Alım gücümüz sadece mücadele ile artabilir
Hatırlayın, rejim değişikliğinden önce “Yetkiyi verin, faiz ile enflasyon ile nasıl mücadele edilir görün” denmişti. “Yetki” verildi, ardından Türkiye büyük bir döviz kuru şoku yaşadı. Sonrasında damat politikaları dediğimiz dönem ve ardından pandemi geldi. Duran ve küçülen ekonominin canlandırılması için planlama yapılmadan, insanların gelecekleri düşünülmeden çok düşük faiz ile adeta para saçıldı.
Arz daralmış, tüketim ise hızla ve biraz da korkuyla olağandan çok fazla artmıştı. Hayat pahalılığı ve enflasyon zaten tanıdık kavramlardı fakat bu dönemde enflasyon bir canavara dönüştü. Emekçiler gelecek günlere hazırlıklı olmak adına daha fazla tükettiler ve dövize yöneldiler. Rejim buna kur korumalı mevduatla cevap verince bir de faiz yükü bindi. Ayrıca doların tutulması pahasına milyarlarca dolar harcandı.
Son seçim sonrası ise toparlanması çok zor hale gelen ekonomide “Önceki politikalar rasyonel değildi” diye başka bir program uygulandı. Şimşek programı, OVP gibi isimler dışında bizim IMF’siz IMF programı dediğimiz bu yeni saldırı dalgası ise ne enflasyonu çözebildi ne de yüksek faizi indirebildi. Program tek bir şeyde başarılı oldu: sefalet ücretleri. Emeklilerin maaşlarını harçlık seviyesine indirdi. Emekçilerin ise alım gücünü topluca aşağı çekti. Bugün artık aylık gelirlerin çok büyük bir kısmı sadece iki kaleme gidiyor: barınma ve gıda. Evet, OVP tam da IMF’nin istediği şeyi yaptı; insanları karın tokluğuna çalıştıracak şartların oluşturulması sağlandı.
Görüldüğü gibi, yıllar geçse de politikalar değişse de her şey sermayenin ve rejimin o anki ihtiyaçlarının bir bileşkesi olarak gerçekleşiyor. İşçi ve emekçilerin alım gücünün ve kaybedilen hakların tekrar kazanımı için kimseden lütuf bekleyemeyiz. Çok uzun zamandır söylediğimiz gibi mücadelelerin emek ittifakı perspektifi ile birleştirilmesi gerekiyor. Yani sendikaların ve işçi partilerinin bir araya gelerek kendi planlarını oluşturması tarihsel bir zorunluluk. Yoksa hayat pahalılığı ile yaşamak bir kader değil, sermaye tarafından bizlere zorla dayatılan bilinçli bir durumdur sadece.
Türkiye’nin faiz giderleri, dış borç ödemeleri ve Hazine garantili şirketlere aktardığı ödemeler bile kaynağın var olduğunu ama emekçilere akmadığını gösteriyor. Bizden aldıkları, dünyada eşi benzeri olmayan vergiler ile sermayenin beslenmesi, bizzat sermaye iktidarı ve onun politikalarının sonucu.
Seçimler yaklaştığında ise kesenin ağzını açarak göz boyamaya ve küçük kırıntılarla oy toplamaya çalışacaklar. Ama dümenin başına emekçiler geçmediği sürece fırtınalı denizlerde gitmek dışında pek bir gelecek yok. Mücadele edilmez ise yarın yaşayacaklarımız bu günleri aratabilir. Emekçilere fütursuzca saldıran bu program, dünyada olası bir savaş sonucunda oluşabilecek hızlı fiyat artışlarına karşı korunmasız.
Çözümün bir emek ittifakından geçtiğini söylüyoruz. Evet ama bir program etrafında bir araya gelmek şartıyla sonuç alınabilir. Uzun zamandır, alım gücümüzün korunması için her 3 ayda bir ücretlere enflasyon oranında otomatik zam yapılmalı diyoruz. Enflasyon, emekçilerin ücretlerinin artmasından değil şirket kârlılıklarının artışından ve en zengin yüzde 20’lik kesimin harcamalarından kaynaklanıyor. Ama bu da yetmez, tüm ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalı diyoruz. Eğer Hazine kaynak arıyorsa bugüne kadar büyük şirketlerden sildikleri kurum vergilerinin peşine düşsün. Yukarıda kaynağın sermayeye aktığını söylemiştik. Bunun için de en zengin kesimden servet vergisi alınmalı ve Hazine garantisi verilen tüm yapılar tazminatsız kamulaştırılmalıdır. Ülkenin tüm doğasının sermayeye açılmaya çalışıldığı bir dönemde kamulaştırmayı programına almayan hiçbir mücadele sorunlara gerçek çözümler getiremez. Yoksulluğa muhtaç değiliz. İhtiyacımız olan şey program ve birliktir. Dünya ve Türkiye için sınıf mücadelesinde ve mevcut ekonomik krizde tarihsel kırılmaların yaşandığı bu günlerde tekrar soruyoruz: Emek İttifakı, şimdi değilse ne zaman?
Yorumlar kapalıdır.