Yeni iş arayanları bekleyen acı reçete
Bugün Türkiye’de iktidarın uyguladığı neoliberal politikalar, yalnızca bir ekonomik tercih değil, doğrudan bir sınıf saldırısı. “Acı reçete” denilen şeyin faturası, toplumun en zayıf kesimlerinin sırtına yükleniyor. Çalışan kesimin alım gücü hızla düşüyor. Maaşlar daha cebe girmeden eriyor; bir işçi kirasını, faturalarını, mutfak giderlerini dahi karşılarken zorlanıyor. Bu çaresizlik, emekçiyi yeni iş arayışına itiyor. Ancak karşısına çıkan tablo, umut değil daha derin bir sömürü zinciri oluyor.
Bugün birçok işçi, işe alınsa dahi önce taşeron firmaya mahkûm edilmekte. Altı ay taşeron eliyle, 6 ay da fabrika eliyle “deneme” adı altında çalıştırılan işçi, en az bir yıl boyunca asgari ücrete zincirlenmekte. Bu süreçte işçi, en ufak bir itirazında kapının önüne konulabileceğini bilerek, işverenin her türlü keyfiyetine boyun eğmek zorunda bırakılıyor.
İşçilere sözde destek için kurulan İŞKUR ise, patronlara ucuz işgücü sağlama mekanizmasına dönüştü. “İşbaşı eğitimi” adı altında işçiler aylarca günde 300 TL yevmiye karşılığında çalıştırılmakta, ne kıdem hakkı tanınmakta ne de güvenceli bir istihdam sağlanmakta. Bu uygulama, kapitalizmin “eğitim” kılıfıyla sömürüyü meşrulaştırmasından başka bir şey değil.
Ayrıca “asgari ücret” korunacak, asgari ücretten vergi kesilmeyecek denildi; fakat uygulama bambaşka bir yüz gösteriyor. Pek çok işyeri işçiyi gerçekten asgari ücretle çalıştırmıyor; resmi bordroda düşük gösterilen ücretin yanında elden veya farklı kalemlerle verilen “birkaç binlik” ödemelerle işçinin gerçek gelirini manipüle ediyor. Bu manevra, çalışanın vergi, prim ve sosyal hak hesaplamalarında belirsizlik ve kırılganlık yaratıyor. İşçi kümülatif vergi tablosuna sokularak hem daha az net hak hem de ileride daha düşük kıdem ve emeklilik matrahı ile karşı karşıya bırakılıyor.
Bu hileler iki amaç taşıyor: Birincisi, işverene maliyetleri düşürme ve devletin denetiminden kaçma imkânı tanıyor. İkincisi, çalışanı resmi görünüm altında daha zayıf bir statüye mahkûm ederek örgütlenme ve hak talebini zorlaştırıyor. Sözde “asgari ücretten vergi kesilmeyecek” vaatleri, uygulamada vergi ve prim oyunlarıyla etkisizleştiriliyor. Sonuç ise emekçinin sosyal güvencesini çalan bir düzenin kurulması.
Bu manipülasyonlar, neoliberal iktidarın sınıfsal yönelimini açık ediyor: Siyasi söylemde “koruma” vaat edilirken, pratikte ise işçi hakları sistematik biçimde aşındırılıyor. Dolayısıyla mesele sadece düşük ücret değil, ücretin nasıl gösterildiği, hangi kalemlere gizlendiği ve bunun sosyal güvenceye dönük etkileri de bir sınıf saldırısı.
Yeni iş arayan işçiye yığınla evrak ve prosedür dayatılır. Bunlardan biri de sağlık raporları. Görünürde iş güvenliği için istenen bu raporlar, gerçekte bu amaca hizmet etmiyor. İşçi sağlığı ve güvenliği için alınması gereken hiçbir önlem doğru düzgün alınmaz ve bu durum denetlenmezken, istenen bu sağlık raporları, işçiler tarafından potansiyel madde bağımlıları olduklarını ima eden, onları kriminalize eden bir mekanizma olarak deneyimleniyor. Ülkeyi bir narkotik üssüne çevirenlerin kendi yarattıkları bu devasa sosyal problemlerin kaynağı işçilermiş gibi davranması da bir çeşit sınıfsal şiddettir.
Bütün bu tablo, neoliberalizmin emekçiler için ne anlama geldiğini açıkça göstermekte: güvencesizlik, taşeronlaştırma, işsizlik korkusu, düşük ücret ve hak gaspı. İşçi sınıfı, her geçen gün daha fazla örgütsüz bırakılmakta, bireysel çıkış yolları aramaya zorlanmakta. Çözüm, iktidarın Tek Adam rejimiyle kurumsallaştırdığı bu acımasız sermaye düzenine karşı işçilerin birleşik mücadelesindedir. İşçiler, yalnızca hak arayan değil, aynı zamanda yönetimde söz ve karar sahibi olan bir toplumsal düzenin kurucusu olmalıdır.
Gerçek kurtuluş, bireysel arayışlarda değil; birleşik, örgütlü ve sosyalist bir işçi mücadelesinde yatmaktadır. Ancak bu yolla, sermayenin dayattığı acı reçeteyi reddedip, insanca yaşamın kapısını aralayabiliriz.
Yorumlar kapalıdır.