Avrupa’da grev rüzgârı
İspanya’da 15 Ekim Çarşamba günü Filistin’le dayanışma amacıyla düzenlenen ve yüz binlerin katılımına ulaşan genel grev ve eylemlerle hayat durdu. Sosyalist ve anarşist örgütlerle sendika konfederasyonlarının çağrısıyla gerçekleşen grev, ülke genelinde büyük yankı uyandırdı. Onlarca şehirde sokakları dolduran işçi ve öğrenciler, İsrail’e karşı sembolik değil etkili yaptırımlar talep ederek tarihi bir dayanışma örneği sergiledi.
İspanyol işçi sınıfının, İsrail’i en sert eleştiren hükümetlerden biri olan Pedro Sánchez liderliğindeki Sosyalist İşçi Partisi hükümetine karşı neden bu talepleri yükselttiği sorusu önem taşıyor. Çünkü grevi organize eden sendikalar, hükümetin attığı adımların sembolik olmanın ötesine geçemediğini vurguluyor. Hükümetin İsrail’e karşı silah ambargosu ilan etmesi dahi ancak soykırımın ikinci yılında, liman işçilerinin grev ve protestolarının ardından gerçekleşebildi. Üstelik bu ambargo, İspanya’nın İsrail’le askeri işbirliğini ciddi biçimde etkilemiyor; mevcut anlaşmalar sürüyor ve İsrail gemilerinin denetlenmesine yönelik hiçbir adım atılmıyor.
Bu tablo karşısında İspanyol işçileri, İsrail’le tüm diplomatik, askeri ve ticari ilişkilerin kesilmesi ile Avrupa’nın silahlanma çılgınlığının son bulması çağrısını sürdürüyor.
Yunanistan’da çalışma saatlerinin uzatılmasına karşı grev
Ekim ayında Avrupa emek gündemine damga vuran bir diğer gelişme Yunanistan’da yaşandı. Özel sektörde günlük çalışma süresini 13 saate kadar uzatmaya izin veren yasa tasarısı parlamentoya taşındı. Hükümetin “işgücü piyasasını daha esnek ve verimli kılma” iddiasıyla savunduğu, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarını hiçe sayan bu tasarıya karşı sendikalar harekete geçti. 15 gün içinde iki kez gerçekleştirilen genel grevle kamu ve özel sektör çalışanları Atina ve Selanik başta olmak üzere ülkede ulaşımı, ekonomik faaliyetleri ve kamu kurumlarını felç etti.
Yunanistan işçi sınıfı uzun süredir, ekonomik krizden çıkış söylemleriyle dayatılan kemer sıkma politikalarına maruz kalıyor. Ekonominin toparlandığı iddia edilse de fatura halka kesiliyor; alım gücü düşüyor, maaşlar azalıyor. Bu tabloya direnen örgütlü işçiler, “kölelik yasası” olarak niteledikleri tasarının gündeme gelmesiyle yeniden seferber oldu. Ancak Mitsotakis hükümeti emek düşmanı politikasının arkasında durarak yasayı kabul ettirdi. Sendikalar ise yasanın uygulanmaya başlamasıyla toplumsal baskıyı artıracaklarını ve tüm mücadele araçlarını kullanacaklarını duyurdu.
Belçika’da kamu harcamalarında kesinti
Belçika’da ise kamu harcamalarındaki kesintilere karşı 14 Ekim’de genel greve gidildi. Sendikalar, hükümetin emeklilik yaşını yükseltme planları, kamu harcamalarındaki kısıntılar ve esnek çalışma düzenlemeleriyle dolu emek düşmanı politikalarına karşı birleşti. Perakende sektöründeki çalışanlar greve katıldı; tüketiciler de dayanışmaya çağrıldı. Düzenlenen kitlesel eylemlere 140 binden fazla kişi katıldı, kara ve hava ulaşımı durduruldu. Tüm bunlara karşı hükümetin geri adım atmayı reddetmesi üzerine sendikalar, kasım ayı için üç günlük yeni bir eylem takvimi açıkladı.
İspanya, Yunanistan ve Belçika münferit örnekler değil. Avrupa genelinde esnek çalışma politikaları, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve alım gücündeki düşüşler, iktidarlar tarafından “ekonomik büyüme” ya da “savaş tehdidi” gerekçesiyle sürdürülüyor. Ancak Avrupalı işçiler kazanılmış haklarını korumak için örgütlü adımlar atmaktan geri durmuyorlar. Avrupa’nın mevcut ekonomik ve politik durumu göz önüne alındığında, emek mücadelesinin önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağı açık. Fakat AB’nin “liberal demokrat” müesses nizamının bunu öngörmediğini ve işçi sınıfının örgütlü gücünü zayıflatmak için baskıcı politikalara bel bağlayıp politik arenada aşırı sağ ile dans edeceğini görmemek naiflik olacaktır.
Yorumlar kapalıdır.