Türkiye tarihinde emeğe yapılan en büyük saldırılardan birini yaşıyoruz. Emeğin toplumsal servetten aldığı pay her geçen gün daha da azalıyor. Türkiye’de asgari ücret dolaylarında maaş alan işçilerin sayısı emekçilerin çoğunluğunu oluşturmakta. Ortalama ücret alan herhangi bir emekçinin ev ve araba almak, sağlıklı yaşamak ve iyi kötü bir emeklilik hayali kurmak gibi bir olanağı yok.
Hükümetin vergi sistemi patronlara af sağlarken, emekçinin üç kuruşundan alınan vergi artırılıyor. Emeklilik yaşı yükselip emekli maaşları açlık sınırının altında kalıyor. Hükümet, emekliliği tasfiye etme çabasını kıdem tazminatına göz dikerek taçlandırıyor. Daha öncesinde kıdem tazminatı tavanı asgari ücretin 7,5 katı ile sınırlandırılmışken bugün bu oran asgari ücretin iki katı dolaylarında. Kıdem tazminatının kuşa çevrilmesi de yetmiyor, Mehmet Şimşek “kıdemi” tamamen kaldırmak istiyor.
İşler tüm Türkiye için kötüye mi gidiyor? Akıl almaz ama hayır. Türkiye’nin küçücük bir azınlığı servetine servet katmaya devam ediyor… Hükümet, biz yoksullukla boğuşurken birileri zenginleşsin diye işçi sınıfının örgütlenme hakkını da fiilen elinden almaya çalışıyor. Anayasayla garanti altına alınmış bir sendikalaşma ve toplu sözleşme hakkı var mı, var, ama işveren kâğıt üzerindeki bu hakkı sendikaya açtığı yetkiye itiraz davası ile yasal yollarla gasp etme olanağına sahip. Bu davaların sonuçlanması yıllarca sürerken, patronlar bu süreyi sendikalı işçileri yıldırmak için değerlendiriyor.
Henüz hayat pahalılığından, iş cinayetlerinden, kazalardan, meslek hastalıklarından, intiharlardan bahsetmedik bile… Tüm bunlara bakıldığında Türkiye bir emek cehennemine benziyor, ancak bu zorluklara rağmen Türkiye’de emekçiler ekmek için verdikleri mücadelede geri adım atmıyorlar. Yalnızca yaz aylarında gerçekleşen direniş sayısı dahi mevsim normallerinin bir hayli üzerinde seyrederken, gazetemiz Nisan’ın bu sayısında, halihazırda sürmekte olan pek çok işyerindeki haberleri görüyorsunuz. Bunların dışında Türkiye’nin dört bir yanı sendikalaşmak için çaba sarf etmeye devam eden, örgütlülüğünü artıran emekçilerle dolu.
Tüm baskılara rağmen emek mücadelesi zengin bir dönemden geçiyor
Zorluklara karşılık olarak Türkiye’yi bir mücadele cennetine de benzetebiliriz. Kadın mücadelesi geri adım atmıyor, meslek örgütleri yapılan tüm saldırılara rağmen hâlâ devşirilemedi. Ege’de, Karadeniz’de halk ağacını, toprağını inşaattan ve madenciden korumak için mücadelesini sürdürüyor. Talancılar ülkenin hiçbir karış toprağını eski huzurları ile yağmalayamıyor. Milyonlar sokak hayvanlarını katletmeyi öngören yasaya karşı çıkıyor ve elbette ki Kürt halkı temel demokratik haklarından vazgeçmiyor.
Peki bunca zengin mücadele havuzumuza rağmen nasıl oluyor da bu büyük yıkıma şahit oluyoruz? Cevap basit. Hükümet, mücadelelerimizin parçalı kalmasını sağlayarak bize sıra ile güç kaybettirebiliyor. Öyleyse aklın yolu bir: Yapılması gereken, mücadeleleri birleştirmek. Üstelik Türkiye’de sınıflar mücadelesi böylesi birleşik bir mücadelenin deneyimine de sahip.
1999-2008 yılları arasında aktif olan Emek Platformu bir yandan Türkiye’de derinleşen ekonomik krize karşı taleplerini ifade edip bir dizi eylem düzenlerken bir yandan da “mezarda emeklilik” olarak tarif edilen saldırıya karşı seferber olarak, aktif olduğu dönemde bu saldırının hayata geçmesini de engellemişti. Emek platformunun kurucuları şunlardı: Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen, TİEC, TİED, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, TMMOB, TDB, TEB, TTB, TVHB, TÜRMOB.
Türkiye’de bir avuç burjuvanın kârı adına çok yönlü bir saldırı altındayız. Buna karşılık emek merkezli bir biçimde mücadelemizi birleştirmemiz, saldırıların kalıcı olarak durdurulması adına en gerçekçi umudumuz. Ve görüldüğü gibi böylesi bir birlik yalnızca olası değil, aynı zamanda bir zorunluluk da. Yani şu anda başta sayıca en büyük konfederasyon Türk-İş olmak üzere tüm konfederasyonların başlıca sorumluluğu emeğin alım gücünün düşmesinin engellenmesi, vergi adaletinin sağlanması ve örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması için bir mücadele programı ve eylem planının etrafında, Emek Platformu’nda olduğu gibi yeniden bir araya gelinmesini sağlamaktır.
Kimi dostlarımız Emek Platformu’nun zayıf bir koalisyon hükümetine karşı, rejim içi kriz ortamında ve konfederasyon bürokrasilerinin siyasi partiler tarafından tam olarak kontrol edilmediği bir dönemin olağanüstü koşullarında gerçekleştiğini söyleyerek bugün kurulamayacağı itirazında bulunabilirler. Farklılıklar elbette ki var, ancak şunu hatırlayalım, konfederasyonlar o dönem ciddi bir üye kaybı içerisinde girmiş ve emeğe yönelen büyük saldırılar karşısında (mezarda emeklilik yasası, özelleştirme dalgaları) kendilerini savunmak için de böylesi bir adım atmak zorunda kalmışlardı. Bugün ise Hak-İş’in tamamen hükümet kontrolünde olduğu, Türk-İş’in en fazla hükümet ricacısı olabildiği, DİSK’in ise bir konfederasyon olarak hareket edebilme yeteneğini kaybettiği söylenebilir. Ancak Türk-İş’in Bursa’daki 1 Mayıs mitinginde tabanın canlılığı, Hak-İş konfederasyonuna üye pek çok sendikada gerçekleşen direnişler ve en önemlisi üç konfederasyonun göstermelik de olsa ortak bir açıklama yapmak zorunda kalmaları, konfederasyonların da bu basıncı üzerlerinde hissettiklerini gösteriyor. Üstelik AKP’nin eriyişine karşılık konfederasyonların da bu bağlamda kendilerine yeni manevra alanlarını tartıştığını da pekâlâ söyleyebiliriz. Şu aşamada ortak bir açıklama yapmanın ötesine gitmemek, ortak bir eyleme geçmemek için var gücü ile çabalayan konfederasyonlar her şeye rağmen tabanlarının basıncı sonucunda enselerinde birleşik mücadelenin ve seferberliğin baskısını hissediyorlar.
Biz elbette ki kaderimizi konfederasyon yöneticilerinin eğilimlerine teslim etmeyeceğiz. Bu yüzden bir program ve eylem planı çerçevesinde Emek Platformu’nun yeniden bir araya gelmesi için bulunduğumuz alanlarda, işçi direnişlerinde, üye olduğumuz sendikalarda fikirlerimizi söylemeye, basınç uygulamaya devam edeceğiz.
90’lı yıllar emeğe yapılan çok yönlü saldırılara sahne olurken Emek Platformu da tüm eksikliklerine rağmen emeğin pek çok hakkının savunusunda büyük öneme sahip oldu. Bugün de benzer şekilde krizin faturası emekçilere kesiliyor ve fatura ağırlaşıyor; emeklilik ve kıdeme yönelik geniş kapsamlı saldırı paketleri üzerinde çalışılıyor ve emekçiler hükümetten uzaklaşıyor. İşte bu koşullar altında, geçmişin de deneyimiyle, eskisinden daha güçlü bir Emek Platformu’nun inşası emekçilerin lehine bir gelecek için ortak bir mücadele aracı olma ihtimalini taşıyor.
Yorumlar kapalıdır.