Maskesi düşen yalan diktatörlüğüne karşı: Taksim-Lice hattı!

Gezi ayaklanmasının ardından Türkiye yepyeni bir politik döneme giriyor. Kitleler sokak mücadelesiyle hükümete geri adım attırabileceğini deneyimlemiş, hükümet ise eski meşruiyetini yitirdiğinin farkına varmış durumda. Hükümetin ve Erdoğan’ın ülkeyi yeni bir yalan bulutuyla kaplama çabasının arkasında da, bu gerçeğin yarattığı panik hali yatıyor. Fakat hükümetin bu yöntemlerle kaybettiği meşruiyeti yeniden kazanma, tarihi geri çevirme şansı bulunmuyor; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

Milyonlarca kişinin sokağa çıkmasıyla gerçekleşen ayaklanma günlerinde, hükümetin demokrasi maskesi, ülkenin batısında açık bir biçimde düşmüştü. Öte yandan, “çözüm süreciyle” ilişkili olarak, ülkenin doğusuna yani Kürt illerine, bu dönemde göreli bir sessizlik hakimdi. Fakat hükümetin Kürt halkının en acil demokratik taleplerine dönük olarak dâhi herhangi bir adım atmaktan kaçınması ve eski baskıcı politikalarını aynen sürdürmesi, Kürt illerinde de yeni bir seferberlik dalgasını başlatmış durumda. Yeni karakol yapımını protesto eden Lice halkının silahlarla taranması ve bir kişinin hayatını kaybetmesi, hükümetin Kürt sorunun “çözümünde” gerçek niyetinin ne olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koydu.

Lice’deki devlet terörünün Batı’da “Diren Lice, Gezi seninle” sloganıyla on binlerce kişi tarafından protesto edilmesi ise, mücadelelerin birleştirilmesi açısından önemli bir dinamiği açığa çıkardı. Antidemokratik uygulamalara, güvencesizliğe, geleceksizliğe karşı sokağa çıkan gençler ve emekçilerle, ulusal demokratik hakları için mücadele eden Kürtler, bir ve aynı düşmana karşı savaşmaktalar: Otoriter ve neoliberal polis-asker rejimi ve onun uygulayıcısı AKP hükümeti. Bu iki mücadelenin zaferi de, birleşebilmelerinden ve “Taksim-Lice hattı”nın kurulabilmesinden geçiyor.

Kriz kapıyı çalarken…

Gezi ayaklanması sonucunda AKP modeli “ileri demokrasi”nin iflasına tanıklık ettiğimiz gibi, AKP modeli ekonomik büyümenin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Uluslararası ekonominin uygun koşullarında, sıcak paranın ülkeye akışı ve dış borcun radikal bir biçimde artması sayesinde 10,5 yıl boyunca büyüyen ülke ekonomisi, şimdi dünya ekonomik krizinin ulaştığı yeni evre ve sıcak paranın ülkeden çıkmaya başlaması sonucunda, yeni bir krizin eşiğinde duruyor. Krizin emekçiler için anlamı ise, yeni bir işten çıkarmalar dalgası, ücretlerde kesinti ve alım gücünün düşmesi demek. Ekonomik kriz aynı zamanda, hükümetin uzunca bir süredir hayata geçirmeye çalıştığı saldırı programını yani taşeronun yaygınlaştırılması, kıdem tazminatının kaldırılması, bölgesel asgari ücret gibi uygulamaları yeniden ve daha güçlü bir biçimde gündeme getirecek.

Hükümetin ve patronların yaklaşmakta olan yeni saldırı dalgasına karşı, Gezi ayaklanmasından kazandığımız deneyimle, işyerlerimizde ve mahallerimizde derhal örgütlenme çalışmalarına girişmeli, Gezi direnişinden doğan mahalle forumlarını işçi hareketiyle bütünleştirmeli ve sendikalarımızı mücadele örgütleri haline dönüştürmek için mücadele etmeliyiz. Özellikle, Gezi ayaklanması süresince, açıktan hükümetin yanında taraf tutan Türk-İş yönetiminin tarihsel ihanetini, göstermelik bir genel grev çağrısında bulunan fakat grevin başarısı için hiçbir çaba göstermeyen DİSK ve KESK yönetimlerinin sorumluluktan kaçmalarını unutmamız söz konusu olamaz. Önümüzdeki dönemde sendika bürokrasisine karşı, sendikaların işçi sınıfının mücadele örgütlerine dönüşmesi için verilecek mücadele, daha da hayati bir önem kazanacak.

Yorumlar kapalıdır.