Halk AKP’yi istemiyor: Erdoğan baskın seçim dedi! Patronların sarayına karşı emeğin demokrasisi! İşçiden emekçiden yana yeni bir anayasa için bağımsız ve egemen bir Kurucu Meclis!

Devlet Bahçeli danışıklı bir biçimde ön açtı ve Erdoğan baskın seçim tarihini ilan etti. Erdoğan baskın seçime mecbur kalarak halkın kayda değer bir çoğunluğu tarafından istenmediğini açıkça anladığını göstermiştir.

Halkın çoğunluğu AKP’nin karşısında!

Son dönem seçimlerinin neredeyse tamamına seçim usulsüzlükleri damgasını vurmuştu. Çoğu kez belgeleyebildiğimiz bu usulsüzlükler referandumda zirve yapmış, mühürsüz oy pusulaları da geçerli kabul edilmişti. Bu fiili durum yakın zamanda resmiyete döküldü. Yüksek Seçim Kurulu’nda (YSK) yapılan bir düzenlemeyle seçimler resmen müdahaleye açık hale getirildi. Sandıkların keyfi olarak taşınabilmesinin önü açıldı ve sandıklara polis müdahalesi de mümkün hale getirildi. Bu değişiklikler pek çok işçinin zihninde “sandığa hangi oy atılırsa atılsın sonucun Erdoğan’dan yana çıkacağı” manasına gelmekteydi. Şimdi görüyoruz ki, tüm bu zor bile yeterli değilmiş.

OHAL’in uzatılması, muhalefetin yoğun bir baskı altında tutulması, HDP’li pek çok vekilin tutuklanması ve vekilliklerinin düşürülmesi, Türkiye’nin dünyadaki toplam siyasi tutukluların büyük bir kısmına tek başına sahip olması; hiç şüphe yok ki saray rejiminin seçim hazırlıkları kapsamında hayat buldu. Basındaki en ufak muhalif sesleri dahi sindirmek adına Doğan Haber Ajansı’nın saraya yakınlığı ile bilinen Demirören tarafından satın alınmasının da bir seçim hazırlığı olduğu aşikârdı. Baskı, YSK düzenlemeleri ve tüm basın ve devlet aygıtının tek elde toplanmasına rağmen seçimlerin kazanılamadığının görülmesi, bu yüzden bir de acil seçime gidilmesi, aslında saray rejiminin ne denli kırılgan dengeler üzerinde durduğunu bizlere bir kez daha göstermektedir.

Rejimin kırılganlığı

Her seçimi kazanıyor, her badireyi atlatıyor gibi görünen saray rejimi her “galibiyetinin” ardından daha da zayıf bir hale gelmektedir. Saray gelen seçimi kazanmak için bir öncekinden de büyük “kurnazlıklara” başvurmak durumunda kalacaktır. Sarayın görünürdeki her zaferi kas erimesine sebep oluyor. Yeni bir zafer de daha büyük bir kas erimesini göze almak pahasına yeni hileleri gerekli kılıyor.

Erdoğan 16 Nisan referandumunu kendi öz gücü ile kazanmadı. Bir düzine baskının yanı sıra yine Bahçeli’nin desteğine ihtiyaç duymuştu. Erdoğan görünürde elinde biriktirdiği tüm güce rağmen baskın seçimi de ancak Bahçeli’nin ön açmasıyla, yani aslında dışarıdan bir güç ile gerçekleştirebildi. Güçlü bir iktidar, ne bu tarz ittifak arayışlarına, ne de bir erken seçime ihtiyaç duymazdı.

Yanılsamalara kapılmayalım: Yaklaşmakta olan ekonomik krizin ayak sesleri, Erdoğan’ın baskın seçimi ilan etmesini öğütlemişken; bir olasılık olarak baskım seçimden Erdoğan’ın zaferle çıkması, bu ekonomik krizin işçiler ve emekçiler nezdinde sahip olacağı yıkıcılığı hafifletmeyecek. Erdoğan, 16 Nisan referandumu için “Evet” oyu isterken, referandumun kendisine tanıyacağı yetkilerle ülkenin ve insanların bütün sorunlarını çözebileceğini iddia ediyordu. Bu iddianın büyük bir yalan ve aldatmaca olduğu bugün bir kere daha kanıtlanmıştır. Tek Adam rejimi, hiçbir hayati sorunu çözümüne kavuşturamamış, aksine onları derinleştirmiştir. Demokrasi budandıkça, ekmek küçülmüştür!

Baskın seçimin sebepleri

“Olağan” şartlarda erken seçimi muhalefet talep eder. Zira iktidar zaten iktidardır, seçime gitmesine gerek yoktur. Bugün iktidarın erken seçime gitmek istemesinin sebebini görebiliyoruz: Olağan seçim tarihi olan 2018 senesinin Kasım ayı beklenseydi, Erdoğan’ın oyları hiçbir baskı ve hile ile kurtarılamayacak kadar erimiş olacaktı.

Saray erken seçim isteyerek işçi ve emekçilere şunu söylemek istiyor: “Ekonomideki kötüye gidişe engel olamıyoruz. Patronları sevindirmek için işçileri koşullarını daha da kötüleştirmemiz gerekecek. Enflasyonu ve işsizliği daha da arttıracağız. Dış borç ödemelerinin yükünü de yoksul halka yıkacağız. Çiftçi ve esnafa kredi vermek yerine büyük burjuvaziye kredileri açacağız ve onların durumunu daha da kötüleştireceğiz. Eğitim sistemini iyileştiremeyeceğiz. Sağlık sisteminin çöküşüne karşı bir düzenleme yapamayız. Vergi gelirlerini kamu hizmetleri yerine patronlara, baskı aygıtlarına, dış borç ödemelerine ve savaşa ayıracağız. Hal böyle olunca 2018 Kasım’ına kadar ülkenin yoksul hiçbir kesiminin yüzüne bakamaz hale geleceğiz.

Saray rejimine erken seçim dahi yetersiz kalıyor. Burjuva muhalefet içerisinde de panik yaratarak kimi adayların çıkmasını engellemek, parlamentoya yeni bir partinin girişini zorlaştırmak hedefleniyor. Bu yüzden bir baskın seçim tercih ediliyor. Bu, sistem partilerinin, kendi sistemleri tarafından içerisine sürüklendikleri krizin ve basiretsizliğin eksiksiz bir göstergesi.

Burjuva muhalefet Erdoğan’a tutarlı bir seçenek olamıyor

CHP’den İyi Parti’ye burjuva muhalefet toplumun hiçbir kesimi için umut vaat edecek bir politika üretemiyor. Bunu da beceriksizlikten ötürü değil, sınıfsal temellerinden ötürü yapamıyorlar.

İyi Parti Erdoğan’ı yaratmış olan işçi düşmanı bir programla, boş hayallerle yola çıkarken, CHP de bundan daha farklı bir durumda değil. CHP, Erdoğan’ın yenilmesine neden olması halinde, içinde bulunulan krizi nasıl çözebileceğine dair inandırıcı, işçiden emekçiden yana bir program sunamıyor. Belediye seçimlerindeki ve referandumdaki şaibeleri lafzi eleştirilerin dışında fiilen kabullendi. Adalet Yürüyüşü ile kendisini gösterirken kitlelerin seferberliğini sürekli tutmaktan kaçındı. Son olarak 16 Nisan referandumunun yıl dönümünde büyük bir öfkeye ve seferberliğe dönüşme potansiyelini basit oturma eylemleriyle geçiştirdi. CHP’nin işçi emekçi tabanı, partilerini Tek Adam rejiminden kurtuluşun somut yollarını sorgulamalı; kendilerinden yana bir ekonomik ve sosyal program oluşturması doğrultusunda zorlamalıdır.

Erdoğan’ın iktidar serüveni Türkiye kapitalizmi ile son derecede iç içe geçmiş durumdadır. Erdoğan ve AKP, yolun başındayken, Türkiye kapitalizminin sermaye birikimi krizine yönelik politik bir yanıt olarak ortaya çıkmıştı. Başlangıçta emperyalizm ile Türkiye’deki farklı burjuva kanatların çıkarını aynı potada eriten bir programa sahipti. Sonrasında 2008 krizi ile dengeler sarsıldı. Nihayetinde Erdoğan, Türkiye kapitalizminin politik krizinin düğüm noktası haline geldi.

Erdoğan burjuvazinin ihtiyaç duyduğu hızlı kararlar alabilen bir devlet aygıtını yaratabildi. Ama bu aygıtı en çok kendisi ve etrafındaki oligarşiyi oluşturan patronlar lehine kullandı. Türkiye burjuvazisinin başkanlık sistemiyle, yani yapısal olarak yeni rejim ile fazlaca bir derdi yok. Burjuvazi Erdoğan rejiminin yaratığı engellerden yer yer şikâyetçi olsa da, daha iyi bir programı bağrından çıkaramıyor. Erdoğan’ın gidişine değil, gidişinin ardından gelecek döneme hazırlanılıyor. Erdoğan hâlihazırda ekonomik ve sosyal yaşamda her an bir patlamaya neden olabilecek ciddi tahribatlara yol açmış durumda. Şu an Türkiye’deki burjuva muhalefet (CHP, İYİ parti, Saadet Partisi, vb.) Erdoğan karşısında zafer kazanmaları durumunda onun yol açtığı krizlerin sorumluluğunu üstlenmekten korkuyor.

Türkiye’deki hiçbir burjuva kesimin ekonomik kriz, bankalar ve dış borca dair kitleleri memnun edecek bir çözümü bulunmamakta. Daha doğrusu sistem partilerinin bu konulardaki önerileri, birbirlerinden farklılaşmıyor. Baskın seçime karşı muhalefet partilerinin tavrı tam olarak bu çaresizlikten geliyor.

Tek çıkış: Emeğin demokrasisi!

Erdoğan yenildiğinin farkındadır; burjuva sistem partileri ise yönsüzdür.

Erdoğan kaybettiğinin farkında olasına rağmen burjuva sistem partileri saray rejiminin karşısına inandırıcı bir seçenekle çıkamıyor. İşçiler, emekçiler, yoksullar; iş başa düştü! Bu meydan okumayı ancak işçi-emekçi eksenli bir mücadele programı göğüsleyebilir.

Daha kötü koşularda yaşamak, daha çok vergi verip kamu hizmetlerinden daha az yararlanmak, kıdem tazminatını kaybetmek, iş güvencesinin yok olmasını izlemek, kadınların toplumda daha kötü koşullarda yaşamaya zorlandığını görmek, emperyalizme ve bankalara daha çok bağımlı hale gelmek, eğitim sisteminin çöküşüne şahit olmak, doğa katliamlarına ve daha pek çok kötülüğe tanık olmak istemiyorsak elimizde tek çare var: Sınıf temelli birlikleri kurmalıyız.

Baskın seçime karşı tavrımız şudur: Emperyalizmden bağımsızlık, siyasal demokrasi ve temel ekonomik taleplerimizi korumayı garanti altına alacak işçiden ve emekçiden yana yeni bir anayasa!

Böyle bir anayasanın hazırlanmasına yönelik olarak bağımsız ve egemen bir Kurucu Meclis için tüm işçilerin ve emekçi örgütlerinin aday olabileceği sıfır barajlı seçimlerinin yapılması!

Bu bağlamda, 1 Mayıs’ta emeğin demokrasisini inşa etmek iddiasıyla yola çıkan DİSK, KESK ve meslek örgütlerinin bu doğrultuda seferberlikleri sürekli kılması ve saray rejiminin karşısına burjuva ittifaklardan bağımsız bir emek cephesi çıkarması gerekmektedir. İşçilerin çıkarı bu yöndedir, güvenilir tek çare bu yöndedir.

Yorumlar kapalıdır.