Evdeki tebligat

2008 krizinin Türkiye’yi teğet geçtiği rivayeti yıllardır süregelen bir yalandı. Dönemin koşullarını ve bankaların durumunu incelediğimizde, borçların ödenemediğini açıkça görmekteyiz. 2009 yılında bankalar tarafından evlere yollanan, ödenmeyen borç tebligatları, bir önceki seneye göre neredeyse üç katına çıkmış durumdaydı. Bir anda parasız kalan bir sistemin gücünü koruyarak devam edebilmesi için, iktidar, destek paketleri ve özelleştirmeleri sermayenin ayaklarına serdi.

Günümüze geldiğimizde, özellikle pandemi sonrasında durmaksızın yükselen bir krizin içinde bulunuyoruz. TL’nin yüksek seviyelerde değer kaybetmesi, konut, gıda, ulaşım gibi en temel ihtiyaçların on kata kadar arttığı bir süreçten geçmekteyiz. Ancak çalışanların maaşlarındaki düşük artışlar, yoksullaşmayı daha da derinleştiriyor. Ev kirasına bir yılda yüzde 75 zam yapılırken, çalışan, yüzde 50 zam alabilmek için aylarca direnmek zorunda kalıyor. Ev kirası dediğimizde, aslında bu temel giderlerden yalnızca birinden bahsediyoruz. Faturalar, gıda, ulaşım ve maaşlar üzerindeki ağır vergi yükleri de artırılarak, sermayenin kurtuluşu emekçinin sırtından sağlanıyor. Yaşamını idame ettirmekte bile zorlanan işçiler, kredi, kredi kartı veya bireysel borçlarla hayatta kalmaya çalışıyorlar.

İktidarın uzun yıllardır emekçiyi borçlandırma politikasında, son birkaç ayda keskin bir dönüş yaşandı. Bankaların Merkez Bankası’ndan aldıkları düşük faizli kredileri emekçiye yüksek faizlerle satışı durduruldu. Bankalar bu yöntemlerle kazançlarını katlayarak artırdı. Uzun yıllardır kredi ve kredi kartı alımı oldukça kolaylaştırılmıştı ve emekçiler çoğu zaman borcu borç ile ödeyerek şişen bir sistemi yürütmeye çalışıyorlardı. Ancak son birkaç ayda uygulanan kemer sıkma politikaları, ağır vergiler ve her alanda gelen zamlar, çalışanların borçlarını ödeyebilmesini değil, yaşamlarını sürdürmelerini bile daha da zorlaştırdı. İktidar, ekonomik politikasında bankaların borç vermelerini zorlaştırma yöntemine geçti. Bu durum, çok somut bir şekilde borçların ödenememesiyle geri döndü.

Bu durumu en iyi görebileceğimiz yerlerden biri de noterlerdir. Bankaların, borcunu ödemeyen kişiler için dava süreci başlatmak amacıyla evlerine yolladıkları tebligatlar noter onayı gerektirmektedir. Noterlerin yolladıkları tebligat sayılarına bakıldığında, geçen seneye oranla yüzde 50-60 oranında bir artış gözlemlenmektedir. Borçların içeriklerine baktığımızda ise ihtiyaç kredileri ve kredi kartlarının bu borçların en büyük kısmını oluşturduğunu görmekteyiz. Aslında buradan yapılacak çıkarım, insanların hayatlarına devam edebilmek için borçlanmaya mahkûm olduklarıdır.

Borç tebligatları eline geçen insanlar, zaten aylardır ödeyemedikleri borçlarını üç gün içinde ödemezlerse davalık olacaklarını öğreniyorlar. Asgarisi 20-30 bin olan borcu ödeyemeyen kişiden, tüm borcu olan 200 bin TL’yi üç gün içinde ödemesi bekleniyor. Açılan davanın veya süreçte oluşacak bütün masrafın da borçlunun üzerine yükleneceği düşünülürse, durum daha da netleşiyor.

Bir de bu borçların bankalar tarafından “yasal tefecilere” satılması durumu göz ardı edilemez. Banka; “Şu kişinin faizi ile beraber bana 500 bin TL borcu var, sen bana ana para olan 200 bin TL’yi ver, bu borcu git tahsil et” diyerek alacağını satmış oluyor. Bu tefecilere borcu istediğin kadar ve istediğin şekilde alabilirsin diyerek borçluların canlarını bile tehlikeye atabilecek bir durum yaratıyorlar.

Sermayeden değil emekten yana çözümlerle bu çıkmaza derhal son verilebilir. Öncelikle, emekçiden alınan vergiler düşürülmeli ve neredeyse hiç vergi alınmayan sermaye, kurumlar vergisi ve servet vergisi gibi araçlarla vergilendirilmelidir. Sermayeden elde edilecek bu kaynaklarla, emekçilerin ve yoksulların kredi ve kredi kartı borçları silinmelidir. Ücretler ve emekli maaşları insanca bir seviyeye çekilmelidir. Bu talepler etrafında tüm emek örgütleri birleşik bir mücadeleyi örmelidir.

Yorumlar kapalıdır.