Betül Celep ile röportaj: “Herkesin direnecek bir şeyi var”

İ.C.: Merhabalar, direnişinizin neredeyse bir ayı doldurdu. Bize direnişinizin öyküsünü anlatabilir misiniz?

B. C.: Ben yolda öğrenen bir kadınım, 5 yıl öncesine kadar apolitiktim. ODTÜ Matematik mezunuyum, yine burada yüksek lisans yaptım. O dönemde matematik bölümünde araştırma görevlisiydim. Akademi yolundan ilerleme taraftarıydım fakat yüksek lisans yaparken, bu alanda böyle bir iş yapamayacağımı düşünüp işe girmek istedim. Kamu kurumuna girmek isteyenler İstanbul Kalkınma Ajansı’nı iyi bilirler, prestijli bir kurumdur. Buraya, 3 hafta içerisinde kabul edildim. Hiç torpilim yoktu, mülakatı da kendi kendime geçtim, KPSS puanımı da kendim aldım. Bir anda kendimi İstanbul’da buldum, bir tane kadın…  O dönemlerde hiçbir fikrim yoktu. Sendika ne demek, işçi miyim ben, hiçbir şey bilmiyorum. O yüzden de süreci çok uzaktan takip eden, bakan, gözleyen, izleyen bir kadındım. O dönem ağır bir dönemdi iş yeri açısından. Yönetim bizimle görüşmüyordu, taleplerimizi umursamıyordu Bizler ise sürekli toplantı yapıyoruz.

Sendikaya genelde “para” gözüyle bakılır, sendika ekonomik anlamda sana bir şeyler katar mantığıyla. Yani örgütlenmek, bir arada hareket etmek, hak mücadelesi, onur mücadelesi hep sonradan geliyor insanların aklına. Bir gün geldi; yöneticiler işleri yokuşa doğru sürmeye devam ediyor, greve doğru gidiyorduk. “Arkadaşlar, maaşlarımızın üç lira beş lira artması meselesi değil yani bu insanlar bizi insan yerine koymuyorlar, bu onur mücadelesidir” dedim. Böyle bir cümle çıktı benden. Herkes böyle bir baktı. “Ya Betül haklı, biz ne diyoruz. Greve çıkalım; bırakalım bunları, ne hesap ediyoruz” dediler. O gün ben bir arada hareket etmenin önemini, kolektif hareketin önemini anladım. Kendim dile getirince anladım. Sonra sorumluluk almaya başladım sendikal süreçte. Koop-İş’teydim o zaman.

2015 Mart ayında bir buçuk günlük bir grev deneyimi yaşadık. O da herhalde Türkiye tarihinde çok olmayan bir şey. Bir plazada beyaz yakalıların greve çıkması falan olacak iş değil. Oldu!

İ.C.: Bu süreç nasıl başladı peki, şu anda ne aşamadasınız?

B.C.: Bugün direnişin 26. günü. 23 Ocak’ta direnmeye başladım. Ben direnmeyi işçilerden öğrendim. Beni devlet atmış olabilir, KHK ile de atılmış olabilirim. Fakat ben gönüllüsü olduğum Umut-Sen ve DGD-Sen’de işçiler işten haksız yere atıldıklarında onlara direnmelerini, fiili mücadelenin önemini anlatıyorsam eğer; ben işten atıldığımda “Yok işte ben beyaz yakalıyım, direnmem” diyemezdim. (…) Sonrasında hikayemi kadınlara gönderdim ben; bağlarımın olduğu Mor Çatı gibi yapılardan kadınlara hikayemi anlattım. Direneceğime yönelik kararımı dile getirdim, toplantı talep ettim. Bu alanı kadınlarla beraber örgütledik. Nasıl yapalım, nasıl bir dil kullanmak lazım hep birlikte konuştuk, kararlaştırdık. KHK ile işten çıkartılan diğer kadınlar ile bağ kurmayı ve beraber direnişe çıkmayı da önerdim. Herkesin hayat koşulları neticede farklı, benimle sürekli direnişte bulunamayacak kadınlar vardı. Fakat yine de bağ kurmak çok iyi oldu. Velhasıl 23 Ocak’ta bu meydana geldim ve direnmeye başladım.

İ.C.: Peki sendikanın tavrı ne oldu, sizin KHK’lar ile birlikte işten çıkarılmanızın ardından?

B.C.: Ben sendika temsilcisiydim iş yerinde. Koop-İş Sendikası, sendikal bürokrasinin çok güçlü olduğu ve devletle kol kola hareket etmeye çok alışık olan bir anlayışa sahip. Sarı sendika dediğimiz sendikalardan biri. Elbette bunun içerisinde muhalif olan, bunun karşısında duran insanlar var. Tamamen yerle bir etmemek gerekiyor. Fakat bana ne hukuki destek verdi, ne maddi destek. Yanlış bir tavır gösterdiler. Bu, benim beklediğim bir şeydi. Kısacası, Koop-İş sendikası bana sahip çıkmadı, sendika temsilcilerine sahip çıkmadı.

İ.C.: KHK’lar ihraç edilen akademisyenler ile sürekli olarak gündemde; halbuki senin gibi çok farklı mesleklerden ihraç edilen insanlar da var buna dair neler söylemek istersin?

B.C.: Ben Eğitim-Senli değilim, akademisyen de değilim, kamu işçisiyim. Sanki direnişe çıkan birinin KESK üzerinden çıkabileceği gibi bir algı var, halbuki doğru değil. Türkiye’de bunu bu minvalde yapan bir tek benim. Şüphesiz KESK’in varlığı çok önemli, yerle bir edemeyiz. Elbette ki orada da sendikal bürokrasi var, ama bu demek değil ki hadi KESK’i çöpe atalım. Böyle bir şey kesinlikle olamaz.

Şu anda KESK’in örgütlü bir biçimde hareket etmesi çok önemli. Bu yüzden mücadeleye yönelik, direnmeye yönelik eylemlerin orada da güçlendirilmesi gerekiyor. (…)

Bu KHK sadece akademiyi vurmadı, sadece solcuları da vurmadı. Buna da çok dikkat etmek gerekiyor. Haksızlık, hukuksuzluğu anlatıyorsak eğer bunu sadece bize olmuş gibi anlatmamak gerekiyor. Hukuk devletinden bahsediyorsak eğer hukuk herkes için olacak, bunu buradan savunacaksın. Sınıfsal ayrımın çok belirleyici olduğunu düşünüyorum direniş kararı vermekte. Bunun da kitlesel olması gerektiğini söylüyoruz ve şu anda elimizdeki en güçlü kanal KESK. Kitlesel ve sürekli bir hale getirebilecek bir kanal KESK. Şimdi farklı bir pozisyon almaya çalışıyorlar. 3 gün oturma eylemi yapacaklar İstanbul’un farklı farklı yerlerinde. Çok önemli bir karar, bunları Türkiye’nin dört bir yanında büyütmek gerekiyor.

İ.C.: Türkiye şu anda pek çok değişikliğe gebe, bir referandum süreci içerisindeyiz. Sen bu süreci nasıl yorumluyorsun?

B.C.: Herkesin direnecek bir şeyi var derken bunu diyordum. Gençler gelecek kaygısı yaşıyorlar, emekliler emekliliklerini yaşayamıyor, işsiz zaten işsiz, işi olanlar işten atılıyor. Bulunduğumuz coğrafya ise kaotik bir eşikte. Hiç iyiye gitmiyor baktığında, ama şunu da unutmamak gerekiyor: iyiye gitmesini sağlayacak insanlar var bu ülkede, yani bunun için mücadele eden, bedeller ödeyen, ödemiş, ödeyecek insanlar var. Direnenler var, başka başka alanlarda.

Bu memlekete sahip çıkmak adına, birçoğumuzun farklı açılardan farklı diller kurarak savunduğu; insan hakları gibi, hukuk gibi kanallarımıza sahip çıkacak pozisyonlar alacağım ben bundan sonraki hayatımda da. Umutsuzluğu reddeden bir yerde olacağım. Yine işçilerle birlikte olacağım, yine halkla birlikte olacağım. Bağları güçlendirmek ve örgütlenmek adına elimden gelen her şeyi yapacağım. Bundan da herkesin artık sorumlu olduğunu düşünüyorum. O yüzden güzel günler göreceğimize olan inancımı kaybetmiyorum.

Yorumlar kapalıdır.