Çözüm bu rejime sığmaz!
Aylar önce Bahçeli’nin beklenmedik çıkışı ile kamuoyunun gündemine giren ve bugünlerde hükumet cenahınca “Terörsüz Türkiye” adı ile pazarlanmaya çalışılan sürecin halen sayısız belirsizlik barındırmakla beraber ilk somut ürünlerini verdiğine şahit oluyoruz.
Aslında arka planında yaklaşık bir yıldır süren gizli görüşmelerin yer aldığını ve devlet katında hayli organize biçimde örgütlenmiş olduğunu şimdilerde öğrendiğimiz bu sürecin yeni çıktısı Öcalan’ın PKK’ye silah bırakma çağrısı yaptığı mektup oldu.
Kırk yıldır sürekli can kaybına yol açan bir çatışma halinin varlığı ortada olsa da bu çağrıda dikkat çeken ilk şey silahların bırakılmasına yapılan vurgu olmamalı. Keza Öcalan’ın silahlı mücadelenin miadını doldurduğuna dair söylemi yeni değil.
Fakat hayli zaman evvel bağımsız sosyalist Kürdistan hedefinin rafa kaldırılışı gibi demokratik konfederalizm/özerklik tezlerinin de bu kez bizzat tezlerin sahibince terk edilmiş olduğu göze çarpıyor. Öcalan mektubunda silahlı mücadelenin iflasını ilan eder ve bunu değişen dünya ve ülke koşulları ile temellendirmeye yönelirken aslında silahlı reformizm programının yenilgiye uğradığını itiraf ediyor.
Bu mektuptan yola çıkarak aktüel sürecin bundan sonra nasıl şekilleneceğine ilişkin uzun boylu yargılara varmak yerinde olmayacaktır. O şekillenmeye tüm aktörlerin karşılıklı hamleleri yön verecek ve belli ki bu pilav daha çok su kaldıracak.
Şimdilik görünen o ki Kürt siyasi hareketi tarafından Öcalan için umut hakkı, siyasi tutsakların affı, PKK üyelerinin legal yaşama entegrasyonu, kayyum uygulamasının sonlandırılması ve tüm bunların hukuki güvence altına alınması gibi bir dizi sınırlı talebin devletçe karşılanması bekleniyor, bunun için kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor.
Elbette sınıf devrimcileri Kürt hareketinin her biri meşru olan tüm bu taleplerini destekler ve ama Kürt sorununun çözümünün Tek Adam rejimi koşullarında mümkün olamayacağını yoldaşça hatırlatmayı da ihmal edemez.
Emperyalizm ve proleter devrimler çağında ulusal soruna dair sahici bir çözümün yegâne yolu bir işçi emekçi iktidarının kuruluşundan geçer. Bu arkaik bir inanış değil geride bıraktığımız yüzyıla bakarak sağlamasını yapmanın mümkün olduğu bir gerçektir.
Halklar hapishanesi namlı çarlık Rusya’sının toprağında her ulustan emekçilerin gönüllü birlikteliğine dayalı Sovyet cumhuriyetleri deneyimini yeşerten Ekim devrimi örneği ulusal sorunun nasıl çözüme kavuşturulacağını gösterirken çözüme nasıl ulaşılamayacağının örnekleri ise saymakla bitmez.
Katalan halkının bağımsızlık istemlerinin karşısına tankları sürmekten çekinmeyeceğini geçtiğimiz yıllarda ortaya koyan İspanya devletine veya gerek Korsika’da gerek denizaşırı sömürgelerinde bağımsızlık taleplerini zor kullanarak bastırmayı bugün de sürdüren Fransa örneğine bakmak ulusal sorunun emperyalist kapitalist sistem içerisinde, üstelik burjuva demokratik kurum ve teamüllerin görece yerleşik olduğu ülkelerde dahi çözülemediğini göstermeye yeter.
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz Tek Adam rejimi ise bu ülkelerde rastlanabilecek türden kimi demokratik gericilik adımlarını atma kapasitesinden bile fersah fersah uzaktadır.
Onurlu ve adil bir barışa herkesten çok Türk ve Kürt emekçilerinin ihtiyacı olduğu açıktır. Fakat bir asırdır gözyaşı, kan ve ter içinde mücadele eden Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin mevcut rejimin sınırları dahilinde karşılık bulamayacağı ve bulması için bu talepleri diğer sınıfsal taleplerle birleştirmekten başka yol olmadığı da bir o kadar açıktır.
Yorumlar kapalıdır.