Balyoz Davasının ardından: Bir devlet geleneği yenilenerek yaşıyor!

Malumunuz Balyoz davası “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs” hükmü ile 250’si tutuklu 365 general ile amiral ve üst rütbeli subayların 16 ila 20 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılması ile sonuçlandı.

Hiç kuşku yok ki, Türkiye’de ordunun bir darbe girişiminde bulunması yahut bunun hazırda planlarını bulundurması hiç kimse için şaşırtıcı değildir. Adı geçen subaylar ise darbe yapmanın eğitiminden geçmiş ve hatta başka ülkelere de “darbe yapmanın hızlandırılmış eğitimini verebilecek” bir tedrisata sahip kimselerdi. Dahası bu kişiler darbe için hukuki dayanaklara da sahiptiler.

Davanın kendisi AKP ve AKP yandaşları tarafınca “Gücün adalete yenilmesi” olarak tanımlanırken, darbelerin tarihe gömüldüğü söylencesi başlatıldı. Bu cephe şimdi rahatça darbecilerin bugüne dek sahip oldukları kudretle demokrasiyi nasıl da sadece bir makyajdan ibaret tuttuklarını iştah ve gururla anlatıyor.

Öte yandan sanık avukatları da, davayı bir hukuk katliamı olarak değerlendirirlerken, emir alan ve emir verenler arasındaki aynı cezaya çarptırılma adaletsizliğinden tutun, delillerin (örnek olarak CD kayıtlarının) güvenilmezliğine ve yeterli savunma hakkının tanınmamasına kadar pek çok usulsüzlüğü ifade ediyorlar.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, hem davalıların hem de davacıların birbirleri hakkında söyledikleri hemen her şey akla yakın. Yani (sadece birbirlerine dair söyledikleri meselelerde) her iki tarafa da katılabiliriz. Ancak işaret ettiği konum ve sonuçları itibariyle davanın bizler için de incelenmeye değer daha pek çok noktası mevcut.

Davanın yansımaları

Öncelikle dava savunucularının dahi AKP’ye kimi sitemleri ve kaygıları mevcut. Davayı şimdiden tamamlanmış bir zafer olarak ilan eden aklı başında hiç kimsenin bulunmadığını söyleyebiliriz. Cemaat kanadı, orduya karşı duyduğu tarihsel korku nedeniyle devlet içerisindeki bu kamp topyekûn sökülüp atılana kadar rahatlayacağa benzemiyor. Bu sebeple geride kalan bazı başka paşaların da aradan çıkması ve nihai bir ordu-hükümet barışının sağlanmasını istiyorlar.

Balyoz’un bu şekilde sonuçlanması şimdilik AKP’ye iyi bir başlangıç verse de, bir denge durumu henüz sağlanmış değil. Anlaşılan o ki, rejimin yeniden yapılanması tamamlanana kadar, bu tip davalar yalnızca kullanılacak yolda bir bahar temizliği olarak karşımızda duracak.

Davalılar ise, temyiz ve AİHM umutlarından da olmak üzereler. AİHM yetkililerinin sonucu destekler pozisyonu, hukuki yönündeki pek çok eksikliğe rağmen, davanın politik olarak Avrupa tarafından da desteklendiğine işaret ediyor.

Bir darbenin kaç dayanağı vardır?

Darbe girişimcilerinin öyle ya da böyle cezalandırılmış olması Türkiye’de darbe girişimlerinin önünü kesmeye yarar mı? Bu konuda burjuvazinin sadık hizmetkârı Süleyman Demirel’e kulak verecek olursak, kendisi 12 Eylül’ün resmi dayanaklarının sanılanın aksine iki değil altı maddeye dayandığını ifade ediyor. Demirel, TSK İç Hizmetler Kanunu madde 2, 35 ve 37 ile TSK İç Hizmetler Yönetmeliği madde 1, 85 ve 86’nın darbeler için resmi zemini sağladığını resmi yazışmalarını açıklayarak ifade ediyor.

Buradan hareketle 2010 referandumuyla gelen kısmi değişiklikler darbe dayanaklarını hala silmiş durumda değildir. Öte yandan AKP’nin kendi açısından dava aracılığı ile hiç mesafe kat etmediğini söylemek de doğru olmaz. Mahkemeye Yaşar Büyükanıt’ın tanık olarak çıkması ve şimdiden ordunun 15-20 yıllık gelecek programının kırılması dahi, ordu ve AKP arasında bir uzlaşma sağlayan Dolmabahçe Mutabakatı’nın yeni bir evreye sıçradığını ve ordu ile AKP arasında yapılan anlaşmanın temellerinin güçlendirildiğini ortaya çıkıyor.

Şu anda AKP, rejimi güncel olarak burjuvazi lehine güçlendirip yeniden yapılandırırken kendi elinde ciddi ittifaklar gücünü barındırdığını söyleyebiliriz.

Sonuç olaraksa, davanın darbelerin sonunu getirmek değil de, yeni anayasa hazırlığı çerçevesinde okunduğuna varabiliriz.

Samimi bir adım nasıl atılır?

Darbe ile samimi bir mücadele girişimi darbenin tüm hukuki dayanaklarının ortadan kaldırılması ve adil bir yargılama sisteminde -anlaşma yapılanları ayırarak sürdürülen bir dava ile değil de- tüm suçluların topyekûn yargılanması mümkün olabilir.

Bu durumda, DGM-ÖYM-Terörle Mücadele Kanunu ve organizasyonlarının kurumsal ve yasal düzlemde tümden kaldırılmasının ve darbelere dayanak sağlayan 3 madde ve 3 yönetmeliğin tamamen silinmesinin demokrasiye bir adım daha yaklaşılmasında temel garantör olacağını görebiliyoruz.

AKP demokratlıkta samimiyse önce bunları gerçekleştirmeli ve böylelikle geriye dönük olarak tüm darbe suçlularının yargılanılmasın önü açılmalıdır. Ancak 10 yıllık AKP iktidarı, hükümetin niyetinin hiç de bu olmadığını bizlere gösteriyor. AKP’nin yarattığı değişiklikler oldukça sınırlıdır. Ve sınırları belirleyen temel etmen ise ulusal ve uluslararası burjuvazinin yeni ihtiyaçları için daha az sorun çıkartacak bir devlet bürokrasisinin inşa edilmesidir. Bunun sonucu olarak ise bir yandan süren kirli savaş, tezkere ve de yoksullukla payımıza düşeni yaşarken, öte yandan da tüm bunları demokratikleşme basamaklarının evreleri olarak kabullenmemiz isteniyor.

Tekrarlamaktan kaçınmıyoruz. Darbelerin engellenmesi ve gerçek anlamda bir adım daha ileride bir demokrasiye sahip olabilmek için yerine isimleri değişmiş yeni maddeler gelmeksizin anayasanın, iç hizmet kanun ve yönetmeliklerinin yanı sıra, içerik olarak DGM-ÖYM-Terörle Mücadele Kanunu ve organizasyonlarının tüm dayanaklarının kaldırılması için mücadele veriyoruz.

Yorumlar kapalıdır.