İşçinin bir günü ve umut

SABAH, fabrikanın camlarında parçalanan güneş ışığıyla başladı. Makinelerin ritmi, bir kalbin atışını taklit ediyordu: tık-tık-tık… Kadın, parmaklarındaki iğne izlerine bakarken, çocukluğunda annesinin ördüğü kazağı düşündü. O kazağın rengi neydi? Mavi miydi, yoksa lavanta mıydı? Şimdi ellerinde sadece kumaşın sertliği ve makine yağının siyah lekeleri vardı. Dışarıda, nehrin üstünde uçuşan martılar, camdan içeri süzülen ışığa çarpıp dağılıyordu.  
Erkek, tuğlaları üst üste dizerken, bileğindeki saatine bakıyordu. “Zaman burada neden daha ağır akıyor?” diye merak etti. Gençliğinde, bir kütüphanenin sessizliğinde okuduğu şiirleri hatırladı; şimdi kulaklarını dolduran, kamyonların gürültüsü ve patronun bağırışlarıydı. Tuğlaların arasına sıkışmış bir çiçek filizi gördü. Köklerini topraktan çekti; belki bir gün saksıda büyütürdü.  
Çocuk, tuğla yığınlarının gölgesinde, avuçlarındaki yaralara bakıyordu. Okulda öğrendiği tek şey, sayı saymaktı: Bir tuğla, iki tuğla, üç… Martıların kanat çırpışı, makinelerin uğultusuna karışıp kayboldu. Bir an, nehrin kenarındaki söğütlerin hışırtısını duyduğunu sandı. Ama fabrikanın kapısı açıldı; soğuk bir rüzgâr, toz bulutlarını içeri savurdu.  
ÖĞLE vakti. Kadın, önlüğünün cebindeki bayat ekmeği çıkarırken, bu elbiseyi giyecek kızın da aç olduğunu düşündü. Belki benim kızım kadar. Erkek, çiçek filizini cebine koydu. Belki bir gün… Çocuk, ayakkabılarının ucundaki yırtığı gizlemeye çalıştı.  
Ve işte o an:  
Duvardaki saatin akrebi titredi.  
Makineler sustu.  
Rüzgâr, kapıyı itip içeri doldu.  
Kadın, dikiş ipliğini kopardı.  
Erkek, tuğlayı yere bıraktı.  
Çocuk, martıların gökyüzündeki izini takip etti.  
Sokaklara çıktılar.  
Nehrin kenarında yürürken, söğüt dalları eğildi; sanki selam veriyordu. İnsanlar… Bir nehrin kıyısındaki çakıl taşları gibiydiler: yuvarlak, sert, sessiz. Ama suyun akışı, taşları yerinden oynatabilirdi.  
GÜN BATIMI, fabrikanın camlarını ateşe verdi. Turuncu ışık, duvardaki çatlakları altın bir haritaya dönüştürdü. Kadın, elini cama dokundurdu. Belki yarın, diye fısıldadı, bu çatlaklar çiçek açar. 
Metal işçisi Yılmaz

Yorumlar kapalıdır.