Bana musahibini(*) söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!

Ankara Tuzluçayır mahallesinde hükümetin binbir ruhsat kolaylığı ile imara açtığı Cami-Cemevi projesi, Alevilerin günlerce-gecelerce süren başkaldırılarına neden oldu. Yoğun bir Alevi nüfusa sahip Tuzluçayır ve Mamak bölgesinde polis ile şiddetli çatışmalar yaşandı. Polis terörü, İstanbul Beşiktaş’ta olduğu gibi tüm mahalleyi cezalandırma haline dönüşerek, evlerin içine gaz bombaları atıldı, insanlar plastik mermiler ile yaralandı. Buna karşılık, direnen mahallede bir adım geri çekilme olmadığı gibi, sokak sokak kurulan barikatlara genç-yaşlı-çocuk yüzlerce insanın terinin akmasının önü açıldı.

Bu projenin bir Fethullah Gülen-İzzettin Doğan projesi olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. Zaten projenin sahipleri de bu ilişkiyi gizlemiyorlar.

Biz bu yazıda Fethullah Gülen’in nasıl bir zat olduğunu yeniden tekrarlama gereği görmeyeceğiz. Okur, onun aslında nasıl biri olduğunu yeterince bilmektedir. Tarihin farklı cephelerinde adımız yazmaktadır.

Biz daha çok bu işbirliğinin diğer unsuru olan İzzettin Doğan ve onun kuruluşunu gerçekleştirdiği Cem Vakfı üzerinde duracağız.

Cem Vakfı ve İzzettin Doğan

Cem Vakfı’nın, 1980’lerin sonuna doğru bir Alevi dergisi olarak çıkan ilk sayısının kapağında, “Alevi düşüncesinde bir başka Ali; Atatürk” manşetiyle çıkan derginin sayfalarını karıştıran o dönemki büyüklerimiz, herhalde Dersim ya da Koçgiri katliamlarının izlerini boşuna aradılar.

Benim de kişisel olarak ilk Cem Vakfı’nı tanımaya başladığım sayıdır o.

Kendisini Alevi dedesi olarak tanıtmaktan hoşlanan Doğan’ın hangi Cemi yürüttüğünü aramak kadar beyhude bir çabadır bu. Zira dedelik bir kurum olarak sadece kan bağını içermez, Talip-Mürşit ilişkisini içeren ve talipleriyle Cemlerde erkan yürüttüğü bir Alevi kurumunu ifade eder. İzzettin Doğan’ın Malatya Müneyik merkezli atalarının arasında böyle insanların olması, onu otomatik olarak dede yapmaz. Zira herhangi bir dedelik vasfına da sahip olup olmadığını gözlemleyeceğimiz bir Cem yürütmüşlüğü görülmemiştir. Ama bu sıfatı taşımayı özel ihtimamla korur. Ayrıca, Aleviliğin toplumsal-tarihsel olanına yaptığı vurgular ise, devletin resmi anlayışı olan; Aleviliğin, Ahmet Yesevi kökenli ve İslam’ın özü olduğu tarifinden öteye gitmeyecek kadar da orijinallikten yoksundur. Alevilerin hak arama mücadelesinde yaptıkları mitinglerde, yürüyüşlerde ne Doğan’ın kendisini ne de vakfını göremezsiniz. Madımak katliamı anmalarında bütün Alevi örgütleri türlü zorbalıkları tadarken Doğan, sadece devlet erkânının göründüğü herhangi bir açılışta Alevileri temsilen oturma derdindedir.

Elbette devlet ve her türlü sağcı hükümetle bu teşviki mesai için temel olarak yapmanız gereken şeyler vardır; birincisi sizin de Müslüman olduğunuzun hem de en oriijinal halinden olduğunuzu ispat için çabalarsınız, ikincisi diğer bazı Aleviler gibi solculukla, komünistlikle, Kürtçülükle aranızdaki mesafenin ne kadar fazla olduğunu durmadan tekrarlarsınız. Bunun için kendinizi soktuğunuz “türlü donlar”(**) herkese aşikardır.

Bu ilişki için devleti, hükümeti, sağcı partileri ikna etmek yetmez, aynı zamanda devletin Aleviler ile girişeceği herhangi bir ilişkinin tek muhatabının kendiniz olduğunu da ispatlamanız gerekir. O sebeple çıkar, bir gün, Aleviler ancak şu şu partilere oy verebilir gibi bir kanaat önderi pozu atarsınız, ya da darbe döneminin partisi olan MDP’ye kurucu olursunuz.

Türki cumhuriyetlerde devletin ileri misyoneri olma rolünüz de, bütün dert sahibi Aleviler “o sofra Muaviye sofrasıdır” açık görüşlülüğü ile durumu net olarak görürken, sizi hükümetin düzenlediği Muharrem iftarlarının da başkonuğu yapacaktır.

Ama asıl şey şudur; bu söylediklerinize devletle ilişkisi oldukça sağcılaşmış birkaç küçük Alevi sektör dışında inanacak, onu yutacak bir Alevi dahi bulamazsınız.

Çorum katliamı, Maraş katliamı, Sivas katliamına karşı Alevi mahalleleri savunan sosyalistlere de terörist diyen devlet korosu ile aynı terazidesinizdir. Ancak yine de ağzınızı açıp bu katliamlara söylediğiniz tek laf, attığınız tek taşı aramak, ilk sayınızda Dersim katliamının izini aramak kadar beyhude bir çabadır.

Bütün bunları, sizin diyelim yanlış bir şekilde inandığınız herhangi bir fikrin tezahüründen değil, sahibi olduğunuz ve korumanız gereken arazilerinizin, vakıf gelirlerinizin ve muhtemelen devletten gelecek üç ya da daha çok trilyonunuza elinizi açmaktan dolayı yapmaktasınızdır.

Tuzluçayır’da hem Cami vardır, şu anda, hem de Cemevi. Doğan, bu Cemevi inşaatını şu an Cemevi olmayan bir bölgede, diyelim İstanbul Fatih’te ya da Yozgat’ta yapamaz. Onun için, cemaatle ilişkisini pekiştireceği ve kanısınca o bölgede sosyalist sola ilgi duyan Alevi gençleri “sapkın” fikirlerden kurtaracağını düşündüğü bir yeri seçmiştir. Bu hali günlerce devam eden polis terörüne de tek laf etmemesini sağlamaktadır.

Ancak bugünlük musahip seçtiği Gülen ve cemaat, Doğan’ın Alevileri “yeterince” yönetemediği, yönlendiremediğini, örneğin Aleviler için bir “Gülen” olmadığını gördükleri anda bitecektir, ya da Doğan’ın yanaşacağı yeni hükümetler, partilerin daha kârlı olduğunu gördüğü anda.

Oysa gerçekte olan, şu anda, İzzettin Doğan’ın herhangi bir Alevi mitingine gelemeyecek kadar yüzünün ve cesaretinin de olmadığıdır. Ayrıca söylediklerinin, Aleviler üzerinde herhangi bir “düşkün”(***) ün sayıkladıkları kadar bile itibarı olmadığının.

(*) musahip; Alevi yol kardeşliği.

(**) dona girmek; değişik biçimlerde-varlıklarda vuku bulmak

(***) düşkünlük; Alevi inancında temel değerlerde işlenen suça sahip kimselerin toplumdan atılmasına kadar giden bir yüz kızartıcı hal.

Yorumlar kapalıdır.