Sistemsel çöküş; Saray yönetemiyor
21 Ocak’ta Bolu Kartalkaya Grand Kartal Otel’de 78 vatandaşımızın öldüğü ve onlarcasının ağır yaralandığı bu facia, son dönemde yaşadığımız felaketlerin ne ilki ne de son halkası. Facianın yaşandığı günden bu yana ise her yeni gelişme, aslında felaketin her an gerçekleşebileceğini, çünkü hiçbir önlemin alınmadığını kanıtlıyor. Ne denetleyenler işini doğru yapmış, ne otel sahipleri sorumluluklarını yerine getirmiş ne de sistem bu facianın ortaya çıkmasını engellemiş. Bu nedenlerden dolayı Tek Adam rejimi bu facianın asıl siyasi sorumlusudur. Gelin, bu sürecin tekrar ve tekrar nasıl gerçekleştiğine bakalım.
Bunlar tekil değil, genel genel
Ülkemizdeki iş kazaları, doğal afetler, maden faciaları, kadın cinayetleri, sahte içki ölümleri, hatta çocukların dahi ihmal sonucu yaşamını yitirdiği olaylar… Sorumluların hiçbiri ne adil yargılandı ne de toplum nezdinde yeterli cezayı aldı. Depremde yüz bini aşkın insanı kaybetsek de, Kartalkaya’da insanlar cayır cayır yansa da, sorumluluğu bulunan makam sahiplerinden istifa haberini duyamıyoruz. Kimin canı yanarsa yansın, kader söylemiyle geçiştirilen acılar, neoliberal politikalarla beslenen kayıtsızlıkla üst üste biniyor. Tarımdan sanayiye, eğitimden sağlığa kadar neredeyse her alanda denetimlerin göstermelik hâle gelmesi, vatandaşın güvenliğini hiçe sayan bir kâr hırsını hortlatıyor.
“Şansız” tarihimiz mi?
Somalı madencilerin üzerine kapanan maden ocakları hâlâ hafızalarımızda. Denetimlerden “geçer not” alıp işçi güvenliğini görmezden gelen patronların yanı sıra, sorumluluğu elinde tutan devlet erkânı da ortada yok. Soma davasında sadece iki tutuklu kaldı: Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı. Soma’daki patron, 301 kişinin ölümüne sebep oldu ama Can Atalay’ın aldığı 18 yıllık cezayı almadı. Ermenek’te, Amasra’da yaşananlar farklı mıydı? Hayır. Can kayıpları “münferit vaka” diye tanımlandıkça facialar artıyor. Aynı durum kadın cinayetlerinden trafik kazalarına, sahte içki ölümlerinden KYK yurtlarındaki ihmallere kadar devam ediyor. Bu düzenin ödülü cezasızlık, sonucu ise “atı alan Üsküdar’ı geçti” oluyor.
Saray rejiminin yarattığı bu ortamda, kamu kaynakları toplumsal ihtiyaçlar yerine beton ekonomisine, gösterişli projelere veya yandaşlara akıtılıyor. Neoliberal politikaların dayattığı “kâr önceliği” yüzünden gıda denetimi de iş güvenliği de geri plana itiliyor. Basit bir yangın söndürme sisteminden mahrum bırakılan binalarda onlarca insan hayatını kaybediyor. “Denetledik” diyorlar, ama ortaya çıkan tablo bunun koca bir yalandan ibaret olduğunu gösteriyor.
Ne yapmalı?
Bu sistemsel çöküşü kırmanın yolu çok açık: toplumsal muhalefeti güçlendirmek ve her felaketi farklı kelimelerle geçiştirmeye son vermek. İhmali olanların cezalandırılması, gerçek sorumluların yargılanması ve caydırıcı yaptırımların devreye sokulması elzemdir. Sorumluların asli görevi ise siyahlar giyinip ekranlara çıkmak değil, bilimsel veriler ışığında yaşam hakkını güvence altına almaktır. Eğer hâlâ “Neden ölüyoruz?” diye soruyorsak cevap net: Cezasızlıkla beslenen bu sistem, her krizden kâr sağlayanları koruyan Tek Adam rejiminin ve neoliberal politikaların eseridir. Unutmayalım ki ölüm “kader” değildir; kader diye söylenen şey çoğu zaman yanlış yönetimin, denetimsizliğin ve vurdumduymazlığın ta kendisidir.
Yorumlar kapalıdır.