2025, sınıf hareketine ne bıraktı?

2025 yılı işçi ve emekçilerin onurlu mücadeleleriyle dolu bir yıl oldu. Bir yandan toplu iş sözleşmesi süreçlerinde anlaşmaya varılamamasının sonucunda greve giden işçiler, öte yandan başta örgütlenme hakları olmak üzere haklarını elde edebilmek için direnişe geçenler 2025’in ve sonrasının umudu oldu. Aynı şekilde, sayısız emekçi örgütlenme haklarını elde edebilmek için sabırla sendikalarına üye oldu, mahkeme kararlarını bekledi ya da onları temsil etmeyen yöneticilerine karşı mücadeleye girişti.

Bundan sonra nelerle yüzleşirsek yüzleşelim yukarıda saydıklarımızı hep aklımızda tutalım. Gerçek çıkışın ne olduğunu yukarıda saydığımız örnekler bizlere gösteriyor. Ancak yukarıda ifade ettiğimiz sayısız mücadele kısmi başarılar sağlarken ne oluyor da ülkenin içerisinde bulunduğu durum emekçiler için her geçen gün daha kötüye gidiyor?

Bu sorunun yanıtı elbette ki uzun ama yeni yıl vesilesiyle en azından 2025 yılının bu tabloda tuttuğu yeri biraz olsun inceleyebiliriz.

2025 yılı işçi sınıfının patronların ve yönetenlerin ellerini sofrasından çekmesi için seferber olmaya hazır olduğunu kör göze parmak sokarcasına gösterdi. Hükümet 2023’e kadar uyguladığı asgari ücrete ara zam uygulamasını 2024’te uygulamayınca konfederasyonlar üzerinde yoğun bir işçi basıncı oluştu. Bu basıncın etkisi ile konfederasyonlar göstermelik dahi olsa bir arada açıklamalar yapıp, kendi eylem takvimlerini açıkladılar. Bu dönemde asgari ücrete ara zam, vergide adalet, insanca bir emekli maaşı ve kıdem tavanı gibi can yakıcı taleplerle ülkenin dört bir yanında emekçiler meydanları doldurmuştu. Öyle ki son olarak 20 Ekim 2024 tarihinde Ankara Tandoğan’da yüz binlerce emekçi meydanları doldurdu. Emekçiler sendikal önderliğe (Türk-İş) güvenmese de en ufak bir çağrıyı dahi ciddiye alıp mücadeleye girişmekte ısrarlı olduklarını gösterdi.

Geride bırakacağımız 2025 yılına işte böyle büyük bir dinamik ile giriş yapmıştık.

Ancak 2025 yılı, başta saydığımız onurlu mücadelelerin yanı sıra, büyük ölçüde rejimin muhalefete saldırıları ile sendikal bürokrasinin emekçileri kontrol altında tutma çabaları etrafında geçti. Ekonomik darboğazın artması ve elbette ki 19 Mart’ta başlayan İmamoğlu operasyonu ile demokratik haklara saldırı sürecinin işçi sınıfı üzerinde bir etkisi oldu. Bu etkinin daha önce daha yüksek bir düzeyde 15 Temmuz sürecinde yaşandığını söyleyebiliriz.

Siyasal iklim, kitle basıncı ile sokakları işaret etmek zorunda kalan bürokrasinin işçi sınıfını eve kapatmasına yardımcı oldu. Öte yandan yaşanan yoğun ekonomik kriz ve üretimdeki daralma, uzun yıllardır artmakta olan sendikalı işçi sayısında ilk kez bir gerileme yaşanmasına sebep oldu.

Bu azalışı tekstilde çalışan işçi sayısının 112 bin, metalde çalışan işçi sayısının ise 32 bin azalması gerçeği ile beraber ele alabiliriz. Sonuç olarak Türk Metal’de 10 bin, Tez Koop İş’te 12 bin, Belediye-İş’te 20 bin, Genel-İş’te 11 binlik bir üye azalışını görebiliyoruz. Elbette ki bu sayılar daha yakından incelenip, sendikalı işçi sayısındaki düşüşte sanayideki daralmanın yanı sıra belediyelerdeki kayyum süreçlerinin taşeronlarda yarattığı işçi ve sendika düşmanlığı fırsatlarının ne kadar etkili olduğunun da incelenmesi gerekir. Henüz elimizde resmi bir istatistik olmasa da 2025’in ikinci yarısının tabloyu geri çevirebilecek denli olumlu olmadığını öngörebiliriz.

Bu tablo, hükümetin OVP ile emekçilerden daha fazlasını alıp zenginlere verme pervasızlığını sürdürme iştahını artırıyor.

Ancak bu gördüğümüz gerilemelerin yalnızca anın fotoğrafı olduğunu unutmayalım. Sendikal bürokrasi her ne kadar emekçilerin 2025’te sokaklara taşıp haklarını aramalarına engel olmuş gibi görünse de emekçilerin biriktirdiği öfke uçup gitmiş ya da yer değiştirmiş durumda değil. Hatta gerçek tam tersini gösteriyor.

2025’te yapılmayanlar 2026’da yapılması gerekeni işaret ediyor. Kısa vadede OVP’nin dayattığı düşük asgari ücret ve zorunlu tamamlayıcı emeklilik gibi ekonomik saldırılara karşı çıkmak, orta ve uzun vadede ise yine ücretlerin enflasyona karşı korunması için ara zamlar, vergi adaleti ve kıdem tazminatı tavanında düzenlemelerin talep edilmesi ve yeni bir gündem olarak sanayideki daralmalara karşı işten çıkarmaların yasaklanması gibi talepler etrafında bir mücadele programının önerilmesi 2026 yılında daha insani koşulları kazanmamızın garantörü olur.

Yorumlar kapalıdır.