İDP konvoyu yeniden Hatay’daydı: “Veda değil, birlik niyetine, hoş geldiniz!”

“Biz başaracağız, dümen bizde” ve “Yeniden hoş geldiniz. Sele de bekleriz.”

Deprem bölgesi Hatay için 8 Şubat’ta ilk yola çıkışımızın ardından ikinci kez, bu sefer daha geniş kapsamlı bir yardım toplayarak Hatay’a ulaştık. Bu kez hemen her çeşit gıda ve hijyen malzemesi, çadırların zemini ve ısı yalıtım malzemesi olarak kullanılmak üzere strafor, iç çamaşırı, çorap, çocuk kıyafeti, ayakkabı ve diğer giyim eşyaları, çadır zemini için halı, su, tıbbi malzeme olarak hekimlere iletilmek üzere %50’lik hidrojen peroksit ve suların dezenfeksiyonunda kullanılmak üzere %15’lik sodyum klorür, yetişkin bezi, bebek maması, bebek bezi, ped, çay-şeker, susuz saç ve vücut temizleme boneleri, sokak hayvanları için mama, oyuncak gibi eşyaları 1 Mart’ta İstanbul’da kampanyamız çerçevesinde kullanımımıza sunulan tırımıza yüklüyoruz.

Tüm bu yardımların toplanması parti üyelerimiz, dostlarımız ve deprem bölgesine ellerindekilerin gönderilmesi için seferber olan gönüllülerin olağanüstü bir çabası ile gerçekleşebiliyor. Bir avuç zenginin daha da zenginleşebilmesi uğruna açığa çıkan enkazın kaldırılabileceğine dair olan umutlarımız tüm bu seferberlik içerisinde daha da güçleniyor.

İstanbul’un yanı sıra parti üye ve dostlarımızın el emekleri ile ürettikleri 10 adet kışlık çadır Manisa’dan iki yoldaşımızın eşlik ettiği bir kamyonet ile yola çıkıyor. İstanbul ve Manisa’dan 1 Mart akşamı yola çıkarken Diyarbakır’dan gönderilen çok sayıda ısıtıcı ve battaniye de otobüslere yüklenerek Hatay’dan almamız üzere ertesi gün yola çıkacak.

Tüm yardımların toplanması süreci, tarifi imkânsız bir seferberlik ve dayanışma ruhu ile oluyor. Tüm yardımların doğru noktalara ve doğru ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması için kesin bir liste ile çalışmaya çabalıyoruz. Yalnızca yoldaşlarımız değil, parti dostu ve gönüllülerinin inanılmaz bir çabası ile en ucuza gıda ürünlerini bulabileceğimiz haller tespit ediliyor, yardımların parti lokallerine taşınması için pek çok araç ve şoför seferber oluyor. Gönüllüler hafta sonlarını buna hasrediyor, yıllık izinler bunun için kullanılıyor…

1 Mart akşamı saat 20.00’de zincirimizi kurup yardımlarımızı ofisimizden sokağa indirmeye başlıyoruz. Çevreden çalışmamızı gören başka insanlar da zincire dahil oluyor. Yardımın Hatay’a gideceğini öğrenen ve o sırada tanıştığımız Akın, kardeşini ve babasını da arayarak zincire çağırıyor. “Biz İskenderunluyuz, bu kadarız hep beraber geldik, daha kalabalık olsak hepsi ile yine gelirdik,” diyor bize. “İyi ki varsınız, Allah kabul etsin,” diyor. Akın, tırın en yakın noktaya ulaşabilmesi için “Gerekirse ben arabamı yolun başına koyar bu caddeyi kapatırım, en fazla ceza yazarlar. Yazarlarsa da umurumda değil, sizin yardımlar iletilsin yeter, iyi ki varsınız,” diyor. Tam arabasını çalıştırmak üzereyken belediye emekçisi bir dostumuz yolun kapatılması için gerekli işlemleri hemen hallediyor. Tır şoförünün “Ben buraya giremem, çok dar” dediği sokak için “Biz seni buraya sokarız dayı,” diyen başka arkadaşlarımız Can’ın doğal liderliğinde tırın etrafını sarıp direktiflerini veriyorlar. Tüm bunlar yalnızca benim görebildiğim zorluklara verilen yanıtlar. Ve irili ufaklı pek çok sorunun tamamı, seferber olmuş emekçiler tarafından çarçabuk olmasa da nihayetinde çözülebiliyor.

Tırımıza eşyalarımızı yüklüyoruz. Görkem yüklemenin başındaki yerini bir an olsun bırakmıyor ve yola şoför ile beraber çıkıyor. Ardından iki araçla onları takip ediyoruz. İş ve günlük yaşamlarında son derecede titiz olan, aksaklıktan hoşlanmadıkları her hallerinden belli sekiz yoldaş, arkadaş ve dost ile Hatay’a doğru yola çıkıyoruz. Hatay’dan dönene değin karşılaştığımız her aksaklık ve zorluk bu güzel insanlar tarafından yalnızca gülümsemeler ve bazen de sesli gülüşlerle karşılanıyor. Bir kısmımız birbirimizi ilk kez görüyoruz ama durumun aciliyeti ve duygudaşlığımız bizlere ancak ortak geçirilen uzun yılların verebileceği bir uyum sağlıyor. Bir mola yerinde Yağız’ın “Birkaç saattir beraberiz ama şimdi sanki lise arkadaşı gibi rahat konuşabiliyoruz,” dediğini duyuyorum.

Yolda tırın arızalanması ve Manisa’dan gelen kamyonetin ufak bir kaza yapması gibi aksaklıklar oluyor ve Hatay’a planımızdan 8-10 saat kadar geç varabiliyoruz.

Havanın karardığı saatlerde girdiğimiz Hatay’ı ilk görenler kadim kentin bir hayalet şehre döndüğünü söylüyor. Maraş depremlerinin üzerinden üç haftadan uzun bir süre geçmesine rağmen yıkım 20 Şubat’taki 6.4’lük depremin de etkisiyle yalnızca daha da büyümüş durumda. Yanından geçtiğimiz “ayakta kalan” binaların kimilerinde tek tük açık ışık var. Bu da birilerinin burada yaşadığına alamet değil, yalnızca hırsızları caydırmak için alınan bir tedbir. Gece çadırlarına çekilen insanları ise sabah kuyruklarda ve çadır kentlerin önünde göreceğiz. Hatay çok göç vermiş ancak kentte halen çok insan var ve benzetmesi yapılan “hayalet”, dayanışma için kol geziyor.

Yardımlarımızı Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) yoldaşlarımızın kriz merkezi haline getirdikleri Dostluk Çay Bahçesi’ne bırakacağız. Buraya erken gelen araçlardan birindeyim. Demir kapının önündeki nöbetçilerle İşçi Demokrasisi Partisi’nden (İDP) geldiğimizi bildiriyoruz, nöbetçiler geldiğimizi bildirdikten sonra kapıyı açıp bizi hızla ve yoldaşça karşılıyorlar. Yapılacak iş o kadar çok ki her şey çok hızlı gelişmek zorunda. TİP’ten Deniz yoldaş bize sarılarak ilk sorularını sıralıyor: Aç mıyız, kaç kişiyiz, kalacak yer organizasyonumuz var mı? Tamamını önceden planlamışız ve derhal düzeni bozmamaya özen göstererek işe koyuluyoruz. Buraya giremeyeceğini söyleyen tır şoförümüze direksiyon direktifleri vererek aracın merkeze yaklaşmasını sağlıyoruz. Ancak öncesinde bir kamyon ve bir kamyonetin boşaltılması için zincire dahil oluyoruz. Ardından sıra tırımıza geliyor; bu kez tırın içerisine geçip, TİP’ten yoldaşlar ve gönüllülerle beraber bir düzen içerisinde boşaltmaya geçiyoruz. Yardımlar içeriğine göre sınıflandırılıyor. Emekçi halkın seferberliğinin bizleri nasıl da bir emek cephesinin kuruluşu için zorladığını, yalnızca yardım seferberliğinde değil, Türkiye’nin emekçiler için yeniden inşası adına bu emek cephesinin kuruluşunun zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Ertesi gün Akşener’in Altılı Masa’dan ayrıldığı haberini almamızla beraber bu tip konuşmaların sayısı artacak.

Manisa’dan yola çıkan kamyonumuz tırımızın boşaltılmasından hemen sonra geliyor. Onun öncesinde de bir kamyonet dolusu yardımın daha indirilmesi için zincirdeki yerimizi alıyoruz.

TİP’in kurduğu koordinasyon merkezi ayrı ayrı gıda, hijyen, battaniye depoları şeklinde düzenlenmiş. Bir revirin yanı sıra ertesi gün göreceğimiz üzere çocuklar için bir oyun alanı da var. Yardımlar indirilirken bir yandan oyuncakların yeri, bir yandan ilaç kolileri için revir veya TTB-Eczacılar Odası’na yönlendirmek üzere ilgili alanlar işaret edilirken bir yandan da Haytap’a yönlendirmek üzere hayvan yemi ve mamaları için de ayrı alanlar gösteriliyor. Kurulan zincirlerde biraz olsun mantıklı bir inisiyatif almak isteyen kişinin önü hemen açılıyor. Gönüllü olarak yardıma gelip üstüne üstlük şoförlük yaparak çok yorulan güzel dostlarımız, onca yolu kendileri yapmamış, günlerdir alışverişleri taşımakla hiç uğraşmamış gibi dinç bir şekilde ve yüzlerinden eksik etmedikleri gülümseme ile zincirden hiç ayrılmıyorlar. Bir ara Yağız bana “Bir araya gelen insanların değiştiremeyeceği hiçbir güç yok!” diyor. Kendi getirdiğimiz yardımları indirmemizin ardından bölgedeki gönüllülerin bize işaret ettiği diğer işlere koşuyoruz. Her kolinin yükü yüreğimizdeki ağırlığı hafifletiyor.

Geceye doğru indirme işlemlerimizi tamamlıyor ve ertesi gün buluşmak üzere daha önceki ziyaretimizde uğradığımız İpek yoldaşımızın ailesinin yaşadığı Balıklıdere Köyü’ne geçiyoruz.

Balıklıdere’de Hatay insanına özgü biçimde sımsıcak bir şekilde karşılanıyoruz. Konaklamamız için döşeklerimiz kurulmuş durumda. Böylesi bir rahatlığı beklemediğimiz için üzerimize şaşkınca bir neşe yapışıyor ve sabaha çok dinç uyanıyoruz. Hatay’ın güzel insanları, devam eden depremlere rağmen, “Yanımızda kumanya var” dememizi dikkate almıyor ve bizimle kahvaltılarını paylaşıyorlar. Göreceğimiz en güzel şey bu diye düşünüyoruz, ancak bu yalnızca başlangıç…

Yardımların dağıtımı

Diyarbakır’dan gelen ve sabaha karşı 05.00’te aldığımız battaniye ve ısıtıcıları da kendimize üs olarak aldığımız TİP Koordinasyon Merkezi’ne indiriyoruz. Burada her an yapılacak tonla iş var. Planlı hareket etmek elzem ancak plana sadık kalmanın ötesinde, eldeki yeni gelişme ve imkânları değerlendirmek gibi bir zorunluluk da var. Yardımlar koordinasyon merkezine geliyor ve öğlen saatlerinde sıraya giren insanlara stoktaki belirlenen sayı oranında dağıtım gerçekleşiyor. Ancak yardıma ulaşamayan ilçe ve köylerde temas kurulan insanlara da tek tek ulaşıp günlük yardımı iletme görevi var ve bunun için ara lojistik desteği sınırlı. Ali Abi’nin transporter’ı ile beraber dağıtıma çıkma hedefimizi paylaştığımızda hemen organize oluyoruz. Hatay’daki ikinci günümüzde önümüzde üç görev var: Elimizdeki çadırları bizim ve TİP’in belirlediği yerlere kurmak, ilçelerde yardımın gitmesi gereken bölgelere ulaşıp yardımları doğrudan insanlara iletmek ve koordinasyon merkezinin önündeki sıraya giren depremzedelere erzak ve hijyen malzemelerinin sağlıklı bir şekilde iletilmesini destek olmak.

Önce yola çıkacak çadırlarımızı yeniden bir kamyonete yüklüyoruz. Manisa’dan gelen yoldaşlarımız Ümit ve Deniz’in yanı sıra tüm mütevazılığı ile “tadilat işlerine hâkim” olduğunu söyleyen Bektaş yoldaşımızı TİP’ten bir yoldaş ile beraber kamyonetle uğurluyoruz. Çadırların dördü Balıklıdere’de kurulacak, altısını da TİP’teki yoldaşlarımızın tespit ettiği yerlere kuracaklar.

Yapılacak tonla işin arasında eldeki imkânlarla planlar revize ediliyor. Görkem bir kez daha kucağında taşıdığı bir koli olduğu halde planın üzerinden geçmek üzere TİP’teki yoldaşlar ile irtibata geçiyor ve plan birkaç dakika içerisinde yenileniyor. Ben, İpek ve Ali Abi ile transporter ile yola çıkmak üzere ellişer adet gıda ve hijyen malzemesinin araca yüklenmesini sağlıyoruz. Güzergâhımız şöyle: Kışlasaray, İnönü, Koçören, Hüseyinli ve Turunçlu mahalleleri. Merkeze gelemeyecek olan kişilere yardımı teslim etmek üzere yola çıkıyoruz.

İlk durağımız tüm mahallenin yıkıldığı, geride bir tek muhtarın kaldığı Elektrik Mahallesi.

Elektrik Mahallesi muhtarı Nihat Derviş: Biz sosyal medya fenomeni değiliz, gerçek insanlarız!

“Seni Elektrik Mahallesi muhtarı ile mutlaka tanıştırmalıyım,” diyor Ali Abi. “Mutlaka röportaj yapmalı, sesini duyurmalısın onun”.

Elektrik Mahallesi büyük bir yıkımın merkezi noktasında. Ayakta duran yalnızca iki şey var, onlar da çadır. Birinci çadırın üzerinde Elektrik Mahallesi Muhtarlığı ve No: 1 yazıyor. Hemen ardındaki ikinci çadırda da No: 2 yazıyor. Elektrik Mahallesi, 2 Mart günü başlayan sert rüzgârların da etkisiyle yalnızca bir enkaz değil, insanı sarmalamayı hiç bırakmayan bir toz dumanı içerisinde. 1 ve 2 No’lu çadırlar ise bir depremzedenin durumunu göstermekten çok yaşama, geleceğe ve adil bir yeniden inşaya inat edercesine ayakta duruyor.

Nihat Derviş’in yalnızca efkârlı yüzü değil, sandalyesindeki oturuşu ve avuçları ile dizlerini kavrayışı dahi acısının boyutlarını anlatıyor. Önce her şeyin ortada olduğu ve sorulacak bir soru olmadığı hissine kapılıyorum. Ona acısını yeniden anlattırmamak için konuşmaktan yana şüpheye düşüyorum. Öte yandan deprem bölgesine uğramayan belediye başkanları, valiler ve diğer yetkililerin karşısında Nihat Derviş’in tüm acısına rağmen heykel gibi görev yerinde duruyor olmasının yarattığı saygınlık iliklerime işliyor. Bir depremzedeyseniz çadır alma sırasına girmek için adınızı önce muhtara yazdırmanız gerekiyor. Karaali’de bir muhtarın enkaz altında ölmesi ve hayatta kalan azalar arasındaki yeni muhtarın kim olacağı tartışmasının bitmemesi, koca bir mahallenin ulaşabileceği az sayıda çadıra da geç ulaşmasına sebep olmuştu. Bu durumda görevini yapan bir muhtarın hayat kurtarıcı olduğunu düşünüp bundan cesaret alarak ondan izin istiyorum. Muhtarın çadırı iktidar ve onun atanmışlarına karşı gerçek bir sembol. Yer yerinden oynadıktan sonra dünya hâlâ dönebiliyorsa Nihat Derviş gibi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor olmalı.

Nihat Bey’in karşısına geçip “Buyurun lütfen, istediğinizi söyleyin,” diyerek telefonumla kayda başlıyorum:

– Merhabalar. Ben Hatay Defne Elektrik Mahallesi muhtarıyım. Biliyorsunuz 6 Şubat 04.17’deki depremi, herkesin bilgisinde. Şu anda yaklaşık 25-26 günden beri buradayız. Mahallenin tamamı yüzde 90 yedisi zaten yerle bir. 5200 nüfusluyuz. 3900 seçmenimiz var. Kaybımız da 1000’e yakın. Vefat… Bir şey anlatamıyoruz yani şimdi. Bugün AFAD çekildi, kara yolları çekildi. Tahmin ederim mahalle ihalesi var, yıkım ihalesi. Hasar tespit bugün öğleye kadar biter.

Enkazda cenazelerimizin hâlâ olduğunu düşünüyor musunuz?

– Hayır mahalleye vakıf olduğumuz için kimin nerede oturduğunu, kaç kişi oturduğunu, kayıpların tamamını biliyorum. Onun için bu enkazın altında kalanların hemen hemen yüzde 100’ünü çıkardık şu aşamada. Belki dışarıdan gelmiş göçmen, kayıt yaptırmamış insan… Zor yani çıkar ya… Çünkü insan gelip kendi akrabasını sorar mutlaka. Zor durumdayız, çok zor durumdayız.

Şu an özellikle ihtiyaç duyduğunuz, bizlerden talep ettiğiniz şeyler neler?

– İhtiyaç çok tabii. Şu an merkezde tamamında Antakya Defne, çadır yok. İnsanlarımızın yarısı kırsala yarısı da il dışına gitti. Kimse kalmadı burada. Tabii ki kırsala çıkanlar yakın oldukları için çadır talebinde bulunuyor. Yeterli değil yani çalışma. Hiç yeterli değil. Kızılay arıyor, beş gün sonra bir daha arıyor, taleplerimizi sıralıyoruz. On beş gün sonra bir daha arıyor. Böyle bir dünya yok yani. Hâlâ da bizden liste istiyor ama gelen giden yok yani.

Ülkenin başında tek bir istifa eden yokken, sorumlular “kader” derken, Nihat Derviş görev yerini terk etmiyor. Konuşmamız sırasında çok duygulanıyor. Daha fazla soru sormak istemiyor, teşekkür ederek kaydı kapatıyorum. Karşısında durup, “Yalnız değilsiniz, toprağınız sizin ve burayı kültürünüzü en iyi şekilde yaşatmak için yeniden kurarken de yalnız olmayacaksınız”, diyorum. Bu kez daha rahat bir şekilde konuşmaya devam ediyor. Konuşması o kadar güçlü ki, bunu duyan kulaklarım mücadele eden diğer insanlara karşı borçlu kalmasın diye not alıyorum:

“Çok kötü durumdayız ağlamamak için kendimizi zor tutuyoruz. Ama başaracağız, biz başaracağız, dümen bizde. Devlet ve yetkililer bir şey yapmıyor. Burada insanlar neler yaşadı, nelere ihtiyaçları oldu? Bacağı kesildi insanların… Ama biz başaracağız. Biz sosyal medya fenomeni değiliz, gerçek insanlarız biz. Şu çam ağacının atında doğdum ben. Kimseye bir zararımız olmaz, olmadı bizim… Şimdi de bir kibrit çöpünün faydası olur bize değerlendiririz, çünkü biz güçlüyüz. Biz Aleviyiz, sağlam insanlarız, ben olmazsam da Ali Emin gelir, Murat gelir… Ama başaracağız.

Çok yoruldum, en fazla psikolojim bozuldu. Günde 100 tane çocuk, kadın geçer, günaydın derdi bana burada, şimdi o yok. Herkeste bir noksanlık. Herkeste bir fire…

Ama başaracağız. Sağlam insanlarız biz.”

Muhtara inanıyorum. Emekçi halkımızın kentini yeniden inşa etmesi için bir kibrit çöpünü bile değerlendireceğini görüyorum. Enkaza sebep olan zenginler için düzenlenen enkaz kaldırma ihaleleri engel olmasın yeter. Emekçi halkımız bir kibrit çöpünü bile yeniden inşaya dahil eder.

Toygarlı’da ismi olmayan yeni bir mezarlık

Dağıtımımıza devam ederken Ali Abi Toygarlı Mahallesi’nde durmak istiyor ve “Şurada üçüncü gün bir sıra cenaze gömdüm ben, şimdi durum ne bakalım,” diyor. Arabayı sola çekiyoruz. “Uff!” diyor önce. Telefonu eline verip “Anlatabilir misin abi?” diyorum. Sesini kayda alarak şunları diyor:

“Arkadaşlar merhaba, burası Hatay Defne Toygarlı Mahallesi. Depremin üçüncü gününde bu mezarlık oluşturuldu, üçüncü gününde sade bir sıra vardı, maalesef burası altı sıra olmuş. Bu sadece onlarca yeni açılmış mezarlıklardan birisi. Hepsine rahmet diliyoruz.”

Kışlasaray, İnönü, Koçören, Hüseyinli, Turunçlu ve Yenice Mahalleleri

Kışlasaray’dan üç, İnönü’den dört, Koçören’den yedi, Hüseyinli’den iki ve Turunçlu’dan 17 aileye ulaşmak üzere yolumuza devam ediyoruz. Depremzedeler acil ihtiyaçlarının ötesinde geleceklerine de odaklanmak zorundalar. Ellerine ne geçerse kullanmaları gerekiyor. Yardımların azaldığını gören insanlar, doğal olarak, ulaşabildikleri her şeyi biriktirmenin telaşına da düşmüşler. Bu sebeple yardımları insanlara tek tek ulaşarak iletmemiz gerekiyor. İpek yoldaşımız tüm listeyi kendisi arıyor. İnsanların soyadlarına bakıp bir biçimde her biri ile tanışık çıkıyor.

Önce nerede buluşmamız gerektiğini anlamamız gerekiyor. Bunu yapmanın en emin yolu da bir nokta belirlemek. Bu noktayı tarif etmenin ise başka sorunları var. Bir çadır kentin yanındayız. “Ulaştığımız insanları Mavi Market’in köşesine çağıralım,” diyorum İpek’e. Bana gülüyor, bak şimdi, deyip buluşmamız gereken birini arıyor. “Mavi Market’in köşesindeyiz abla!” diyor. Gözümün içine bakarak “Bilmiyor musun?” dedikten sonra marketin bilinen Arapça adını söylüyor. Gülümseyerek bana “Gördün mü?” der gibi jestler yapıyor. Telefonunu kapatıp, “Burada insanlarla Mavi Market’in önünde buluşamazsın, bildiği Arapça adını söylemen lazım,” diyor. Listemizi tamamlayıp geri dönüyoruz.

Hatay’a beraber geldiğimiz ve o gün TİP’in koordinasyon merkezinde çalışan dost ve yoldaşlarımız tüm gün sıraya giren insanlara erzak yardımı yapmışlar. Görkem “Daha fazla isteyene hayır demek çok zor,” diyor bana. Diğer arkadaşlarımız da benzer durumdalar. Ali Abi’nin aracı ile ikinci bir tur yapılacak. Bu kez de araca 50 adet erzak ve hijyen malzemesi dolduruluyor ve arkadaşlarımız yeniden yola çıkıyorlar. İstikamet Yenice Mahallesi. Dağıtımda İpek, Ali Abi ve Gökmen var.

Bu sırada TİP’ten Deniz yoldaş bizi yapımına başladıkları konteynır kente götürüyor. Sorunların derinliği ve zorluklar üzerine daha uzun konuşma fırsatı yakalıyoruz. Her şeyden önce bu rüzgâr çok kötü. Tüm tozu kaldırıyor ve tozun içerisinde asbestin olduğunu kolayca söyleyebiliriz. Devlet asbestin kalkmaması adına enkazın sulanması gibi basit bir önleyici tedbiri dahi almamış durumda. Deniz bizi “İşçi Demokrasisi Partisi’nden arkadaşlar, birkaç gündür beraber çalışıyoruz,” diye tanıtıyor. Bir mimar, bir de peyzaj mühendisinin başında durduğu onlarca konteynır evinin konuşlandırıldığı konteynır kenti geziyoruz. Her şey nizami görünüyor. Konteynırlar artçılara karşı ve Asi Nehri kenarına yapılan setlerdeki çatlaklardan uzakta güvenli yerlere çekilmiş. Özel alanın kalmadığı şu koşullarda nitelikli ortak alanların önemi ve yerleştirileceği yerleri gösteriyorlar bize. İlk sorum tuvaletler oluyor. Çevre Mühendisleri Odası’nda tuvalete dair hazırladığımız çözümleri konuşuyoruz. Çözümlerimize benzer bir yöntemle geçirimli bir foseptik açtıklarını söyleyip orayı gösteriyorlar bana. Bu koşullarda yapılabilecek en doğru yöntemi tercih etmiş durumdalar. Kullanma suyunu soruyorum. “Tankerlerle getireceğiz ama kuyu suyunda sorun var,” diyorlar. “Tanker başka yerden gelse de kuyu suyu taşıyacak, ya orası da kirlenirse?” diyorlar. Çevre Mühendisleri Odası eski yönetim kurulu üyelerinden birinin bağışı olan sodyum hipokloritlerden bahsediyorum, tankerin hacmini sorup dozaj formülü veriyorum, böylece suların İstanbul’da musluğumuzdan akan klorlu sular haline geleceği bilgisi sevinçle karşılanıyor.

Orhanlı

Günü sonlandırmadan önce Orhanlı’ya ilk ziyaretimizde geldiğimiz Veysel yoldaşımızın ailesinin yanına uğruyoruz. Ailenin evi hasarlı ve girilecek durumda değil, çadırlarda yaşıyorlar. Depremden kurtardıkları Tinker Bell adlı kuş için yem ve giyim takviyesini yapıp sohbet ediyoruz. Hatay’ın yeni bir sorununu ilk kez orada öğreniyoruz. İlk hasar tespit çalışmasında orta hasar raporu verilen binaların tamamının 6.4’lük depremin ardından ağır hasarlı bina haline getirildiğini ve binalarının yıkılacağını duyuyoruz. Öğrendiğimiz bir başka husus, evlerin boşaltılması için verilen vinçlerin fahiş fiyatı ve insanlara verilen 40 dakikalık süre oluyor. “40 dakikada evinden ne çıkartabilirsin ki?” diye soruyorlar bize. Bir tuğlanın fiyatı dahi dört kat artmış durumda. “Basit bir bahçe duvarı yapmaya kalksak 300 bin TL ediyor. Verilen 10 bin TL’nin hiçbir anlamı yok,” diyorlar.

Veysel yoldaşımızın ailesi bizi her zamanki soylulukları ile karşılıyorlar. Çadır kurmak için kestikleri portakal ve greyfurt ağaçlarından arta kalan dallarda duran nefis meyveleri ikram etmeden bizi uğurlamıyorlar. Bir süre portakalın kabuğunu nasıl soyduğumuzu konuşuyoruz. Nesrin Abla ve kızı Nisan kaşıkla soyulmuş yarım bir portakal kabuğunun içerisine mum yapılınca yakılan mumdan nasıl bir portakal kokusu yayıldığını anlatıyorlar. Şu anda Hatay’da tüm narenciye yaprakları yıkımın tozları ile dolu. Ama bu insanlar şehirlerini yeniden nasıl portakal kokutacaklarının bilgisine vakıflar ve güzel greyfurtlarını yeniden nasıl yetiştirebileceklerini hiç unutturmayacaklar.

Eski Tekel direnişçisi Nesrin Abla, “Buradan gitmemiz gerekecek, gitmek bana ihanet gibi geliyor ama kızımın okulu var, belki kısa süreliğine Mersin’e gideriz. Hiç içime sinmiyor. Biraz daha düşüneceğiz ama bakalım ne yapacağız?” diyor. Nesrin Abla için kısa süreliğine gitmek bile bir ihanet ama inancı ve bağlılığı Hatay’ın yeniden inşası için ne büyük dinamiklerin olduğunu bir kez daha bize gösteriyor.

Nesrin Abla’ya, kızı Nisan’a ve kardeşlerine sarılıp yeniden görüşeceğimize dair söz vererek vedalaşıyoruz. İlk seferki gibi, en kötü koşullarda bile güzelliklerinden ödün vermeyen bu insanlar geleceğe dair olan umutlarımızı artırıyor. Uyumak üzere Balıklıdere Köyü’ne geri dönüyoruz.

“Bu yemeği ye ve onlarla gül. Bu insanlar yarın yine bir enkaza gidecekler bunun iyi günler için olduğunu bilmeleri gerekir.”

İpek yoldaşın abisine ait “Ali Baba’nın çiftliği” çoktan onlarca depremzede için bir kamp haline gelmiş durumda. Ali Abi her sabah ve akşam sütten kesilen anneler için süt dağıtımına çıkıyor. Bana ineklerini anlatıp “Üç ineğimiz var, ikisi süt ineği değil doğum yapmaları lazımdı, ama deprem oldu süt ineği olamadılar. Yine de vazgeçmeyeceğim onlardan. İnsanımızın ihtiyacı olacak. Bulacağız bir yolunu. Mağrur olmayacağız, bize yeter demeyeceğiz, vazgeçmeyeceğiz, elimizdekileri değerlendireceğiz,” demişti bir önceki gece.

TİP’teki yoldaşlarımızla da Balıklıdere Köyü’nde yeniden karşılaşıyoruz. Barış Atay’ın danışmanı ve TİP Hatay il yöneticisi Şahin Kışlakçı da burada. Depremin dışında Akşener’in masadan çekilmesi ve yeni durum üzerine de hasbıhal ediyoruz. Bizim değerlendirmemizi sorduğunda tam da bu koşullarda patronlardan bağımsız bir emek cephesi ile seçimlere girmenin geleceğin inşası ve sınıf politikasının güçlenmesi adına kritik öneme sahip olduğunu söylüyoruz. Anlaşıp anlaşamadığımız noktalar oluyor. Şahin de oluşan bu seferberliğin yerel seçimlerde emeğin çıkarı için nasıl değerlendirilebileceği konusundaki önemli fikirlerini bizimle paylaşıyor.

Balıklıdere’de yoldaşımızın ailesi bizlere akşam yemeği yedirmek istiyor. Kısıtlı erzaklarını bizimle paylaşmalarını yanlış buluyoruz. Pişmiş yemekleri paylaşmalarını, ellerindekilerini tüketmeyi istemiyoruz ama güzel Hatay’ın güzel insanlarını durduramıyoruz. Her birimiz mahcup mahcup oturur, gönülsüzce sofraya yardım ederken İpek, Görkem ile benim arama giriyor, “Abi yiyin ve bu akşam güzelce gülün!” diyor bize. “Bu insanlar yarın yine bir enkaza gidecekler. Bunun iyi günler için olduğunu bilmeleri gerekir. Hayat devam ediyor ve daha iyi olabilir. Bizimle güzel günleriniz de olacak, bunu da gösterin. Hiç çekinmeyin, sizi çok sevdiler. Biz ancak böyle, paylaşınca mutlu oluruz,” diyor. Bu güzellik karşısında küçücük kalıyoruz ve hayatımız boyunca hiç unutamayacağımız bir akşam geçiriyoruz. Yoldaşlarımızın ailesi başta olmak üzere tüm Hatay’ın emekçi halkı 40 yıllık tanışığımız, yakın akrabamız haline geliyor. Yardım konvoyuna gönüllü gelen her zorlu işe gel demeden koştuğunu gördüğüm Ertuğrul’un gözlerinin içi gülüyor, masanın en koyu sohbetlerini kuruyor. Çadır yapımı sırasında profillerle sert bir el darbesi arasında kalan parmağı mosmor olan Gökmen günün esprilerini yapıyor. Yağız’ın yüzüne her baktığımda “Bu insanlar ne kadar güzel insanlar,” dediğini duyar gibi oluyorum.

Karaali

Ertesi sabah erkenden kalkıp Ümit ve Deniz yoldaşlarımızın öncülüğünde son çadırlarımızın kurulumlarını tamamlıyoruz. TİP’in koordinasyon merkezine son bir kez uğrayıp Karaali’ye götürmek üzere ayrılan erzak ve ısıtıcıları yanımıza alarak dönüş yoluna çıkıyoruz.

Karaali’de İpek’in ablası Serap ve komşuları ile tekrar görüşüyoruz. Bir önceki gelişimizde fiziki yaraları olan herkes çok daha iyi durumda. Serap’ın eşi Tuncer yıkılan evlerinden söktüğü parçalarla tuvaleti, mutfağı ile tam takım, el yapımı bir konteynır ev inşa etmiş bile. Her şey bir adım ileride.

Serap bizleri çok iyi karşılıyor. Durumun iyi olmayan yönlerini de anlatmaktan imtina etmiyor. Depremin dördüncü günü olan ilk ziyaretimizde bizi görür görmez taburesini kapıp tüplerinin başına oturan amcanın iki katı fiyatına tüp satmayı sürdürdüğünü, yan komşusunun başka bir komşuları için alabildikleri çadırı gösterip “Ya çadırınızı bana verirsiniz ya da çadırınızı yakarım,” diye tehdit ettiğini, Tuncay için aldığı tek bir montun elmacık kemiğine vurulan bir dirsek darbesi ile elinden nasıl alındığını anlatıyor. “Ama yine de çok iyi insanımız var,” diyerek tamamlıyor sözlerini.

Tuncay Enişte’yi görmeden gitmek istemiyoruz. Derken Tuncay bir kamyonetle geliyor. Yanında Hüseyin de var. Bir önceki ziyaretimizde ameliyatlı parmağından çıkan teli hiç unutamıyorum. Onu daha iyi görmek beni çok sevindiriyor. Ona ve akrabalarına birkaç kez daha sarılmamak için kendimi zor tutuyorum. Tuncay ile konuşur konuşmaz elleri ile kurduğu yeni evini övüyor ve şimdi ne yapabiliriz diye soruyoruz. “Bi’ el atın kuralım şu çadırı,” diyor, İpek dahil on birimiz geride kalanlara bir dakikaya geliyoruz diyemeden kamyonete atlıyoruz. Engelli kontenjanından faydalanarak aldığı bir çadırı kurması için bir amcamıza yardım ediyoruz. Hızla işe koyuluyoruz. Görkem her zamanki gibi her işe en önde yetişip çadırın kurulacağı alandaki kekikleri yoluyor. Deniz, Bektaş ve Ümit tanımadıkları çadırın planını inceliyor. Gökmen eline bir bel küreği alıp yolunan kekiklerin ardından zemini maharetle düzlüyor. Ertuğrul ve Yağız’ın nerede atlanmış bir iş varsa onun izinde olduklarını görüyorum. Emre en görünür işleri büyük bir sessizlikle halletmiş bile. Ben Tuncay’ın izinde onun direktiflerini takip ediyorum. Komşu çadırlarda bize kahve hazırlayan insanların, ne iş yaparsınız çocuklar, sorusuna yanıtlar veriyoruz. “Her meslekten insan var,” diyor içimizden biri. Aziz, “Öğrenciler de var, biz de sizin yanınızdayız,” diyor gururla. Çadırı bitirip dönüş yoluna hazırlanıyoruz. Amca bize evini gösterip “Benim hayatım boyunca tüm birikimim bu. İlk depremde orta hasar verdiler, 6.4’ten sonra ağır hasar raporu geldi. Bunu nasıl değiştiririm, evim giderse bir şeyim kalmaz,” diye bize soru soruyor. İlk konuşmayı yapan Ertuğrul, Görkem’i çağırıyor. Ben de yanlarına gidiyorum ve amcamızı teskin etmeye çabalıyoruz.

Kamyonete bindiğimizde çocuklar ağlamaya başlıyor. Başta İpek olmak üzere yalnızca onlarla en çok ilgilenenlerimizi sevdiklerinden değil, asıl kamyonete binmek istediklerinden ağlıyorlar. Bir araya gelip bu güzel çocuklarla kısa oyunlar oynuyoruz. Biri Deniz’in iş eldivenlerini gösterip “Bana versene” diye şaka yapıyor. Deniz çıkarıp “Al senin olsun,” deyince güzel çocuk çok şaşırıp mahcup oluyor: “Ama ben şaka yaptım, senin eldivenin o alamam ki,” diyor. Hepimiz kalan temiz eldivenleri çocukların ellerine takıyoruz. Hatay’ın canavar gibi zeki ve gururlu çocuklarının ufacık elleri eldivenin içinde kayboluyor ve parmak kısmı boş kalan eldivenler sallandıkça çocuklarımız için yeni bir oyuncağa dönüşüyor.

Karaali’de herkesi son bir kez sarıp vedalaşıyoruz. Emin Ali Abi bizi uğurlarken: “Arkadaşlar, deprem bir felakettir ve zamanı öngörülemez ama bazı şeyler deneyimle bilinir. Bizim burada ne zaman kurak bir kış geçse yazları sel olur. Deprem oldu geldiniz, hoş geldiniz. Önümüz sel, sizi sele de bekleriz!” diyor. Her birimiz karnımızı tutarak gülüyoruz.

Sorun enkazı kaldırmakla bitmiyor. Emekçilerin birliği sadece gerçekleşen felakette değil, umut için yapılan yeniden inşada ve diğer felaketlere hazır olmak için da korunmalı. Emekçi halkın bu örnek seferberliği geleceğimizin yeniden inşası için devam ettirilmeli.

Hatay’da bizi uğurlayan herkes güle güle değil, güle güle niyetine “Hoş geldiniz” diyor. Emekçi halk ile dayanışmak için bir araya gelen kimse uğurlanmıyor, her zaman hoş gelmek üzere bir yanını orada bırakıyor, kalıcılaşıyor. Mücadele ve dayanışma sadece yüreğimizde değil aklımızda da güzel bir geleceğin kardeşliğini yaratıyor.

Yardım kampanyamız için destek veren her üyemiz, her parti dostumuz ve her gönüllümüze bu mesajı iletmek boynumuzun borcu. Verdiğiniz en ufak destek sizi emekçi halkımızın erdemli varlığından bir daha ayıramamalı! Veda değil, birlik niyetine, hoş geldiniz!

Yorumlar kapalıdır.