2026 yılı için net asgari ücret 28.075 lira olarak ilan edildi. Yapılacak artışın oranı zaten üç aşağı beş yukarı belliydi. Çünkü hükümet küresel ve yerel sermayenin çıkarlarına tam uyumlu ekonomik programını son sürat uygulamaya devam ediyor. Kısa vadede bir seçime gidilmeyecek oluşu da hükümetin tutumunda bir değişiklik beklemeyi imkansız kılıyor.
Ücretle çalışan milyonları hedef alan ve göz göre göre gelen bu yoksullaştırma hamlesini boşa çıkarmanın tek yolu vardı; işçi sınıfını alım gücünü korumak için seferber edecek birleşik bir mücadele programının başta sendika konfederasyonları olmak üzere tüm sınıf örgütlerince hayata geçirilmesi. Fakat bu yapılmadı.
Aksine asgari ücretin belirlenme sürecinde işçi sınıfı bu sürece tam bir eylemsizlikle girmek zorunda bırakıldı. İşçi sınıfı, uzun süredir devam eden ve şiddetinden bir şey yitirmeyen bir taarruz karşısında adeta silahsızlandırıldı.
Türk-İş bürokrasisi meseleyi asgari ücret tespit komisyonunda yer almak-almamak zemininde tartıştırarak, komisyonda yer almamanın kendi başına anlamlı bir tutum olduğu imajını yaratmak için çabaladı.
Açlık sınırının altında bir asgari ücretin belirlendiği gün dahi Türk-İş başkanı Ergün Atalay kameraların karşısına geçip mevcut yapı değişmediği sürece Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan çalışanları tatmin edecek bir sonuç çıkmayacağını, gelecek yıl da komisyon çalışmalarına katılmayacaklarını açıkladı.
Atalay’a sormak gerek, bu yıl komisyona katılmayışınızın işçi sınıfının alım gücünü bir nebze olsun koruyabilmesi için ne faydası oldu ki bu tutumu yeterliymiş gibi savunuyor, üstüne üstlük seneye de bu eylemsizliği sürdüreceğinizi ilan ediyorsunuz? Doğru, komisyon denilen ucube yapı değişmelidir, asgari ücreti belirleme kudreti patronların ve siyasi temsilcilerinin iki dudağı arasından çekip alınmalıdır. Peki, bu görevi yerine getirmek için işçi sınıfının önüne bir eylem programı koymaktan köşe bucak kaçan sizleri, sizlerin içinde yuvalandığı bürokratik sendikal yapılanmayı ne yapmalı?
Bunun cevabını Atalay’dan beklemek beyhude, zaten cevap ortadadır: bu köhne yapı da değişmelidir.
Peki ya DİSK? İşçi sınıfının varı, yoğu, geleceği yağmalanırken; üstelik Hak-İş ölü taklidi yapmayı ve Türk-İş mızmızlanmayı sendikacılık olarak yutturmaya çalışırken, DİSK işçi sınıfını bir eylem programı etrafında seferber etmek için ne yaptı?
Biz şu kadarını söylemiş olalım, asgari ücretin ilan edilmesinden birkaç gün önce işçi sınıfının kalbi denilebilecek Gebze’ye miting çağrısı yapmasına rağmen bu çağrının gereğini dahi yerine getirmedi.
Alana bakan biri rahatlıkla bunun Birleşik Metal İş Sendikası’nın mitingi olduğunu sanabilirdi. Şimdi de “Açlık sınırının bile altındaki asgari ücreti kabul etmiyoruz!” açıklaması yapan Çerkezoğlu şahsında DİSK yönetimine sormak gerek: Kabul etmiyorsunuz da ne yapıyorsunuz? İşçi sınıfının alım gücü günden güne sistemli olarak eritilirken, asgari ücretin belirlenmesi gibi kritik bir gündemin eşiğinde böyle bir eylem tertip ediyorsunuz da diğer sendikalarınızdan anlamlı bir katılımı o alana dahil etmek için neden çabalamıyorsunuz? Asgari ücret, sadece halihazırda toplu sözleşme süreci devam eden metal işçilerinin gündemi midir? Asgari ücretin tüm ücretlerin belirlenmesi için önemli referans noktalarından biri olduğu, dolayısıyla tüm işçilerin hayatını doğrudan etkilediği ortadayken amacınız işçi sınıfına yönelen saldırıyı püskürtmek mi yoksa gündemi savuşturmak mı?
Yanlış anlaşılmasın, hedefi şaşırmış değiliz niyetimiz de hedef şaşırtmak değil.
İşçi sınıfını günden güne kahredici bir yoksulluğun pençesine sıkıştıranın kapitalistler ve Tek Adam rejimi olduğu tartışmasızdır.
Fakat sınıfsal karakteri dün ne ise bugün de o olan siyasi iktidar, bugün asgari ücreti ilan ederken geçmişte yaptığı gibi göstermelik olarak açlık sınırının üzerinde bir meblağ ilan etmek ihtiyacı dahi hissetmiyorsa ona bu rahatlığı verenin ne olduğu sorgulanmak zorundadır.
Elbette hiçbir şey bitmiş değil ve sınıf mücadelesi sürüyor. Fakat taraflardan biri olan sermaye sınıfı son derece örgütlü ve Şimşek eliyle sunulan net bir program çerçevesinde hücumlarını kesintisiz sürdürmekte.
İşçi sınıfı saflarında ise dağınıklık hüküm sürüyor. Bu, böyle sürüp gidemez!
Sendikalar, emek ve meslek örgütleri, sosyalistler, emekten yana tüm güçler bu sefalet dayatmasını reddetmek için bir araya gelmek zorundadır.
Kılı kırk yarmanın, meleklerin cinsiyetini tartışmanın, hele hele dükkan yarıştırmanın alemi yok, işçi sınıfına karşı sorumlu hissedenler basit ve hayati talepler etrafında ortaklaşmalı ve sınıfın önüne bir mücadele programı ile çıkmalıdır.
İnsanca yaşamak herkesin hakkı iken tüm ücretlerin yoksulluk sınırı üzerine çıkarılması yersiz bir talep midir?
Sebebi olmadıkları enflasyonun ceremesini milyonlarca işçi emekçi ve emekliler çekerken ücretlerin ve aylıkların üç ayda bir gerçek enflasyon oranında artırılması talebi haksız mıdır?
Bir yanda dolar milyonerlerinin sayısı her yıl rekor sayıda artarken öte yanda yoksulluk çocukların öğününe musallat edilmiş ise kaynaklar yani emekçilerin kendi elleriyle yaratmış oldukları zenginlik sermayeye değil emekçilere ayrılmalı demek gereksiz midir?
Bu sorulara cevabı “hayır” olanlar, yan yana gelmek ve gereğini yapmak zorundadır.
Yorumlar kapalıdır.