Vestel, krizinin faturasını işçiye kesti

Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nin en büyük ve en bilinen sermaye grubu Vestel, son dönemde yaşadığı finansal sıkıntıları gerekçe göstererek toplu işten çıkarmalara yöneldi. Şirket yönetimi, krizin sorumlusu olarak doğrudan ya da dolaylı biçimde çalışanları işaret ederken, çözüm olarak adeta bir “toplu kıyım” anlayışıyla binlerce işçiyi kapı önüne koymayı tercih ediyor.

Vestel yıllar boyunca binlerce işçinin emeğiyle büyümüş, üretmiş ve yüksek kârlar elde etmiştir. Sendika düşmanlığıyla nam salmış şirkette işçiler asgari ücrete çok yakın maaşlarla üç vardiya bant başında çalışırken, fazla mesailerle üretimi sürdürürken, şirket kârına kâr katmıştır. Ancak işler biraz sıkıntıya girdiğinde, piyasa koşulları değiştiğinde ya da beklenen kâr oranları tutmadığında ilk başvurulan yöntem yine aynı olmuştur: işçi çıkarmak. Bu durum, kapitalist sistemin kriz anlarında gerçek yüzünü göstermesinin tipik bir örneğidir.

Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta şudur: Zorlu Holding’e bağlı Vestel bugün fiilen batmış bir şirket değildir. Şirket hâlâ üretmekte, hâlâ gelir elde etmekte ve hâlâ kazanmaktadır. Şirketin ve genel olarak holdingin son yıllarda artan genel borçluluğu ise işçilerin değil patronun ve şirket yönetiminin sorumluluğu ve hatasıdır. Patronun kötü yönetiminin faturasının işçilere kesilmesi kabul edilebilir değildir. Patronların yaşadığı her darboğazda ücretler baskılanır, sosyal haklar budanır, ardından işten çıkarmalar gelir. Oysa krizi yaratan işçiler değildir; yanlış yatırımlar, plansız büyüme, kâr hırsıyla alınan kararlar ve kötü yönetimdir. Eğer bir şirket yönetilemiyorsa, bunun bedelini işçiler değil, o şirketi yönetenler ödemelidir.

Bu noktada sınıfsal ve sosyalist bir perspektiften çözüm nettir: Madem bu şirketler toplumsal ölçekte bu kadar büyük, madem binlerce insanın hayatı bu fabrikalara bağlı, o halde yönetilemeyen ve krizi işçilere fatura eden şirketlerin işçi denetiminde kamulaştırılması gündeme gelmelidir. Tazminatsız bir şekilde, üretimi ve istihdamı koruyacak biçimde kamulaştırma, hem emekçilerin hem de toplumun yararınadır.

Vestel örneğinde bir diğer önemli sorun da sendikal yapının tutumudur. Türk-Metal’in örgütlü olduğu Vestel’de, yaşanan bu toplu işten çıkarmalar karşısında sendikanın etkili bir mücadele ortaya koymaması dikkat çekicidir. Taban örgütlenmesinden yoksun, bürokratikleşmiş sendikalar çoğu zaman işçilerin değil, kendi koltuklarının derdine düşer. İşçiler ise bu yapı için yalnızca her ay düzenli yatırılan aidatlardan ibarettir. Oysa gerçek sendikal mücadele, tabandan yükselen, işçilerin söz ve karar sahibi olduğu bir örgütlenmeyle mümkündür.

Bu yaşananlar yalnızca Vestel işçilerinin sorunu değildir. Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde Vestel’e yan sanayi olarak çalışan birçok işletmede de benzer politikalar izlenmektedir. Büyük firma işçi çıkardığında, yan sanayi de aynı yolu izlemekte; zincirleme bir biçimde binlerce emekçi güvencesizliğe itilmektedir. Bu nedenle sorun bireysel değil, sınıfsaldır.

Sonuç olarak, bu gidişata dur demenin yolu işçilerin birlik ve beraberliğinden geçmektedir. İşçinin sorununu ancak işçi çözer. Dayanışma, örgütlenme ve mücadele olmadan bu düzenin değişmesi mümkün değildir. Çözüm, emeği merkeze alan, üretimi toplumsal ihtiyaçlara göre planlayan ve krizin bedelinin onu yaratanlara ödetilmesini savunan bir anlayışla mümkündür. Vestel örneği, kapitalizmin kriz anlarında nasıl işlediğini ve neden emekçilerin kendi kaderini kendi ellerine alması gerektiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Yorumlar kapalıdır.