2026’da emekçileri ne bekliyor?
2025 yılının bitmesine az bir zaman kaldı. Çarşı pazarda yeni yıl telaşesi yakında başlar. Bu esnada asgari ücret gündemi ısınıyor. Yeni yıla dönük projeksiyonlar çiziliyor. Hükümet plan program yapıyor ve bunları büyük bir şatafatla açıklıyor. Ancak bu süreçte, emekçiler cephesinde yoksullaşma artıyor, ücretler eriyor ve işçi sınıfının alım gücü giderek düşüyor… Borçluluğun her cenahta arttığı bu çelişkili tabloda Türkiye ekonomisi büyümeye, zenginler ise zenginleşmeye devam ediyor. Bu durum, emekle sermaye arasındaki uçurumun ve sömürü makasının daha da açıldığının somut bir göstergesi.
Temel gündem: asgari ücret zammı
Asgari ücret, Türkiye işçi sınıfının en önemli ekonomik gündem maddesi. Zira Türkiye’deki çalışan nüfusun yarısına yakını asgari ücret veya buna çok yakın bir ücretle geçinmek zorunda. Buna ek olarak asgari ücret, tüm ücretlerin hangi istikamette belirleneceğini de tayin eden ve diğer ücretleri aşağı çeken bir çıpa işlevi görüyor. Buradan bakıldığında tablo pek iç açıcı değil. ABD merkezli finans kuruluşlarının tahminleri ve işverenlerin beklentileri, asgari ücrete yapılacak zammın yüzde 20-25 bandında kalacağı yönünde. Hükümetin geçmiş dönem projeksiyonları ve Orta Vadeli Program (OVP) bağlamında öngördüğü enflasyon artışları da bu tahminlerle ne yazık ki uyumlu. Bu da gösteriyor ki, fırsatlar elverse hükümet, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu dahi toplamayıp, “Buyurun yüzde 25 zam!” deyip işi kestirip atmayı tercih edecek.
Bu yıl asgari ücreti belirleyecek olan komisyonda dikkate değer bir durum da yaşanıyor. Asıl toplantıları aralık ayında başlayacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısının belirlenmesi için ön toplantılar başladı. Bu toplantılarda Türk-İş ve Hak-İş sendika konfederasyonları, işçiler lehine adil bir düzenleme yapılmadığı takdirde komisyondan çekileceğini tekrarlamış oldu. Hatırlanacağı gibi, bu komisyonda işçi, işveren ve hükümet temsilcileri yer alıyor ve “hakem” rolündeki hükümet tarafının tercihiyle sonuç genelde işçi sınıfının aleyhine oluyor.
Türk-İş ve Hak-İş’in bu tepkisi dikkate değer. Bir tiyatroyu andıran ve hükümetle işverenler arasındaki pazarlığa yaslanan bu komisyonun belirlediği asgari ücret, uzun süredir reel değerini yitiriyordu ve işçiyi açlığa mahkûm ediyordu. İlginç olan, sendika bürokrasisinin yıllardır süren bu duruma ancak geçen yılın sonunda göstermelik de olsa tepki verebilmiş olmasıdır. Üstelik Hak-İş’in hükümetle sıkı ilişkileri olduğu da bilinen bir gerçek. Ama bunun sebebini de hatırlayalım; 2024 yılında sendikalı işçiler, kendi bürokrasilerini sokağa inmek zorunda bırakmıştı. Göstermelik dahi olsa birkaç şehirde yapılan “Geçinemiyoruz!” temalı mitinglere on binlerce işçi coşkuyla katılmıştı. Yine aynı yıl farklı sektörlerde süren direniş ve mücadeleler, Türk-İş gibi bürokratik bir önderliği dahi hareket ettirebilmişti. Geçen yıl yaşananlar, mevcut asgari ücret belirlenme sürecinde de, sendikal önderliklerin işçi sınıfı lehine kararlar alabilmesinin yegâne yolunu göstermişti: sokağa inmek, işi durdurmak ve şalteri indirmek.
Orta Vadeli Program: Sermayenin saldırı programı
Yeni OVP, emekçilerin bir diğer önemli gündem maddesi. Yukarıda bahsi geçen asgari ücretin belirlenmesi hükümetin bu programı ile sıkı bağlantılıdır elbette. Yeni hedeflerden önce emekçiler açısından geçmişte neler yapıldığına bir göz atalım. Hükümetin beklentileri enflasyon ve işsizlik açısından oldukça başarısız bir tablo çizdi. Önceki dönem OVP beklentilerinde enflasyon 2023 için yüzde 24,9, 2024 için yüzde 13,8 ve 2025 için yüzde 9,9 olarak öngörülüyordu. Oysa bu dönemde yıl sonu enflasyon oranları sırasıyla yüzde 65, 44 ve 33 olarak gerçekleşti. Resmi işsizlik hedeflerinde hükümet beklentilere ulaşmış görünse de, öte yandan geniş tanımlı işsizlik, iş aramaktan vazgeçen işçiler ve genç işsizliği oranları ürkütücü boyutlarda. OVP’nin hedeflerinin “başarı” durumu işçi sınıfı açısından işte böyledir. Hedeflerin kim için olduğuna gelince; genel olarak hedefler sermaye lehine kurgulanmış ve tasarlanmış durumda. Bu süreç, ne yazık ki önümüzdeki yıl da aynı şekilde süreceğe benzemekte. Hükümetin planları, atıl sendikal önderlikler ve OVP’nin belirlediği çerçeve derken, işçi sınıfının ücret gündemi bu şekilde belirlenmekte. Gelelim bir de işin siyaset kısmına…
Emekçiler siyasetin öznesi olmalı
Ücretler bu kadar düşerken, rejim bir yandan da Kürt hareketi ile çözüm arayışlarına dair manevralar yapıyor. O tarafta da tablo pek parlak görünmüyor. Zira Tek Adam rejimi, siyasi rakiplerini elemek için yakın geçmişte Kürtlere yapılan baskı ve zorlama yöntemlerini farklı siyasi aktörlere karşı da kullanıyor. CHP’li belediyelere kayyumlar atanıyor, belediye çalışanları, hatta seçilmiş belediye başkanları kumpaslarla tutuklanıyor. Siyasetteki bu gelişmeler önemli, çünkü yukarıda da bahsedilen ekonomik saldırıların yanında işçi sınıfını ilgilendiren diğer basınç bu alandan geliyor. Demokratik haklardaki budanmalar ve kısıtlamalar, işçi sınıfının hem örgütlenme ve eylem özgürlüğünü eline alabilmesi için kritik hem de kendi bağımsız siyasetini üretebilmesi için hayati önem taşımaktadır.
Buraya kadar karamsar görünen bir tablo çizmiş olabiliriz; fakat durum o kadar da karamsar değil. Her şeyden önce, tüm kudretli görüntüsüne rağmen Tek Adam rejimi çok fazla kırılganlık ve içsel gerilim barındırıyor. Bu zayıflıklara rağmen ayakta kalabilmesinin temel nedeni burjuva muhalefetin pasif tutumu ve emek hareketinin örgütsüz niteliğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemin temel başlıkları, emek örgütlerinin birleşik bir eylem planıyla siyasete müdahale etmesi, sol ve sosyalist hareketin bir Emek İttifakı etrafında gerçek bir siyasi seçenek haline gelebilmesi olmaya devam ediyor. Artan siyasal baskıları ve derinleşen sefaleti ancak bu şekilde, emekçilerin ve ezilen kitlelerin siyasetin aktif öznesi haline gelmesiyle durdurabiliriz.
Yorumlar kapalıdır.