Okur mektubu: “Kaybettiklerimizin anısına 6 Şubat’ta Antakya’da yürüyelim”
Gün güneşi değil ölümü doğurmuştu. Hava karanlıktı, soğuktu, bedenlerin enkazlarda ezildiği, yandığı, parçalandığı o günde ölümden öte bir şey vardı. Vicdansız müteahhitler, izin veren belediyeler, kontrol edilmeyen binalar, işini yapmayan devlet görevlileri! Tüm insanlığın, insan hayatının para karşılığında ucuz beton, çimento, kolon yığınları karşılığında satıldığı bir şehir. Hatay devleti idi bir zamanlar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Antakya’m. Doğduğumuz, nefes aldığımız Antakya!
Anne karnında henüz gözlerini açamadan bu sisteme kurban gitmiş onca bebek vardı enkaz yığınları arasında! Kabul edemiyorum, etmeye gönlüm razı gelmiyor, bir şehrin hastaneleri yıkılır mı? Bir hastane ovaya kurulur mu? İnsanın canının kurtarıldığı yegâne yer olan hastaneler yıkılır mı? Morglar dahi yıkılmış, sokakta can pazarı yaşanıyordu. Su yoktu, elektrik yoktu, iletişim yoktu, devlet yoktu, ortalık savaş alanıydı. Ya ne vardı? Haykırışlar, yanan bedenler, molozların arasında dozerle ezilen bedenler, soğuk, açlık, karanlık vardı. Kelimelerin anlamsız kaldığı, kedilerin, köpeklerin açlıktan cesetleri yalamaya başladığı, cesetlerin başında bizzat beklediğim, kime ait olduğunu bilmediğim bedenlere bekçilik ettiğim Antakya halkının depremden sonra neler yaşadığını yazmak istiyorum.
Bugün Antakya’da hâlâ binlerce insan konteyner alanlara sıkıştırılmış durumda, cenazelerini bulamayan acılı aileler var. Travma sonrası birçok intihar vakaları yaşandı. Maddi yardımlar yeterince yapılmıyor, hatta kesiliyor ve koşullar insanlık dışı. Geçen sene 6 Şubat yürüyüşünde sokaklar dahi ışıklandırılmamıştı. O sokaklarda sevdiklerimizi anarken acımızı yüreklerimizin derinliklerinde hissettiğimiz yetmezmiş gibi o depremin acısını yeniden yaşayarak o sokaklarda yürüdük. Sokaklarda kimsesiz şekilde dünyaya fırlatılmış bir şehir düşünün. Canının, sevdiklerinin, insanlığın hiç kıymetinin kalmadığı, en temel barınma ihtiyacını karşılayan evinizin olmadığı, hakkın hukukun yerle yeksan olduğu yerin adıdır Antakya. Şu an susuzluğun, evsizliğin, açlığın, yoksulluğun, yalnızlığın, elektriksizliğin, soluduğumuz havanın temiz olmadığı, ciğerlerin asbest ile zehirlenerek hastanelerin dolup taştığı ama yetersiz olduğu, psikolojik desteğin zayıf kaldığı, halkının yalnızlaştırıldığı, halkın yazına kışına uygun barınma alanının olmadığı, eğitimin eskisi gibi devam etmediği, sosyal alanların yetersiz kaldığı, vatansız bir bölgedeymiş gibi kuruyup giden insanların yok sayıldığı yerin adıdır Antakya. Antakya’da hayat bu kadar zorluklara, engellere ve acılara rağmen devam etmekte.
Bütün bu ölümlerin nedeninin sadece afet değil, koskoca bir ihmalkârlık zinciri olduğunu biliyoruz. Bitmek bilmeyen kâr hırsları yüzünden, birilerinin cebi daha fazla dolsun diye insanlar göz göre göre ölüme sürüklendi. SİT alanına hastane, ovaya apartman, bataklık alana rezidans, sulak alana havaalanı, dere yataklarına AVM yapmak hangi zekânın ürünüdür? Zengin olanın, eğitimsiz olanın müteahhit olduğu, insan canının kıymetinin kalmadığı bir düzenden ne beklenir ki?
Depremin üçüncü yılında orada yitirdiğimiz ruhların, bedenlerin, sokakların, evlerin anısına, insanlığın değerinin ve öneminin anısına Antakya’ya gidiyoruz. Tek bir insan hayatının dahi ölümle kanıksanmadığı, insan canına kıymet verildiği, felaketlerin çoğunun önlenebilir olduğu farkındalığına erişilmesi umuduyla gidiyoruz Antakya’ya. Ben bu şehirde ailemin tamamını kaybetmiş bir kadın olarak, ailesini kaybetmiş minik bebeklerin, çocukların kalplerine dokunmak için, onların hakları için gidiyorum. Tüm aile bireylerinin yok olduğu, haklarını savunacak tek bir kişinin dahi kalmadığı aileler için de yürüyeceğiz bu sokaklarda. Eğer hâlâ karanlık ise o sokaklar, meşalelerimizle geleceğiz bu memlekete. Dünyanın ışıklandırılan ilk caddesi olan Kurtuluş Caddesi’nin tarihi sokaklarının öylece bırakılması bizi vazgeçiremez. Ben orada doğdum, orada yetiştim. Toprağıma, şehrime sahip çıkacağım. En çok da sevdiklerim için. Kalbimin her köşesine dağılan annemin, ablamın, abimin, yeğenlerimin ve komşularımın cesetleriyle dolu olan acılı kalbimle, katiller ceza alana kadar mücadele edeceğim. Haydi şimdi siz de bize bir el verin. Oradaki insanların yüklerini birlikte hafifletelim ve dayanışalım. Biz yardım değil dayanışma istiyoruz! Haydi 6 Şubat’ta Antakya’da el ele yürüyelim.
Yelda
Yorumlar kapalıdır.