İşçi sınıfının yalnızlığı

Emek örgütlerinin, özellikle de sendikalardan bazılarının güçsüzlüğü, ama çoğunluğunun da bürokratik vurdumduymazlığı nedeniyle, bu salgın döneminde hem işçi sınıfı büyük bir yalnızlık içine düştü, hem de sendikalar örgütlenme açısından önemli bir olanağı yitirdiler.

Daha pandemi öncesinde ekonominin krizde olması nedeniyle patronlar sınıfa karşı bir saldırı içine girmişlerdi. Kapanan işyerleri, işten çıkarmalar, sendikalaşmaya saldırılar, düşen geçim düzeyleri, yoksullaşma… Bunların hepsi kapitalist saldırının sonuçları ve göstergeleriydi.

Ve patronlar pandemiyi fırsata çevirdiler. Ücretsiz izne gönderme ve kısa süreli çalışma yöntemleriyle devletin desteğini arkalarına alarak bilançolarını (yani kâr oranlarını) düzeltmeye giriştiler. Burada “devlet desteği”nin kaynağı esas olarak işçi sınıfının biriken parası olan İşsizlik Sigortası Fonu ve gene halkın vergilerinden oluşan hazine akçeleriydi. Bunların hepsi patronlara destek olarak sunuldu.

Tabii bu arada “normalleşme” adına tam gaz çalıştırılan işyerlerine virüs girdi ve hızla yayıldı. Buna rağmen hükümet ve patronlar, bazı göstermelik önlemler almanın dışında, işçileri aynı tempoyla çalıştırmaya devam ettiler, ediyorlar. Hatta işçileri fabrika içine hapsederek onları “karantinaya” alan ya da çalışma kampı tarzında sanayi alanları oluşturmayı öneren işverenler (hatta Hak-İş gibi gerici sendikalar) bile çıktı. Onlar için önemli olan işçinin sağlığından ziyade işletmelerinin üretime devam edebilmesiydi. Öte yandan bugün işçilerini ücretsiz izinde veya kısa çalışmada gösterip tam gün çalıştıran yüzlerce işyeri var; bu patronlar işçinin ücretinin önemlice bir bölümünü “devletten” alıyorlar, yani işçinin parasını gene işçinin kendisine ödetiyorlar.

Bu vahşi sömürü sistemi ve sağlıksız düzen karşısında işçiler bazı yerlerde kendiliklerinden protestoya giriştiler, çeşitli eylemler yaptılar (bunları gazetemizin web sitesi gazetenisan.net adresinden izleyebilirsiniz). Ama yalnız kaldılar. Elbette onların bu girişimlerini destekleyen çevreler oldu, ama ya sendikalar ne yaptı? İşçilerin huzursuzluklarını, şikâyetlerini veya eylemlerini örgütleyecek ve birleştirecek kapasitedeki sendikalar bazı doğru talepler ileri sürmenin dışında sözlerini pratiğe dökmediler.

Oysa salgın dönemindeki devlet-patron saldırısının ekonomi ve sağlık alanlarında işçi sınıfı için yarattığı sorunlar, tek tek işçilerde bir savunma duygusu yaratmıştı ve hâlâ da yaratıyor. Bir kısım işyerinde işçilerin arasında böylesi bir durum karşısında sendikalaşarak, iş kaybına, yoksullaşmaya ve hastalığa karşı savunma eğilimi de belirdi. Hatta bazı girişimler de oldu ve oluyor. Ancak patronlar bütün bu girişimlere doğrudan öncü işçileri işten atarak yanıt veriyorlar. Ve hâlâ sendika yönetimleri sessiz, işçiler yalnız.

Oysa işçi sınıfı içindeki huzursuzluğun ve savunma eğilimlerinin yükseldiği böylesi bir ortam sendikalara örgütlenme, patron saldırganlığına karşı mücadelenin başına geçme, kendiliğinden doğan eylemlilikleri birleştirme ve güçlendirme açılarından büyük fırsatlar sunmakta. Üstelik sorun sadece sendikal örgütlenmeyi yaygınlaştırma fırsatından yararlanmak da değil, bunu yapmak sendikaların en önemli görevi.

Sendika yönetimlerinin bugünkü pasif ve vurdumduymaz tavırları, işçiler arasında elbette sendikalara karşı güvensizliğin yaygınlaşmasına neden oluyor. Biz devrimciler ve öncü işçiler olarak elbette bu güvensizliğin sendikal örgütlenmeye ve mücadeleye değil, sendikaların yönetimindeki bürokrasilere karşı yönlendirmeye çalışıyoruz. Ama bürokratların etkisi sendikalarda ne denli güçlüyse, işçinin sendikal örgütlenmeyi bir çare olarak görmemesi de o denli yaygın oluyor. Kuşkusuz pek çok iyi niyetli sendika yöneticisi var. Ama sendikaların içindeki bürokrasi virüsünden kurtulma mücadelesinin güçlenmesi, sadece işçi sınıfı değil bizzat sendikaların kendisi için de acil bir zorunluluk. Bunun için yapılması gerekenleri tartışmaya devam edeceğiz.

Yorumlar kapalıdır.