Mücadele niçin ve nasıl birleşmeli?
Mezheple, dinle, milliyetle hatta yeri geldiğinde tuttuğumuz takımla dahi bölünebilen biz işçi ve emekçiler bugün geçinemiyor olmakta birleşiyoruz.
Peki ülkenin ezici çoğunluğu yoksulken işler hepimiz için kötüye mi gidiyor? İsviçreli banka UBS tarafından yayımlanan 2024 Küresel Servet Raporu’na göre Türkiye’de TL cinsinden kişisel servet artışında yüzde 157’lik bir büyüme söz konusu imiş! Yani bizim yoksullaşmamıza rağmen iki buçuk katın üzerinde bir zenginlik birikimi söz konusuymuş! TL’nin değeri eriyor diye düşünen iyi niyetli işçi kardeşlerimiz olabilir. Yine aynı rapora bakalım: Türkiye’de 60 bin 787 tane dolar milyoneri varmış ve Türkiye’de tüm işler bugün olduğu gibi giderse bu sayının 2028 yılında 87 bin 77’ye ulaşacağı tahmin ediliyormuş!
Tüm bunları niçin söylüyoruz? Yoksulluğun kader olmadığını, ortada bir kaynak sorununun bulunmadığını, aksine bir bölüşüm sorununun varlığını vurgulamak için söylüyoruz. Daha önce yazdık: Bugün brüt maaşı 28 bin TL olan bir kardeşimizin gelirinin yaklaşık yüzde 30’u gelir vergisi olarak kesintiye uğrarken, OECD 2022 Raporu’na göre Türkiye’de şirketlerden alınan kâr vergisi sadece yüzde 3,38! Dahası da var: 2003 yılında en düşük işçi emeklisinin maaşı asgari ücretin 1,47 katı iken 2024 yılında en düşük işçi emeklisi maaşı asgari ücretin ancak yüzde 61’ine denk. 1978’de asgari ücretin 7,5 katı olan kıdem tazminatı tavanı, 2024 Ocak-Haziran aylarında asgari ücretin 1,75 katı oldu! Hükümet böylesi bir politika ile 60 bin olan dolar milyonerini 87 bine çıkartabileceğini dünyaya ispatlamış durumda ve muhalefetin de bu gidişata cepheden bir karşı çıkışı yok.
Emekçiler olarak elbette ki boş durmuyoruz. As Plastik, MKB Rondo, Mersen, Elba Bant, Tarkett, Polonez, Fernas, Eker, belediye işçilerinin mücadele deneyimleri yol gösteriyor. Grev ve direniş halinde çok sayıdaki işyerinin yanı sıra halen sendikalaşma çalışmasını sürdüren onlarca işyerinden de bahsedebiliyoruz. İşyerlerindeki mücadelelerinin yanı sıra yoksulluğa ve adaletsiz vergi dilimine karşı başlatılan eylem süreçlerinin kimi örnekleri de son yılların en kitlesel işçi seferberlikleri halini aldı bile.
Mücadelede ne cesaretimiz, ne sayımız, ne de kararlılığımız eksik. Bunların hepsi tamam. Ancak karşımızda işçinin kanını emmek üzere kenetlenmiş bir patronlar sınıfı var. Bu patronlar hangi partiyi destekleyip, nereli olduklarına bakmaksızın bir aradalar ve taviz vermeksizin boğazımıza çökmüş durumdalar. İşte bizim eksiğimiz de burada görünüyor, patronlar kadar bir arada duramıyoruz.
İki yönlü bir birleşmeye ihtiyacımız var. Birincisi, işyerlerinde patronlara karşı verilen mücadeleler yalıtık kaldıkça yeterli kazanımlar elde edemeyiz. Bunun için mücadele halindeki emekçilerin; sektörleri, sendikaları ve konfederasyonları ne olursa olsun birleşmek için sendikalarını zorlamaları gerekiyor. Öte yandan da ülke genelindeki işçi düşmanı politikalara karşı da konfederasyon ayrımı gözetmeksizin, istediğimizi net şekilde anlatıp kazanana kadar ne yapacağımızı açıklayan bir eylem planı etrafında kenetlenmemiz gerekiyor. Bunun için örgütlü işyerlerimizde sendikalarımıza basınç uygulamamız, bölünmüşlüğümüzü yok etmemiz gerekiyor.
İnsanca bir gelecek için işyeri temelli ve kitlesel mücadeleleri sendika-konfederasyon farkı olmaksızın bir mücadele programı etrafında birleştirmemiz gerekiyor.
Yorumlar kapalıdır.