditler, tam da onun bu zayıflığından kaynaklanıyor. Erdoğan’ın Adıyaman’da depremzedelerden “helallik” istemesi, Kızılay başkanının depremzedelere parasız sağlanması gereken çadırların satıldığını kabul etmesi, sosyalist partiler ile meslek odaları ve sendikaların deprem bölgelerinde kurduğu dayanışma alanlarının polis tarafından toplanmak istemesi sonucunda açığa çıkan protestoların ardından karardan vazgeçilmesi ve EYT düzenlemesinin meclisten hızlıca geçirilmesi, iktidarın içinde olduğu korku atmosferini ve güçsüzlüğünü gösteriyor.

6 Şubat depremleri Türkiye çapında büyük bir işçi ve emekçi dayanışması yarattı. Enkazları maden ve inşaat işçileri kaldırdı, sokakları vinç operatörleri temizledi, köylere ve kasabalara yardımları kuryeler ulaştırdı ve depremzedelerle sağlık emekçileri ilgilendi. Bir trajedinin ardından ortaya çıkmış olan bu işçi-emekçi kutbu, aslında kriz anlarında emekçi sınıfların Türkiye’yi girdiği darboğazdan nasıl kurtarabileceğini de anlatıyor.

Yaklaşan seçimlerde, sahada kurulmuş olan bu işçi-emekçi dayanışmasının siyasal bir seçenek olarak vücut bulması yakıcı bir önem taşıyor. İşçi Demokrasisi Partisi olarak uzun bir zamandır seçimlere yönelik olarak sosyalist partilerden, sendikalardan ve meslek odalarından oluşacak bir Emek İttifakı’nın kurulması çağrısını yükseltiyoruz. Türkiye bugün, belki de tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bu Emek İttifakı’na gereksinim hissediyor. İDP olarak bu gereksinimin karşılanması noktasında üstlenmemiz gereken bütün siyasal sorumlulukları sırtlamaya hazırız. Bu bağlamda sosyalist partileri, sendikaları ve meslek odalarını bu büyük tarihsel görev karşısında ortaklaşmaya ve depremin ardından sahada fiilen ilan edilen Emek İttifakı’na bir gerçeklik kazandırmaya çağırıyoruz.

Yorumlar kapalıdır.